yemek yemektir.
3 harfli.
aşk, cinsellik demek değildir. bunu atın kafanızdan bir kere.
bütün sevdiklerinin gözleri bir avuç toprakla dolacak ey adem oğlu. o halde neden aşk en büyük derdin?
uyku hali.
bir türlü bulunamayan.
bir arkadaşıma göre,

(bkz: gönüllü kölelik).
yanılgı ve depresyon bağlantısıdır. şanssızlar için... ne kadar uğraşsan da şansa bağlıdır çünkü her şey.
benim için imkansızdır aşk...hem çok uzağımda hem çok yakınımda sadece o olsun istememdir mesela. nasıl bu kadar sevmişim anlamadan kendimi tüketiyorum yıllardır. gelmeyeceğini bile bile gelsede kalıcı olamayacağını gördüğüm halde sadece tek bir kişiyi bekleyerek geçirdiğim 5 yıl ve daha ne kadar bekliyeceğimi bilmediğim bir çok yıl var önümde. hergün özlemiş olmamın etkisiyle dahada artan bir sevgiyle yolunu bekliyorum...
belli bir dönem benim başıma gelmişti bu. aşk mıydı emin değilim, ama sıçmıştı ağzıma.
saplantılı kurgular ağı.
ne bok yemeye olduğunu çözemediğim bir şekilde, bir grup entel, siktiriboktan bir mekanda toplanmıştık. işin ilginci safi erkek değildik, zaten safi erkek olsaydık burada işim olmazdı. sağda solda bir kaç da bayan vardı. ne yaptığımıza gelince; herkes sırayla aşk, sevgi bok püsürat hakkında kendi yorumlarını yapıyordu. dahil olduğum bu cemiyet çok sikten yaraktan bir şeydi, şu anda sesine puslu bir hava katmaya çalışan denyolar ceplerinden kağıtlar çıkartarak geceleri mum ışığında yazdıkları şiirleri sırayla okuyor, aşk üzerine cümleler sarf ediyor, sonra sessizce yerine oturuyorlardı. diğerleri de malak gibi bunları dinliyor, bir huşu içinde "ne de güzel söyledi" diyerek harip hezeyanlara giriyorlardı.

bütün bunlar palavraydı tabi. bu çakallar sevgi mevgi üzerine yazılıp çizilmiş bu karın ağrılarını dinlerken kendinden geçermiş gibi davransalar da, bir yandan da, çaktırmadan civarına sotelenmiş oldukları hatunların götlerini falan dikizliyorlardı. laf da boldu tabi, mına koyım herkes aşk üzerine söylenecek bir şey buluyordu, zaten "aşk daldaki meyveye uzanamamaktır" desen alkışlanıyordun bu sikindirik ortamda, içinde aşk geçen her kelam prim yapıyordu. bazıları kah kendi dizelerinden, devrik cümlelerinden okuyor, kah "büyük üstad cemal sürayanın dediği gibi keşke yalnız bunun için sevseydim seni..." diyerek bu acayip ambiyansa daha da bir yapışkanlık katıyor, bu ruh hastaları zavallı şairi bu sikko muhabbete meze ediyorlar, kemiklerini sızım sızım sızlatıyorlardı.

bense konuşmadan bir kenarda sessizce içkimi içiyor, duyma gayreti göstermeden söylenenleri ve tartışmaları dinliyordum. bu hüzün ve tutku dolu sözleri özellikle bazı bayanlar zevkle dinliyor, aşkın tasvir edilmesine doyamıyorlardı. ortamın düzeni belliydi, alan memnundu satan memnundu. konuşanlar, kendilerini dinleyenleri gördükleri müddetçe konuşmaya hep devam edeceklerdi, anlatılanları sanki kendisine söylenmiş gibi benimseyenler de kendilerini besleyenler olduğu müddetçe böylesi romantik sarhoşluklar içinde kendilerinden geçeceklerdi.

neyse, ben tam işemeye giden birinin birasını kimseye çaktırmadan kapacağım sırada birisi "sen ne düşünüyorsun bu mevzu hakkında" diyerek beni bu bataklığa sürükledi. kaçamazdım, çünkü bir anda herkesin bakışları üzerime toplanmıştı. bir kaç hatun da merak içinde, sanki hayatları boyunca ağzımdan çıkacak lafları bekliyor imişlercesine bana kilitlenmişlerdi.

"herkesin tuttuğu kendine" diye bağırarak ortamı coşturmak istesem de yapamadım. onun yerine "herkes kendi istediği gibi algılar" diyerek karanlıklara gizlenmeye çalıştım. kaçış mümkün değildi, örümcek ağına dolanmış gibiydim. zaten çişe giden tip de çoktan gelmiş, birasını kapmış ve tüm keyfimi iyice kaçırmıştı. ben de garsondan bir bira daha istedim, bir yandan da vakit kazanmaya çalışıyordum.

aklıma aşk üzerine anca "aşk bir sudur, iç iç kudur" demek geldi. ama bu insanlar memnun olmazlardı, çünkü bu ortam için yeterince entellektüel bir tanım olmazdı. ben de devrik cümle kullanarak anlayabilecekleri bir dilde söylemeye karar verdim, "bir sudur aşk, içip içip kudurmak lazımdır" dedim. bir kaç kişi "evet evet, çok güzel söyledi..." diye mırıldandı. biraz daha dayanmalıydım. ben de gelişigüzel sıkmaya karar verdim.

