bugün

kafası sonradan gelen filmlerden, dünyadaki başka hiçbir filme benzemeyen itici bir çekiciliği vardır. tam tanım bu işte; bu filmin çekiciliği fazlasıyla itici. sarsıcı. ara ara sahneleriyle, müzikleriyle, o garip ingilizce deyimleriyle anımsatır kendini size, garip hissedersiniz.
anthony burgess in bir romanı. her yeniyetmenin olmazsa olmaz filmi. ben sinemadan çok iyi anlıyorum kubrick tarantino diye sayıkladığı dönemlerde izlediği filmlerden başlıcasıdır.
sanatçı olma potansiyeli varsa harbiden derin bir kişiliğe sahipse bırakın alacakaranlık izleyeceğine kubrick bıdı bıdı desin, yok karı kız kaldırmak için entelim ayağına yatıyorsa vurun küreği ağzına gitsin.
1980 sonrasında doğmuş ülkem gençliği beyni yıkanmış olarak fırladığından suç ve şiddet eğilimini kişisel veya bireysellik olarak algıladığından toplumcu ve/veya toplumsal göndermelerinin pek farkında olamamıştır.
bu yüzden popüler kültürde yer alış konumu da 'kapın her çalındıkça o mudur diyeceksin?' biçeminden öteye geçememiştir.
(bkz: biçem)
internet film veri tabanı verilerine göre en tehlike ilk 25 film içerisinde yer alan otomatik portakal, şiddeti ifade ettiği gibi aynı zamanda da şiddetin ağır bir eleştirisini de yapmaktadır. şiddet çeteler aracılığıyla gerçekleşse de asıl şiddet, devletin kanatlarının altında. filmin çekildiği dönemlerde tüm dünyada var olan gençlik hareketlerinin de varlığıyla gayet cüretkar bir film olmuştur.
136 dakika süren bu film Kubrick yönetmenliğinde çekilmiştir. aynı ismi taşıyan kitabın uyarlamasıdır. suç, psikoloji, politika, cinsellik ve şiddet ögeleri filmde çok yoğun kullanılmıştır.
her bireyin algılayabileceği türden bir film olmadığından bir çoğu olaya pornografi, bir çoğu ise vasat, saçma anlamsız olarak yaklaşarak filmi yarısından sonra izlememiştir.
kubrick in en anarşist diliminin ısırıldığı "otomatik portakal"da, kabuğunun ekşiliğini tükürüp atmak isteniyor çoğu sahnede, belki de sistemin alex e uyguladığı iyileştirme yöntemini, yönetmenin de bize uyguladığını hissediliyordur.


--spoiler--
film; sistemin, kendi ahlaksızını da, kendi tecavüzcüsünü de, kendi hırsızını da, yine kendisinin yarattığını gösteriyor. bunu yaparken de, sorunun çekirdekte yani ailede başladığını anlatıyor.örneğin; aynı evde yabancılaşmış sahte anne-oğul diyaloglarıyla rahatlıkla kandırabiliyor alex annesini. ebeveynlerin birbirlerine, "anne" ve "baba" şeklinde hitap etmeleri, alex’in hapisanedeki "665321" kod adı kadar irite etmektedir. oğulları hapishanede olduğu için, kiraladıkları odanın yeni sahibi, aslında ailenin amaçladıkları evlat profilidir ve artık onlar bu uyumlu yeni genç evlat ile mutludurlar.
toplumun karar verdiği ahlak anlayışları, sistem yararı ve sistem zararı olarak "iyi" yada "kötü" dür. davranışların altındaki niyet önemli değildir. bunu farkeden alex fayda temeline oturtulan bu kuralları kullanarak kendini aklar ve özgürlüğüne kavuşur, yeniden doğar... Sistemin ulaşmaya çalıştığı "iyi toplum" için iyi bir bireydir artık. ama sorun şu ki; toplumun faydaya dayalı ahlak anlayışı, alex in savunmasız, robotlaştırılmış, tertemiz olmuş zihni ve bedeni için ne kadar güvenlidir?...
kubrick' in fotoğraf sanatçısı olarak başladığı kariyerinin izleri her zaman filmlerinde görebilir. yönetmenin filmlerinin her sahnesi, iyi kurgulanmış bir fotoğraf karesi kadar haz verir. otomatik portakalda da, görsellik kadar bir diğer dikkat çeken unsur, kulağımızındaki müziktir. mozart ın 9.senfonisini dinlerken, alex'in çetesine uyguladığı şiddeti izlemek, filmin vahşet dolu öyküsündeki anlatıcımız alex in"şiirsel" sözlerinin tezatı kadar, yönetmene hayran bıraktırır,izlenilen sahnelere diyalektik materyalizm kadar zıtlıklar yükleyebiliriz. Aynı senfoni alex'e iyileşmesi için uygulanan film seanslarından birinde hitlerin görüntüsü ile verildiğinde, diğer şiddet ve tecavüz filmlerinde verdiği tepkinin aksine, en gerçek hisleriyle tepki verir. çünkü müzik; savaşlarla, sahte ahlak kurallarıyla kirletilemeyecek kadar saftır onun için. belki de müzik, alex'in en insan tarafıdır.
--spoiler--

