bugün

kübalı bakirenin santiago sahilinde sardığı puro

liman uzakta göründü. bir yaz akşamınn yorgun telaşı yüzünde hissediliyordu erektus'un. buraya en son bir yıl önce gelmişti. kübaydı burası.. iki haftalık uzun yolculuk boyunca birkaç tane yol üstü limana uğramışlar, gerekli teçhizat ve gıdayı depolamışlardı. bu kısa aralardan sonra karaya hasrettiler. şimdi ise malı indirecekleri ve santiago de cüba limanı hemen önlerindeydi artık. bu şehir güneyin incisi kübanın birincisiydi.

"o la la cüba viva viva" diye bağırdı demir attıklarında. onca yolculuğun sonunda sanki hiç yorulmamışlar buradaki insanların içindeki samimiyeti ve sıcaklığı önceden bildikleri için bütün yorgunlukları kendiliğinden geçmişti. erektus ve iki hergele arkadaşı kaptandan "2 gün izinlisiniz daha 3 gün burdayız" lafını duyduktan sonra 3 hergele birbirlerine kısa bir an baktı, gözleri hepsinin parladı.

akşam olmuş güneş ufuk çizgisinde kaybolmuştu. limanın ötesinde yerel yemekler de yapan bir balıkçı restoranına girdiler. burada herşey çok ucuzdu. ne de olsa kapitalist sistemin çarklarının dönmediği, üretilen herşeyin birlikte paylaşıldığı ve insanların daha çok duygularıyla yaşadığı bir yerdi küba. siparişlerini verdiler.masayı donattılar. nerdeyse her şeyden, ismini bilmedikleri yemeklerden , karides salatası ve güzel şaraplarla masayı süslediler. sahnede, uzun siyah saçlı bir kız iki gitara eşlik ediyordu. siyah gözlerinden çıkar gibiydi ses. dudakları sadece kıpırdıyordu. müzik o kadar yumuşaktı ki, onlar için hiç bilmedikleri bu lisanın hiç bir önemi yoktu o an...sohbet çok dingin giderken bazen şuh kahkahalar yükseliyordu masalarından. hani dublajı yapılmamış filmlerdeki kahkaha sesleri gibiydi diğer yabancı masalara.

diğer yan masada oturan 4 kübalı kız kendi aralarında eğleniyorlar, maria'nın doğum gününü kutluyorlardı. bunlar daha 20 21 yaşlarında 4 arkadaştı. doğum gününün sürpiz anı çoktan geçmiş muhabbet ve ilgi azalmıştı. yan masadaki hergeleler dikkatlerini çekmiş, birbirlerine hiç söylemeden sadece ruhlarıyla onlarla eğlenmeyi hepsi kafasına koymuştu. hepsinin arka bilincinde şu vardı aslında. bugün özel bir gün olmalıydı doğum gününe yakışır ve biraz da aykırı bir gün...

gece ilerlemiş müzik kendini daha hareketli küba ezgilerini bırakmıştı. sevgilisini alan dans ediyor şarkılar koro halinde çıkıyordu artık ağızlardan. erektus yan masadaki biraz önce kaçamak bakışlarla gözlerine küçük bir yolculuk yaptığı küçük maria'ya doğru yöneldi. hiç birşey demeden elini havada tutarak dansa davet etti. arkadaşları hadi der gibi ona baktılar maria'a pek nazlanmadı..

önce elleri kavuştu sonra erektus elini kızın belinde kavuşturdu. ikisi de mıknatıs gibi birbirlerini çekiyorlar ama yeni tanışmanın verdiği utangaçlıkla mesafeli durmaya çalışyorlardı. oysa bu durum onları daha da birbirine çekiyordu. yasak bir şeye dokunma isteği gibi. yasak elmayı ıssırmak gibi...

dans bitti dışarı çıktılar. gece epey ilerlemiş sahil uzanıyordu ayın vurduğu kıyı boylarında olabildiğince. yürüdeler el ele.. ilerde balıkçı barakaları artık çokdan terkedilmişti..bir şilteye oturdular karşılarında deniz. erektus bir sigara çıkardı. tam yakacakken kız eliyle sigarayı aldı dudaklarından. dudakları öksüz kalmıştı. erektus'un konuşmasına fırsat vermeden parmağıyla dudaklarını kapattı...

+ ben sana puro saracağım.
- nasıl olacak o?
+ ben puro fabrikasında çalışan bir işci kızım bu işleri iyi bilirim.
- gerçekten mi?( erektus'un aklına dilden dile dolaşan şehir efsanesi geldi. şu bakire kızların bacaklarında sardıkları o eşsiz purolar, düşüncesi bile yetti)
+ gerçekten.
- hadi o zaman. görelim marifetini.

maria çantasından bir tablet ve uzun bir aromalı tütün çıkardı. eteğinin yırtmacı araladı. teni billur bir kurbağanın karnı gibi parladı. artık ustalaşmış minik elleriyle yavaşca sardı. erektus'a baktı. gözlerinde şaşkınlık ve pırıltıyı gördü. onun içindeki hayvanı uyandırmıştı artık.

+ al dedi dudaklarına yerleştirdi puroyu. ama kendin yakmalısın işin rajonu bu.

erektus bişey söyleyemedi. hala aklı, o pürüzsüz tenin değdiği ve harmanlandığı bu aromalı tütünün ucunun tam dudaklarında olmasındaydı. maria'nın kokusu ve tadı tütün kokusuyla karışık tadı ağzında ve kokusu tam burnundaydı. birkaç dakika öylece durdu yakmadan..

+ hadisene ne duruyorsun yak artık!

babasından yadigar muhtar çakmanı çıkardı. gaz kokusu havaya renk kattı. içerken aklına sıcak denizler, kakao kokuları, karamel, tarçın, bergamot sıcak ne varsa o tatlar geldi. bütün bunların içinde ise maria'nın tadı..

dudakları kenetlendi. elleri birbirinin ellerine geçti. bıraksalar dişleri kenetlenecek gibiydi. tutkuyla öpüştüler. günlerce aç bırıkılmış kurtlar gibi sarıldılar birbirlerine. sonra da sakinleştiler. yumşak öpüşler ve dokunuşlar aldı yerini. tutkulu hararetli bir şarkıdan hüzün ve neşenin kardeş olduğu bir slow şarkı gibiydi artık birbirlerine dokunuşları.

erektus biraz önce puronun sarıldığı o baldıra elini götürdü . yırtmacın arasında kayboldu erektus'un eli, yavaş yavaş. maria derin bir ahh çekti. hırıltı ve zevk gözlerinden döküldü.

maria'nın gözleri:
+ seni istiyorum hadi... diyordu artık.

şiltenin üstüne kıvrıldılar. tenleri birbirine karıştı. yan tarafta yarım kalan puro yanmaya devam ediyordu ve kokusu sevişme mahallinde üstlerine sıcak sıcak yağdı...

(kızın bakire olup olmadığı muamma. sormadım da zaten erektus'a. hem o da söylemedi... hem ne farkeder ki.

(bkz: erektus un hınzır ve erotik hikayeleri)