bugün

entry'ler (783)

gecenin şarkısı

Teoman - soluk soluğa.

minniemay benimle çıkar mısın

(bkz: dissosiyatif kimlik bozukluğu)

Geçen hafta kendime aşık oldum, 3 gün önce teklif ettim, dün kendi kendimi reddettim. ilgiye acım, hoşuma gidiyor iltifat. Dinimi her yerde savunurum ama memişlerim de gerçekte 75 olsa da 90b diyorum her sorana. Yüzüm erkeksi ama aşırı seksiyim bence. Bazen de gösteriyorum ama asla vermiyorum, keşke verebilsem ama kafamda deli sorular falan filan... Nasıl bir şeyim ben de bilmiyorum. Kaç kişiyim ben de çözemedim.

bohemian rhapsody

arabayla gece yolculuğu yaparken dinlenecek enfes şarkılardan biri.

direksiyon sınavı

sınav yerine gittiğim zaman onca kalabalığı gördüğümde ulan nasıl sıra gelecek bana, 100 küsür insan var sırada demiştim. aklıma bi piclik gelmedi değil hani.

arabaya binen ilk sürücü adayı bir bayandı ve tamamdır bu iş dedim kendime ve sıramı beklemeye başladım. bayan arabayı horultulu ve sümkürerek kaldırdıktan sonra harekete geçti ve bir tur attıktan sonra eski yerine geri döndü diyecem ama dönemedi, durması gereken yerin 20 metre ilerisine kadar sürüp durdurabildi ancak. sırada bekleyen ben ve diğer adaylar -hepimiz- arabanın epey gerisinde kalmıştık. ben de içimdeki piçleşmiş çocuğu dışarıya savurdum ve hocam ben arabaya gidiyorum haberiniz olsun dedim. hoca da koş koş diye gaza getirdi beni. böylece onca sırayı beklemekten kurtuldum. bayanın arabadan inmesini bekledim, henüz inememişti gerizekalı. kapıyı açmayı dahi bilmiyor. arabaya bindim, arkamda oturan gözetmenler heyecanlanma haroon sakin ol dediler. o ana kadar olmayan heyecanım ortaya çıktı, bilerek yaptılar sanki ibnetör gözetmenler. neyse, koltuk düzeltmesi, ayna ayarlaması derken vitesi bire attım. yok emniyet kemerini takmadım, hocamız siktir et takma demişti. ben büyük sözü dinlerim arkadaş. tam gaza basıp devriyajı hafif indireyim derken araba stop etmez mi o anda. eywah dedim içimden. yanımdaki yavşak gözetmene baktım, içimden ulan ibne hep senin yüzünden oldu der gibi baktım gözlerine. zira adam benim yerime yedek devriyaja basmış ve ben ayağımı devriyajdan çektiğim halde yukarı gelmiyordu devriyaj. araba da yanımdaki gözetmen sayesinde istop etmişti. allahtan diğer adaylardan 20 metre uzağız da rezil olmadık. soğukkanlılığımı korudum, bozuntuya vermedim. hoca araba istop etti deyince öyle mi ya deyip salağa yattım biraz ama tekrar çalıştırıp 1'e attım vitesi ya allah deyip istikamet ileri marş marş... 50 metre sonra kavşağa geldik o da ne?! kırmızı ışık! tüh şimdi yine arabayı mı kaldıracaz ya dedim içimden, hayıflandım. yeşil yanınca kaldırdım arabayı sağ salim ve o da ne trafik sıkıştı az ileride ve ben yine durmak zorunda kaldım, tüh yine kaldıracaz arabayı ulan iş çıktı yine başıma dedim. daha önce kursta bile bu kadar sayıda yapmadığım araba kaldırma pratiğini sınav sırasında yaptım. neyse devam ettik yola ve eski yerimize doğru dönerken, ben sol şeritte seyrediyorken sağ şeritte ilerleyen başka bir acemi de vardı. ikimiz normal seyrederken arkadan gaza köklemiş acemiler acemisi bir aday gelmez mi, eywah dedim aynaya bakarak, çarpacak bu dingil bize dedim. arkamdaki gözetmenler de tehlikeyi farkedince bana yavaşla biraz, arkadan hayvanın biri geliyor dediler. ben yavaşlamak yerine azcık sola yanaşıp arabayı bulvara doğru çektim ve kıl payı kala sürmeye devam ettim, arkadaki hayvan da benim ve sağ şeritteki adayın arasından hızla geçip gitti, böylece biz de arada gitmekten kurtulduk. hoca sağa çek, dur dedi.

sınav böyle geçmişti ben kesin kaldım o hayvanlar yüzünden dedim kendime. güvende hissetmiyordum kendimi. sınav sonucunu 2-3 saat sonra kursu arayıp sordum heyecanla. kaldım diye düşünüyordum ama geçtiğimi öğrendim.