otomatik portakal’da, sistemin yeniden modifiye etmek istediği bireylerin, toplumun faydası için yeniden doğuşunu izlemek, bildiğim kadarıyla, bir çok ülkede yasaklandı, hatta ingilterede gençleri suça yönelttiği için, kubrick, filmi kendi isteği ile gösterimden kaldırtmak zorunda kalmıştı. eh ne de olsa; sistem için faydalı değil ise yasaklanmalıdır.
izleyemediğim tek stanley kubrick filmi, özellikle kapağı dikkat çekicidir.
imdb'nin en iyi 250 filmi listesinde üst sıralarda yer alan kült film.
ilk izleyişte kesinlikle anlaşılamayacak film. çünkü filmin geçtiği dünya, yaşayan karakterler bizden uzaktadır, farklıdır. ilk izleyiş "n'oluyo lan burada?" denilerek filmi anlamaya çalışarak geçtiğinden, yalnızca bir kez izlemiş olanların hiçbir şey anlamadıkları, "olm hiç abarttıkları kadar yok, saçmasapan bi' şey" dedikleri film olmuştur.

sizi stresten strese soksa da, tecavüz ve suç sahneleriyle rahatsız etse de en az iki kere izlenmelidir.
die toten hosen-hier kommt alex adlı şarkının esin kaynağıdır.
derin spoiler içerir baştan söyleyeyim de.

--spoiler-
filmle ilgili kafama takılan bazı komplo teorileri var. belki benim gibi düşünen birileri vardır diye paylaşmak istiyorum bunları. şimdi filmde alex, her türlü suçu işledikten sonra arkadaşlarıyla süt içmeye gidiyordu. bunu sürekli yapıyorlar, suç işleyip süt içiyorlardı. bir de eve gelince mozart ve beethoven dinleyerek günün yorgunluğunu atıyordu alex manyağı. klasik müziğin hastası olan hasta ruhlu bir karakter izliyoruz film boyunca. ama işte benim aklıma takılan, vicdanını temizlemek için mi sütü ve müziği kullanıyor? süt saflığın sembolüdür, müzik ruhun gıdasıdır falan ya hani. işlediği suçları böyle örtüyordu sanki alex. yani bu iki olgunun ben öylesine işlendiğini sanmıyorum filmde. mutlaka bir sebebi olmalı ve ben bunun vicdanının sesini bastırmak için olduğunu düşünüyorum. eğer bu teori doğrusa filmin verdiği mesaj inanılmaz cidden.

