bugün

minimal yaşam

özendiğimdir.
işlevi kapladığı yerden fazla olmayan, rengiyle, büyüklüğüyle göz yoran, bir yığının altında yaşıyormuş hissi veren karanlık ve dopdolu odalar ruhumu sömürüyor. maalesef her boka "ay yaparım bunu!" diye el atma huyum yüzümden fazlaca hobim, fazlaca eşyam var. aslında beni yoran çoğu şeyi attım sattım azalttım yine de hâlâ tam anlamıyla iyi hissetmiyorum.

ama olmuyor. hayatıma katmak istediğim düzeni yine eşyalarla sağlamak zorundayım. 2 tane çekmeceli dolabım olacağına güzel bir şifonyer alayım orda burda duran her şeyi yutsun diyordum en ucuzu 300'den başlıyor. minimal yaşamın özü olan "sadece sevdiğini elinde tut" mantığını yaşatmak için kıyafetlerimi eleyeyim diyorum sevdiğim adam akıllı bir şey çıkmıyor. sırf bedeni oluyor diye zorunluluktan alınmış, beğenmediğim, yakışmayan kumaş yığınları gibi görünüyorlar gözüme. insanın bedeni minimal olmayınca ruhu daha da çok sıkışıyor.

bembeyaz bir ev, mutfağında tel dolap bayıla bayıla kullanacağım tabaklar bardaklar, güzel ve derin kıyafet dolapları, bir masa ve sandalyeleri, büyükçe bir koltuk ve yatağım olsa evimde. olmazsa olmazlarımı da yavaş yavaş yerleştirsem ve benim diyebilsem.
neyse.
bir gün olacak.