"aşk kendinden vazgeçmektir" dedim. dinleyicilerimin yüzlerine baktım.

"o söylendi" diye itiraz etti biri.

"aşk ondan vazgeçmektir?" dedim, nasılsa her sözü döndürüp çevirip aşka getirebiliyordunuz, söylenmiş sözcükleri bile eğip bükebiliyordunuz.

"o da söylendi" diye itirazlar yükseldi. bunu da söylemişlerdi demek, söylenmemiş bir şeyler bulabilirdim elbette, bu ülkede ucuz edebiyat herkesin ulaşabileceği bir yere konmuştu allahtan. ne söyleseydim acaba, "aşk ondan vazgeçmemektir", "aşk vazgeçmekten vazgeçmektir..." ya da direk tasvir yapsam da olurdu, "aşk daha şafak atmadan uyanıp, onun yanında olmasını güneşin doğmasından bile daha çok istemektir", "içtiğin çayın her yudumuyla sıcak sıcak içine dolmasıdır", "gökkuşağının renklerinde gizlidir sadece yağmur yağdığı zaman görebilirsin"... yarak kürek laflar işte.

içinde hüzün, umut, martılar, çiçekler, umursamazlık, hasret, varoluş, sitem, huzur, yani aklınıza gelebilecek her şeyi içeren bir aşk tanımı yaptım. en sonunda da "onu içinde tutamamaktır biraz da, sanki birazdan kopup gidecekmiş gibi içinin titremesidir zaman zaman" diyerek sözlerimi bitirdim, bu son bölüm hayvan gibi çişim geldiği için epey doğaçlama eklenmişti. "bravo!" diye bağırarak alkışladılar. "......" dedim ben de, gözleri parlayarak beni dinleyen hatunlara dünyanın en cool adamıymış gibi bakışlar attıktan sonra işemek için tuvalete koşturdum.

öyle bir işedim ki "aha aşk budur" dedirtti bana. işerken bir yandan da bu mal ortamda ne aradığımı sorguladım. kafa sikiyorlardı ama bitmiyordu arkadaş, her gün birisi "aşk budur budur" diye yarrak gibi atlıyor, beriki de "aşk asıl budur budur budur..." kendi tanımını yapıyordu. içerde biraz daha oturup biraz daha hatun kestikten sonra, sonsuza kadar bu sefil oluşumdan uzaklaşmaya karar verip geri döndüm.

döndüğümde masada yarım bırakmış olduğum birayı puştun birisi çoktan kapmıştı. hala da "aşk bu", "aşk şu" diye geveliyorlardı. herbiri de en güzel tanımı kendisinin yaptığını düşünerek kasım kasım kasılıyordu. kenardan ceketimi aldım, "bir oldurun be artık" diye mırıldana mırıldana çıkışa doğru ilerledim.

"bir dakika bakar mısın" diye bir hatun koluma dokundu. döndüm, yüzüme baktı, "demin çok güzel tarif ettin aşkı, özellikle son cümlen, hani aşk onu içinde tutamamaktır bölümü harikaydı" dedi. başımı önüme eğdim, "içimden şehirler geçiyor, haykırışlarımı yalnızca ben işitebiliyorum" dedim. biraz tutunamayanlardan falan bahsettik, sonra telefonunu verdi, muhakkak buluşmak istediğini söyledi.

hiç aramamak üzere kaydettiğim numarayı dışarı çıkar çıkmaz sildim. insanı aşktan bile soğuttuklarının farkında değillerdi ne yazık ki, keşke bu kadar ayağa düşmeseydi bir şeyler. car car car ağız ishali olmuş gibi görüşünü belirtme hastalığına yakalanmış bu insanlardan koşarak uzaklaştım ve eve gidip can yücelden şiirler, tutunamayanlardan bölümler falan okuyarak maruz kaldığım kalitesizliğin etkilerini üzerimden atmaya çalıştım.

görsel
yalanlarda harcanan.
tutturanla tutan arasındaki göz teması.
http://bilemiyorumaltan.b...ot.com/2012/01/soguk.html
aptal kasıntılı bi ruh halidir. karşılıklıysa kilo aldırır, karşılıksızsa zayıflatır, ince hastalıkara kadar devam eder.
DAHA ÖNCE DE KENDiMCE TANIMLAMALAR YAPTIM bir büyüğümüz diyor ki ''aşk hastalıktır''.bu söze katılmakla beraber hastalığın tesbitini yapan kişiden bu hastalığın ilacını da bulmasını istiyorum en acil tarafından mümkünse.
herkesi birine * benzetmek.
"endamın yeter gözlerin yeter." dediğiniz kişinin şaşı olma durumudur aşk.
kalbin beyni ele geçirmesi sonucu oluşan durum.*
üç beş ay hissedilen zamazingo.
(bkz: Narkotik) en güçlü kimyasal uyuşturucu ve keyif verici maddeden 1 milyon kat daha etkili ve güzeldir.
yanlış kişiyle yaşananın adı kendini kandırmaktır. doğru kişiyle yaşadığında tarif edemezsin.*
bu kadar entry girildiğini görünce yeniden canlandığını sandığım kelime.
ama gördüm ki herkes için ölmek üzere.
üzerine en çok konuşulan fakat bir sonuca ulaşılamayan konudur.