edit: ya aynı şeyi leon'da da izliyoruz. o da cinayet işleyip süt içiyordu. bu sütün olayını çözmem lazım amk.
--spoiler--
izlediğim en sarsıcı filmlerdendir.ee kubrick sonuçta.
bu filmi anlayan kişi belli bir zeka kapasitesinin üstündedir. sevip sevmemek ayrı mevzu, anlamak kilit kelime burada.
iyi yada kötü biz biz yapan seçimlerimiz bla bla bla...
tamam film güzel. insanı bir çok defa düşünmeye itekleyen mevzulara değinilmiş! fakat, bir çok kişinin dediği gibi şahaser, insanlık üstü gibi benzetmelerde sanki biraz abartılı. bir de demezler mi, hayatımı değiştirdi bu film. Yav okudum 11 sayfa yorum, herkes ah film böyle güzel, ah filim şöyle değişik. Tamam lan! ne anladınız bir de bunu deyin bize? ama demeyin tipik şekilde insanın dogasında bulunan şiddete eğilim, cinsellik güdülerinin hayvanca dısarı cıkartılısı, bunları tetikleyen faktörleri ortadan kaldırmaya calısırken tercihlerimizi bırakıp, bizden istenilen sekilde yaşamamız gerektigi krikolarını. Ne anladınız la cidden söyleyin hele ?
söyleyin kafamı kıçıma sokucam o derece!

edit: yalnız bir şey dikkatimi çekti ve bunu belirtmeden geçemeyecegim. stanley kubrick, masonlar ve illuminati temalarını cuk cuk diye oturtmuş filmin içersine. salep in üzerine serpiştirilmiş tarçın misali. hoş film afişi fazlasıyla gözler önüne seriyor bu gerçeği. anlamadıgım nokta, eleştirel bir yaklaşım mı yoksa, onlara peşkeş çekmek mi mesele işte burda düşünüyorum. ha birde popüler kültür araclarıyla ve gelişen teknoloji ile insanların robotlaştırılmasını ve istenilen kıvama gelmesini inceden inceye işlemiş senaryoya..
kitabından;

--spoiler--
dünyayı dolaşmaya koyuldum.evreni kapladım.deniz oldum.yıkadım tüm yaratıkları.akça pakça oldular.tertemiz pırıl pırıl oldular.günahlarını temizledim.düşünürlerin beynini yıkadım; orospuların apış arasını temizledim; bebeklere süt verdim; tüm genç kızları yanaklarından öptüm; koltukları tuttum,sarstım ve siyasileri düşürdüm yerlere...
--spoiler--
film müzikleri harikadır.
kaliteli bir stanley kubrick filmidir. beğenirsin beğenmezsin ama saygı duymak gerekir. bu tarz filmler sürekli yapılamıyor.
her sahnesi kalite kokan bir filmdir. stanley kubric deyince fazla söze gerek yok zaten.
+peki bu gence ahlaki bir seçim şansı tanıdınız mı?

repliğiyle akıllara kazınmıştır.
stanley kubrick filmi . bol bol masonik oge icerir.
arkadaşları ve ailesi tarafından gördüğü muamele sonucu ağlamama sebep olan, izlemekte geç kaldığımı düşündüren, adının da hakkını veren güzel film.
ilk izlediğimde başlarında çok kasan ama anlatılmak isteneni anlamaya başladıkça ''oha ne oluyor lan'' diye hayıflandığım, her zamanki gibi kendine has sıradışı etkileyiciliği olan bir stanley kubrick filmi.
normal romantik komedi izler gibi izlememek lazım aslında stanley kubrick'in filmlerini, hele ki bu filmde mevzu derin yani.
çünkü adam hastalık derecesindende öte kusursuzluk ve mükemmeliyetçilik anlayışı vardır herifin ve bunuda her filmine yansıtmıştır.
Beethoven delisi bir psikopatın öyküsüdür. Baştan sona mükemmeldir filmdir ancak,

beni en çok beynine görüntülerin kazındığı sahne de fon müziği olarak beethoven ın kullanıldığını duyduğunda

"Beethoven olmaz" diye isyan edişi etkilemiştir.

(ne müzik sevgisi, adam sapık ve psikopat ama müzikten anlıyor)
"I'm singin' in the rain.
Just singin' in the rain
What a glorious feelin'
I'm happy again.."
sözleriyle şarkı çığırılmaya başladığı an filmi daha bir sevdiğim stanley kubrick harikası.. Beethoven manyağı bir çatlağı ve çevreye verdiği zararları, iyileşme sürecini anlatıyor
baş rolünü malcolm mcdowell in oynadığı 1971 yapımı herkesin izlemesi gereken bir baş yapıt. alex in(malcolm) otoriter davranışları, geleceğin faşist devletlerinin faşizan yöneticilerine bir vurgu gibi adeta.