özetle söylemek gerekirse sınav araba sürmekten ibaret değil.

bilmeniz gereken önemli 2 şey
- arabaya bindiğinizde heyecan sıfır ve güveniniz tam olmalı.
- aynaları kontrol etmezseniz puanınız acayip kırılıyor.

geçmiş olsun.

dünyanın en güzel üniversitesi

okuduğun yer zindan ise ve okumak istediğin bölümdeysen o zindan senin için saraydır arkadaş. güzel sözcüğü az bile kalır.

coker

an itibariyle trakya üniversitesi - Uluslararası Ticaret Bölümü'ne yerleştiğini duyduğum ve kendisi adına çok sevindiğim dostum, kardeşim. Başarılar diliyoruz kendisine ve başarılarının üniversitede de devam etmesini temenni ediyoruz.

the last detail

jack nicholson'un otoriter ve totaliter rejime karşıt görüşlü olan bir deniz askerini canlandırdığı film. bir nevi anarşizmin vücut bulduğu sahnelerden oluşan filmlerden biri diyebiliriz. nicholson'un mimikleri de eklenince film tadından yenmiyor tabi.

bir arkadaşıyla birlikte bir mahkumu hapse götürmek için görevlendirilen baddusky*, tren yolculuğu sırasında verdiği molada deniz askeri baddusky, arkadaşı ve mahkum için garsondan toplam 3 tane cheeseburger ister ve peynirlerin erimiş bir halde olması için uyarır garsonu. garson çizburgerleri getirir ve badussky çizburger'deki peynirin erimiş bir halde olup olmadığını mahkuma sorar ve mahkum da tabi diye cevaplayınca badussky mahkumu tersler, peyniri değiştirmesi için garsona geri göndermesini ister. mahkum meadows, "önemli değil" deyince badussky ısrar eder ve "parasını ödüyorsun, değiştir" diye ısrar eder. mahkum meadows, tekrar "önemli değil" deyince deniz askeri badussky'nin tepesi atar ve çizburger tabağını mahkumun önünden alır, garsona seslenir. garson gelince badussky bu peyniri eritmesini ister garsondan. garson da peyniri eritip tekrar masaya servis eder.
Daha sonra badussky mahkuma dönüp şöyle der: "Gördün mü Meadows? istediğin gibi olmasını sağlamak kolaymış"

filmin ileriki sahnelerinde ise trende yemek yiyen mahkum meadows, az kızartılmış bir yumurta ister ama tam kızartılmış bir yumurtayı önünde bulur. mahkum meadows, hemen garsona seslenir ve yanına çağırıp şöyle der: "az kızartılmış yumurta istedim". garson ise "zaten az kızartılmış" der. mahkum meadows "hayır değil" der ve garson değiştirmek üzere mahkumun önündeki tabağı alır.

filmde beni koparan iki sahne de buydu.

1973'ten beri var olan bir filmi bu kadar geç izlemiş olmak koyuyor bana sözlük. birimiz bol ketçaplı-mayonezli dürüm döner isteyince ve garson az ketçaplı getirince hangimiz garsonu yanına çağırıp da "bak buna az koymuşsun, değiştir lütfen" diyebiliyoruz? sıcak ekmek isteriz soğuk gelir. soğuk su isteriz ılık gelir. hiçbirine de sesimizi çıkarmayız, çıkaramayız. neden peki? kim kelepçe taktı ağzımıza da hep böyleyiz ve böyle olmaya devam ediyoruz? bu işte bir terslik yok mu? yanlış yapanları hep seyretmeli ve isteklerimizin zıddında hareket edenlere hep katlanmak zorunda mı kalacağız böyle? hayır sözlük, hayır. bin defa hayır! yeri ve zamanı geldiğinde bizim için ters giden bir durumu mutlaka bertaraf etmeliyiz, aksi halde karşı taraftaki bizi bertaraf edecektir. dikbaşlı olalım demiyorum ama sürekli başımız dik olsun istiyorum.

