bugün

çıplak şölen

bu muazzam kitabı yeniden çeviren algan sezgintüredi önsözünde şunları yazmış:
David Cronenberg'in Çıplak Şölen'den yola çıkarak çektiği aynı adlı filmini, yanlış hatırlamıyorsam 90'lı yılların başlarında videosunu kiralayıp izlemiş, kitabınıysa çıktığı ilk birkaç gün içinde almıştım. Her ikisinden de neredeyse hiçbir şey anlamadığımı itiraf etmeliyim: bahsedilen dönemlere, ortamlara, yaşamlara ait hiçbir bilgim yoktu. Fakat merak ediyordum: kötü bir okur ve izleyici sayılmazdım; öyleyse yirminci yüzyıl edebiyatının doruklarından sayılan, pek çok sanatçıyı derinden etkilediği söylenen bu eseri nasıl kavrayamıyordum? Yanıtları yıllar sonra, çevirisini üstlendiğimde buldum. Yanıtlar diyorum çünkü iki yanıt vardı: Birincisi, Çıplak Şölen&'i izlediğim ve okuduğum yıllarda sandığım kadar iyi bir sinema izleyicisi ve okur olmadığımdı (haliyle artık her iki konuda da bir şey sanmıyorum). ikincisiyse Burroughs'un eserini zaten ve özellikle edebiyattan, sanattan anlıyor geçinenler, yüksek eğitimli entelektüeller kolayına anlayamasın diye yazmasıydı ki bu açıdan birinci ve ikinci diye saydığım yanıtlar, tıpkı Burroughs'un okuyacağınız eserin sonlarındaki önsözünde söylediği gibi birleşiyor, tek görüntüye, tek sese bürünüyordu. Burroughs uyuşturucu krizlerinde yaşanan kâbussu sanrılar ve ıstırabı görsel yazıya olanca sertliği ve şiddetiyle döküp junkgenel adıyla anılan ağır uyuşturuculara karşı uyarısını yaparken bağımlılıklar üzerine kurulu genel anlamda kontrol ve iktidarın dehşetini, uyuşturucuyla, seksle, kitle iletişim araçlarıyla, hükümetlerle, yasalarla özgür insan iradesine yapılanları, özellikle eğitimli, kendisini aydın gören okuru, gözündeki bencil perdeyi söküp atmaya, önyargılarını silkelemeye ve ta derinlere gömülü şefkat ve hoşgörüsünü kazıp çıkarmaya zorlayarak anlatmaya çalışıyor, okuru "kafa ve vicdan çalıştırmaya" iteliyordu.
Çıplak Şölen'de anlatılanlar aslında Burroughs'un yaşamını yansıtıyor ve "Güney"de büyümesini, zengin ailesini terk edişini, eşcinselliğini, New York'ta uyuşturucu kullanışı ve satışını, polisten kaçışını, Meksika'ya geçişini, de facto eşi Joan Vollmer'ı kazayla öldürüşünü, Meksika'dan Panama'ya ve ardından Güney Amerika'ya gidişini ve sonra, o dönemde açık şehir olan Tanca'ya geçişini bilmek kitabı kısmen kavramaya epey yardım ediyor. Yaşamöyküsüne dair fikir edinmenin yanında, Türkiyeli veya genel anlamda Doğu kültürüne haiz okurun Çıplak Şölen'i okumada önemli bir avantajı daha var: Burroughs, bu muazzam 1950'ler toplumu eleştirisini yazarken özellikle Amerikan entelektüellerini sarsmayı, Batı düşünce ve kavrama tarzını paralamayı hedefliyordu (başardığı kesin). Çıplak Şölen bildik, yüzeysel kavrama çabasıyla ve özellikle Batılı kafasıyla kolayca okunabilecek bir kitap değil; bu açıdan bakıldığında anlaşılması sahiden neredeyse imkânsız. Belli bir gevşeme, sabır, işi oluruna bırakma gerektiriyor ve bunlar, dinsel kısmının yanında "rasyonel" eğitimli Batı beyninin (en azından o dönemde diyeceğim ama aşağıda birkaçının adını zikredip teşekkürlerimi sunduğum birçok Amerikalı okur, Çıplak Şölen'in hâlâ tam anlaşılamadığını söylüyor) zayıf kaldığı konular. Öte yandan bizler, "Doğu" kültürünün "Batı"ya en yakın yerinde ve ciddi etkisi altında yaşamakla beraber sonuçta dilimizden itibaren hemen her anlamda "formüle" gelmeyen, hissetme ağırlıklı bir kavrayış tarzının çocuklarıyız. Bu bakımdan Çıplak Şölen'in talep ettiğini karşılayacak duygusal donanıma, derinlikten uzak, gündelik kültür bombardımanı sayesinde epey törpülenmekle birlikte, hâlâ sahibiz.