bugün

oğuz atay a mektup

hocam,

Kurbağalar kadar olgun karşılayabilmek isterdim kayıplarımı, bana lakap takan insanları, ve de sorgulayanları. Baksana abi kurbağalara, sesleniyorlar dalga geçercesine, "minik kurbağa, minik kurbağa", zerre umurunda değil, rahat.

Ama bize böyle dış görünüşümüzle ilgili bir notasyonda bulunarak seslenseler bozuluruz, kısa boylu ve de adını bilmediğin birine "minik insan, minik insan" diye seslenebilir misin. Seslenemezsin ki hiç, alınır buna, ki onu suçlamıyorum, ben olsam ben de alınırım. Ama kurbağalar rahat, mutlu, yeşil bir kere, huzurlu, bizim rengimizin bile adı yok oğuz abi, tenimizin adına, "ten rengi" demişiz, egomudur bu, tüm insanlık olarak egolarımız bu kadar mı yüksek. Herkes aslında senin o güzel kitabında ki hikmet benol karakterimi.

Konuya döneyim abi, uzatmayayım, sonra soruyorlar, sorguluyorlar kurbağayı, diyorlar ki "kuyruğun nerede". Abi söyler misin, ten rengi bir insana, mesela arabası olmadığını bile bile "araban nerede" desen, buna alınmaz mı. Hele kısa boylu olsa ve sen "minik insan, minik insan, araban nerede" desen, mizacına göre o adam senin ağzını burnunu kırmaz mı, ya da bunalıma girip eve kapanmaz mı. Neden oğuz abi, neden kurbağalar gibi olamadık, gamsız ve mutlu.

Bak kurbağa nasıl cevaplıyor soruyu, "kuyruğum yok, kuyruğum yok, yüzerim derede", bu özgüveni, bu kendinle barışıklığı arıyorum abi ben, böyle olmak istiyorum. Kısa boylu ten rengi arabası olmayan adamın, "arabam yok, arabam yok, akbil basarım otobüste" şeklinde cevap vermesini istiyorum soruma.

Çok şey mi bekliyorum hayattan oğuz abi. Selim'de mi çok şey bekliyordu.

Eksper-i mental