bugün

kıskanmak

''abisi ve güzel karısının yanında sığıntı gibi yaşayan Seniha'nın onların hayatını mahvediş öyküsünü anlatıyor. yasak bir ilişkinin bu üçlü arasında doğurduğu uçurumu işliyor. Yapımcı Yerli Film'in basın bülteninde belirttiği gibi Seniha aslında yengesi Mükerrem'e kıskançlık duymuyor; her şeye sahip olan, gölgesinde yaşadığı, kaderi ona kul köle olmak olan abisini kıskanıyor. Ancak filmin yapımcısının bile bu hataya düşmesinden yapım şirketini değil bizzat Zeki Demirkubuz'u sorumlu tutmalı. Çünkü biz izleyenler de, değil Seniha'nın aslında abisini kıskandığını, filmin başlığı olmasa ortada bir kıskançlık duygusu olduğunu bile anlayamazdık. Seniha filmin başından itibaren, her ne kadar kompleksleri, eğretiliği ve sosyal konumu dolayısıyla uzak, soğuk, kaskatı bir tipse de, Mükerrem'e karşı son derece açık sözlü ve nazik görünüyor. Üstelik sadece öyle görünmüyor, ona iyi niyetle yaklaştığına çoğu kez kasten şahit ediliyoruz. Seniha filmde daha çok bir başkasıyla değil, yalnızca kendiyle bir derdi var gibi görünen içine kapanık sert bir karakter sadece. Senaryo, sinema dili ve performansa baktığımızda Seniha birdenbire kötülük peşine düştüğünde nedenini anlayamamız yetmiyormuş gibi bir bildiği olduğunu düşünebilecek denli şüphe etmiyoruz ondan. Filmin başlığı ve Mükerrem'in kıskanılacak kadın halleri bizi filmin dörtte üçünde izlediğimiz bu iki kadın arasında bir haset olduğunu beklemeye itiyor. Yönetmen bize kendi öyküsüyle ilgili ipuçları vereceğine biz kendi mantığımıza, sezgilerimize ve sinema bilgimize sığınıyoruz. Ancak bu bilgi ve görgümüz yönetmen koltuğunda karşılık bulmuyor ki filmin sonuna gelindiğinde başladığımızdan daha kafamız karışık bir şekilde ayrılıyoruz salondan. Ve iş işten çoktan geçmişken bile soruyoruz: "Şimdi bu adam bize neyi anlattı? Neyi anlatmak istemişti de olmadı?"
Filmin belkemiğini oluşturan duygunun yoksunluğu ya da belirsizliği bir yana, çıkış noktası olan romanın sinema yorumu da son derece problemli. Demirkubuz nasıl romanın adına ve birini belirgin bir şekilde çirkin birini güzel yaptığı karakterlerinin yan yana gelişlerindeki doğal sonuçlara güveniyorsa, uyarladığı romanın edebi gücüne, nüktedanlığına, hatta zamanı ve ruhu taşımasına da öyle yaslanıyor. Film adeta roman için bir kukla şovu. Oyuncular sanki ne söylediklerini anlamadan dursuz duraksız kelime talimi yapıyor; kostümler ve sanat yönetimi adeta romanın perdeden geçip izleyiciye akmasını umuyor sessiz ve pasif. Söylemeden geçmek olmaz: namuslu Mükerrem'in aklını çelen sosyetik kazanova Nüshet'e ne demeli! Dönem filminde dönemine uymayan bir görünüm, hal ve tavır içindeki bu adam/çocukta ne bir karizma ne gizem ne alım var. Bırakın o dönemdeki Mükerrem'i şu dönemde de her dönemde de solucan görünüm ve mizaçlı bir karaktere neden aşık olunsun? Gerçek hayatta böyle gariplikler olabilse de, iş film kahramanlarına geldiğinde izleyiciye -en azından- karakterler açısından bu duyguları mantıklı kılacak veriler sağlanması sinemanın en basit gereklerinden değil midir? Bu filmdeki sevgililer kimin mantığına sığar? Gördüğüm en başarısız oyuncu seçimi bu olsa gerek. Pes doğrusu! Hal böyleyken, Kıskanmak'tan övgüyle söz etmek çok zor oluyor. Umuyorum ki ne edebiyat, ne tiyatro, ne resim, ne felsefe, yalnızca tüm bunları ve çok daha fazlasını derinlerinde barındıran, ama usul usul, ama kendine has olan sinemayı sinema gibi yapmayı bilen Türk filmleri izleriz. Böyle filmler bu özlem duygusunu depreştiriyor nasılsa.''
http://www.siyad.org/article.php?id=2975