bugün

istanbulda vurularak öldürülen okul müdürü

utanmamız ve sorgulamamız gereken gereken nice durumun varlığını yüzümüze çarpan olaydır.

Bir öğretmen, yabancı uyruklu bir kişi tarafından öldürüldü. Bir öğretmen, öğrencisi tarafından öldürüldü. Bir öğretmen öldürüldü. Bir insan öldürüldü. Bir canlı öldürüldü...

Maalesef ki sıraladığım cümlelerin her birinin aynı hissi vermesi gerekirken, ülkemizde insanların, siyasi görüş, etnik köken, icra ettiği mesleğe göre cümlelerle kurduğu bağ farklı oluyor. Mesela öldürenin nereli olduğu mu daha önemli? Öldürenin kim olduğu mu? Öldürdüğü kişinin nesi olduğu mu? Yoksa ölenin mesleği mi? Cinsiyeti ya da türü..?

Herkese lazım olacak adalet, bu kez yine sizin dahil olmadığınız bir grup tarafından talep ediliyor diye umrunuzda değil mi mesela? Ya da zaten yeterince itibarı yok edilmiş bir meslekle ilgili her şeyi söyleme haddi, hangi fazlalığınızdandı? Bu defa giden bir can var diye konuşmaya utanacak olan vardır belki. Bir de yine bunlar bir şeyler söylemeye başladı diyenler var. Öğrenci sıralarındayken de yüksek ihtimalle aynı cümleleri kuruyordular. Sahip oldukları, paradan ibaret olduğu için, tüm yaşam kriterlerini ona göre belirleyenler... Ulaşılabilir bir mesleğe dil uzatmak kolay sanırım. Herkesin hayatından geçen ve geçtiğini hissettiren bir meslekten bahsediyoruz nihayetinde. Kimine yoğun hisler bırakırken kiminin kalbine ürkütmeden dokunan bir meslek. Elbette ki kimine göre de olumlu hiçbir etkisi olmadığı iddia edilen... Ancak herkes haddinden o kadar fazla fikir sahibi ki. Oturduğu binanın mimarı, mühendisi hakkında değil, bina çökene kadar. Teşhisi tek muayenede koyamayan, hatta yanlış teşhis koyan doktor hakkında değil, durum kötüye gidene kadar. Arabasını tamire götürdüğü usta hakkında değil, yolda kalana kadar. Adil olmayan yöneticiler hakkında bile değil, kendi canı yanana kadar. Bizler doğruya giden yolu aydınlatmaya çalışanlar olduğumuza göre ve bu kadar işimize karışıldığına göre bu defa yok olan doğrular sanırım. Neden dil uzatmak bu kadar kolay oldu bu mesleğe diyen yok. Tabi öğretmenler eskisi gibi değildir. Öğrenciler ya da diğerleri eskisi gibi mi? Hem eskisi gibi olan da eski kafalı oluyor ya..! Neden bu kadar kolay dil uzatmak? Maddi kazanca göre değil sadece. Çünkü yazarken bile doktorları düşündüm, aynı itibarsızlaştırma onlara da yapılıyor. Keza gururla anlatıyor şantiyedeki ustalar, mühendisten fazla kazanmalarını... Babasının dükkanında para al, ürün ver yapanlar da... Size de lazım olduğunda hakkaniyet, bugün yerdikleriniz sesiniz olacak emin olun!

Nereyi eleştireyim ben şimdi. Muallimden fazla maaşı olmayan mebuslardan buraya gelişi mi? itibarın tek kriterinin para üzerine kurulu olduğu düzeni mi? Cehaletin cesaretle olan ilişkisini mi? Sanırım en önemlisi yapılan yanlışın, yapanların yanına kâr kalmasını dile getirmek lazım.