motor

mucidi yaşamış olsa gidip ellerinden öpecem.

müthiş: http://www.youtube.com/wa...re=player_embedded#at=274

turkcell den vodafone a geçme sebepleri

yıllardır müşterilerini soyup soğana çeviren, kanırtan, gücünü geçmişten alıp şebeke şebeke diye bağıran, gizlenmiş ve minarelere konulmuş baz istasyonlarıyla beynimizin damarını çatlatan, kafayı yedirten ve hayata bağladığını söyleyip kazığa bağlayan kapitalist gsm operatörü olan Turkcell, yaptığı onca densizliklerden sonra paylaştığım bağlantıda ne demek istediğimi iyice kanıtlamıştır.

http://www.youtube.com/watch?v=S3PmT1Hbd6Y

sözlük yazarlarının an itibarı ile düşündükleri

twitter'a yazılan cinstendir.

"Afganistan'ı darmadağın et, Bağdat'ı yok et, iran'ı tehdit et, Libya'yı felç et sonra da gel ekonomiden bahset. Ekonomine sokayım senin!"

karl marx

kanımca bu adamı dinden soğutan temel etken hristiyan burjuvazilerinin kendi içindeki adamlara bile acımayıp bu adamları proleteryaya çevirip daha da ezmeleri.

manifesto pestilinden birkaç alıntı yapacak olursak,

<i> "Ülke üretimiyle karşılanabilen eski gereksinimlerin yerini karşılanması uzak ülkelerin ve iklimlerin ürünlerini gerektiren yeni gereksinimlerin aldığını görüyoruz. Eski yöresel ve ulusal kapalılık ve kendi kendine yeterliliğin yerini, her yöndeki ilişkilerde ulusların evrensel bağımlılığının aldığını görüyoruz."

doğrusu bu adamla hemen hemen aynı kafadayız ama beni aşamıyor bir türlü bu kerata. Mutlaka bir eksiğini hissediyorum. Bu adamı, dahî sananlara teessüf ediyorum; ya ben neyim lan?

<ii> a) "Burjuvazi, köyleri kentlerin yönetimine bağımlı kıldı. Koca koca kentler yarattı, köy nüfusuna göre kent nüfusunu büyük ölçüde artırdı ve böylelikle nüfusun oldukça önemli bir kısmını köy yaşamının aptallaştırıcı etkisinden kurtardı.

b) "Nasıl köyü kente bağımlılaştırmışsa, aynı biçimde, barbar ya da yarı-barbar ülkeleri de uygar ülkelere, köylü halkları burjuva halklara, Doğu'yu Batı'ya bağımlı kıldı."

yine doğrusunu söylemek gerekirse, yıllardır kendi içimde tekrar ettiğim şeyi yıllar önce bu adam söylemiş ya, zoruma gidiyor be sözlük. Benden utanmıyorsa o ak sakalından utansın bari.

<iii> a) "Modern sanayi, ataerkil ustanın küçük atölyesini sanayi kapitalistinin koca fabrikasına çevirmiştir. Fabrikaya doluşmuş emekçi yığınları askerler gibi örgütlenmişlerdir. Sanayi ordusunun erleri olarak, mükemmel bir subaylar ve çavuşlar hiyerarşisinin komutası altına sokulmuşlardır."

b) "Onlar, yalnızca burjuva sınıfının, burjuva devletinin köleleri değildirler; makine tarafından, denetçi tarafından, ve hepsinin üstünde, tek tek burjuva imalatçının kendisi tarafından günden güne, saatten saate köleleştirilirler. Bu despotluk, hedef ve amacının kazanç olduğunu açıkça ilan ettiği ölçüde daha aşağılık, daha nefret uyandırıcı ve daha isyan ettirici olur."

<iv> a) "Geçmişteki bütün mülkiyet ilişkileri, tarihsel koşulların değişmesiyle durmadan tarihsel bir değişikliğe uğramışlardır. Örneğin, Fransız Devrimi, kendi yerine burjuva mülkiyetini geçirmek için feodal mülkiyeti ortadan kaldırmıştır."

b) "Komünizmin ayırdedici özelliği, genel olarak mülkiyetin ortadan kaldırılması değil, burjuva mülkiyetinin ortadan kaldırılmasıdır. Ama modern burjuva özel mülkiyeti, sınıf karşıtlıklarına, çoğunluğun azınlıkça sömürülmesine dayanan, ürünleri üretme ve mülk edinme sisteminin en son ve eksiksiz ifadesidir."

c) "Bu anlamda, komünistlerin teorisi tek bir tümcede özetlenebilir: Özel mülkiyetin ortadan kaldırılması."

yine doğrusunu söylemem gerekirse, şerefsizim aklıma geldiydi bu.

<v> a) "Burjuva toplumda, geçmiş, şimdi yaşanılan zamana egemendir; komünist toplumda ise, şimdi yaşanılan zaman, geçmişe egemendir. Burjuva toplumda, sermaye bağımsız ve bireyseldir, yaşayan kişi ise bağımlı ve bireylikten yoksundur."

b) "Politik iktidar bir sınıfın bir başka sınıfı ezmek için örgütlenmiş gücünden başka bir şey değildir."


"b" öncülünde amcamız çok haklı. Kısacası bu amca şeriatin gelmesini istiyor ama hiç çaktırmadan bunu söylüyor. Yalnız sakalları onu çok güzel bir şekilde ele veriyor, söyleyeyim yani.

ve son olarak şunu paylaşalım;

<|> "Komünistler, görüşlerini ve amaçlarını gizlemeyi küçüklük sayarlar. Onlar, hedeflerine ancak, mevcut bütün toplumsal koşulların zorla devrilmesiyle ulaşabileceğini açıkça ilan ederler. Varsın egemen sınıflar bir komünist devrimi korkusuyla titresinler. Proleterlerin zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyleri yoktur. Kazanacakları koca bir dünya var. BÜTÜN ÜLKELERiN iŞÇiLERi, BiRLEŞiNiZ ULAN!"

kısaca söylemem gerekirse marx amcamızın biraz daha efor sarfetmesi gerekirdi bu konuda. az çalışmış olacak ki hâlâ ezen ve ezilenler duruyor ortalıkta. gitgide sistemin komünizme kayacağını iddia etse de ben buna katılamayacağım ne yazık ki. ezen ibne, ezilen suskun olduğu sürece bu böyle devam eder hep.

not: copy past değil, alın teri. oku oku yaz yöntemiyle buraya dizilmiştir.

karizmatik cevaplar

friendfeed'de gezinirken ekranıma bakan feysbukçu kardeşimle aramızda geçen repliklerdir.

kardeşim: sen ne anlıyorsun bundan yani?
haroon: senin anlayamadığını.

teoman tipi mutsuzluk tanımları

h: teo'cum, 44 yaşına bastın. duygularını alabilir miyim?

teo: tüm bu garip duygular bir tür iç kanama

h: istersen ambulans çağıralım, tedavi ol

teo: bazen bir içki şişesi, yaşam destek ünitesi...

üçüzlere verilebilecek isimler

devlet tayyip kemal

yaran başlıklar

(bkz: defansı nadasa bırakmak)

defansı nadasa bırakmak

tarım alanı sıkıntısı nedeniyle bir takımın savunma alanını defans oyuncularından bir süreliğine arındırması ve toprağı sulaması.

özellikle yağışın bol olduğu ekvator bölgesinde bulunan takımların tarımdan elde ettiği gelir fazla olacaktır. elde edilen gelirle rakip takımın birkaç tane ermenike misali oyuncusu satın alınıp maçlardan rahatlıkla galip çıkılabilir. tabi bunlar türkiye ortamında şu an imkansız gibi görünse de... şülülüp-tülülüp deyip susalım şimdilik.

arcangel

(#12515050) şiiriyle beni mesteden ve bana bazı şeyleri derinden hissettiren şair ruhlu yazar.

bmw

bmw dakikası 66 kuruştan araba dağıtmaya başlamış. keşke "genç tarifesi" de uygulasa. 15 dk'sı 50 kuruş...

türkçe şarkılarda geçen mükemmel sözler

çocukluğun anıları
sırtında ağır örtü
üşütendir aslında
kış gecelerini

(bkz: teoman)

ayrıca teoman'ın tüm şarkı sözleri buna dahildir.

0 00 000 0000 00000 000000 0000000 00000000

8x9/2 'den toplam 36 tane sıfır olur.

topla, ne yapar?

(bkz: kaldı mı dohuz)