Dünyamızda yıllardır farklı aralıklarla felaketler oluyor ve her birinde ihmalden, yapılması gereken ama yapılmayan şeylerden bahsediliyor, bu işleri yapması gerekip yapmayanların kim olduğuna hiç dikkat edilmiyor yani sorumludan hesap sorulmuyor ve olayın sıcaklığı kaybolunca herkes yine bildiğini yapmaya devam ediyor. Herkesin bildiği, zaten durumu felakete götüren şey olsa da... Yani apaçık belli ki herkesin bildiği diye bahsettiğimiz, doğru olan değil... Bugüne kadar yaptığı yanlışlarına ya da yapmadığı doğrularına ses çıkarılmadığı için aynı şeyleri yapmaya devam etmeleri, en masum tabirle, alışkanlık ya da başka bir bakışla pek âlâ arsızlıktı. Oysa meselenin çözümü için gerekeni, sorumlu olan her merci biliyordu. Birçok sorumlu merci de sorumlu bir diğer mercinin, bu olaydan daha sorumlu olduğunu iddia etmeye çalışıyordu. Çünkü buna, ötekileştirme deniyordu ve olayı, başkasına daha çok mal ederek kendinden uzaklaştırmaya; kendini ya da en azından olayla ilgilenenlerin bir kısmını, buna inandırmaya çabalıyordu. Olay, ötekiyle ilgiliydi en çok. Onunla değil. Çünkü öyle olsa hesap vermesi gerekirdi, önce kendine, hala çalışıyorsa vicdanına, sonra sorumlu olduğunu hissettiklerine, sonra da olayla bağlantısı olduğu söylenebilecek herkese...

Ötekileştirerek önce kendini durumdan uzaklaştırmak ve atılması gereken adımların neler olması gerektiğini biliyor olmasına rağmen önce başkalarının atması gereken adımlara odaklanmak ve ilgili herkesin dikkatini de o yöne çekmek, tüm sorumluların, hesap verecek kişinin kendileri olmasını engelleme yoludur...

Biz de yanlışlar yapıyor ve yıkımlara sebep oluyoruz. Doğal afet olmasa da kaynağı biz olan felaketler oluşturuyoruz, bir kısmının farkında olmasak da. Kendimize, atmamız gerektiğini biliyor olmamıza rağmen atmadığımız adımların hesabını soruyor muyuz peki? Cevabımız evet de olsa hayır da olsa biz adımları atmadık diye bizi uyaranlara karşı hırçınlaşıyor muyuz peki? Cevabımız evet ise bu da bizim, sorumluluğu üzerimizden atma, ötekileştirme yolumuz mudur acaba?( Bir önceki soruya cevabımız evet ise buna da cevabımız evet olmak zorunda.) Olay hakkında söz sahibi olabilecek olanların yorumlarına, "sen karışma, bu benim işim" derken ya da bunu en azından içimizden söylerken, zaten işimizi yapmış olsaydık, kimsenin karışmasına gerek kalmayacağını da biliyor muyuz peki? Aslında evet, eminim biliyoruz. Ama gereğini yapmıyoruz ve yanlışımız olmasına ya da bunun fark edilmesine ya da bunun hesabının sorulmasına tahammül edemiyoruz değil mi? Gerçekçi olalım lütfen. En azından içimizden... içimizden başlar çünkü her şey... Mahkemeyi önce içimizde kurup, önce kendi kendimizi hesaba çekecek olursak, o mahkemede kendimizi suçlu bulsak dahi kazanan biz oluruz çünkü. Kendi yanlışlarımızın farkındalığını, olayı bizden öte hale getirme çabası yerine, olaya çözüm bulma çabasına dönüştürmek, atılabilecek adımların en anlamlısıdır.

Biz, sorumlusu olduklarımız için ötekileri öne sürmezsek, herhangi bir "öteki", bizim sorumlu olduklarımız için beri gelme hakkına sahip olmaz. Sorumlu olduklarımızı içselleştirmek, sorunları öteye götürmenin ilk adımı olsun. içimize bakalım ki işimize "doğru" bakalım...