bugün

sozluk yazarlarindan oykuler

Bir Deniz Öyküsü

Karanlık ve soğuk. işte yine aynı denizin kıyısındayım. Aynı sulara bakıyorum. Bu alışkanlığı nereden edindim bilmiyorum. Uzun uzun bakarım içine gireceğim suyun dokusuna. Sanki orada bir yerde, hep aradığım ama hiç bulamadığım, dokunamadığım bir şeyler var. Gözlerimi suya dikiyorum.

Karanlık. Oysa ben buraya hep güneşli, mavi, sıcak, ışıklı günlerde gelmiştim. Siyah yoktu bu tabloda. Oysa şimdi bu su, siyah, soğuk, yalnız bir yorgan gibi uzanıyor. Uzaklarda, karanın denize geçirdiği bir başka diş görünürdü şimdi üzerinde durduğum bir diğerinden bakınca. Şimdi ne bir ışık, ne bir ses; ne orada, ne burada. Karanlık. Göremiyorum.

Ve soğuk. Montumun kollarını biraz daha büzüyorum. Nemli, hayır, düpedüz ıslak rüzgar parmaklarımı ısırıyor, ciğerlerimi yakıyor. Saçmalıyorum. Ayak bileklerime kadar suyun içinde olmam, bu denli üşümemde en önemli sebep aslında. Bu karanlık, tarifsiz su ve ele avuca sığmaz bir çocuk gibi ortalığı süpüren ıslak rüzgar… Soğuk ve ben üşüyorum.

Bir koydu burası. Fakat burası, hayallerimde kurup kavuşabildiğim o aynı yer mi hala? Evet, her şey aynı aslında. Aynı su, aynı kayalar, aynı kıyılar. Ama karanlık ve soğuk şimdi. Issız bir de, hiç olmadığı ve olamayacağı kadar ıssız. Oysa, denizin karaya verdiği bir armağandı bu su ve eskiden masmaviydi. Onu mavi kılan, onu gören gözlerimizmiş. Sıcağını var eden tenlerimizmiş. Işığını var eden ise güzel sabahlarında uyanışlarımızmış. Bütün bunları şimdi anlıyorum.

Karşı kıyı ne kadar uzaktı? Yüz metre? Belki iki yüz? Belki de beş yüz. Bilmiyorum. Şöyle diyebilirim: Karşıdaki tek katlı bir bina, bir parmak boğumum kadar görünürdü koyun bu tarafından. Ve ben karşı tarafa bundan önce de geçtim. Önceleri imkansızdı bunu yapmak. Ciğerlerim tükeniyordu. Ama bir gün yine de devam ettim, geri dönmedim yolun yarısından. Boğulmak olasıydı ve şimdi o ilk seferki gibi bir his var içimde. Çünkü karanlık ve soğuk. Korkuyorum.

Artık soyundum ve ayak bileklerime kadar bu karanlık, hafifçe dalgalanan sudayım yeniden. Eskiden olduğu gibi, ışıldayan balıkları görmek mümkün değil bu ışıksızlıkta. Martılar ve kırlangıçlar da terk etmiş bu koyu, belki herkesten daha önce. Eğilip suya bakıyorum tekrar. Eskisi gibi, uzun uzun bakıyorum. Görmek için değil, sırf bakmak için bakıyorum boş gözlerle. Anlaşılan bir tek bu su kalmış geriye. Bir tek bu karanlık ve soğuk su. Ürperiyorum.

Adetim atlamaktır denize bir seferde. Onun varlığını, güçlü bir uyarıcı gibi yoğun ve aniden hissetmeliyim. O nedenle bu kayanın üzerindeyim. Kaya ıslak ve soğuk. Titriyorum. Korkuyla titriyorum. Bir damla ay ışığı düşse bu sulara, sular ışıkla dalgalansa, dalgalar ayak parmaklarıma vursa ışığını taşıyarak ayın, o zaman sakinleşebilirim. Ama ay yok bu gece. Korkum itiyor beni karanlığa. Atlıyorum.

Soluksuzum. Soğuk beni dişleri arasında öğütüyor. Kollarım, bacaklarım ağır birer taş gibi. Dibe iniyorum, daha aşağı, daha derine. Gözlerimi açıyorum. Karanlık değil bu, yokluğun, hiçliğin rengi bu gördüğüm. Bir renk bile değil aslında. Yön duygum kayboluyor. Elimi zorlukla gözlerimin önüne getiriyorum. Elimi göremiyorum. Dibi bulamıyorum. Yüzeye çıkamıyorum. Boğuluyorum.

Bir isyan başlıyor! Beynim haykırıyor. Daha önce hiç duymadığım bir sesle haykırıyor! Kalbim, onu koruyan kemikleri kırarcasına çarpıyor şimdi. Bir el tüm bedenimi içine alıyor bu sırada. Ama yaralamıyor beni, incitmiyor. Tanıdık bir el bu, tanıdık bir dokunuş. Tanıdığım su, bildiğim deniz bu! Soğuk ve karanlık ipeklisi içinde gelse de aynı dost. Karşılık veriyorum, ona, elimi uzatıyorum. Tutup elimden çekiyor. Kendimi suya bırakıyorum. Soğuğun ve karanlığın içinde götürüyor beni. Yükseliyorum.

Nefes! Ciğerlerime dolan havanın tadı! ilk öpülen dudaklar gibi bırakmak istemiyorum bunu da. Daha güçlü çekiyorum yaşamın soluğunu içime. Su, hala elimden tutuyor. Artık çabalamam gereksiz yukarıda kalmak için. Dibe batmak istemiyorum. Soğuk sadece gıdıklıyor şimdi. Yedi ışık kuzeyi gösteriyor yukarıdan. Yıldızların ışığı! Hareket başlıyor.

Açık, dalgasız, sıcak bir günde yirmi otuz dakika sürer karşıya geçmek. Bugünse zaman önemli değil. ilerliyorum. Deniz, dalgalanıyor. Uzatıyor zarif parmaklarını bedenime. Mutluyum. Hem de çok mutluyum. Beynim, bu suyu ilk geçişimdeki gibi işliyor yıllar sonra. Yaşamın adını bağırıyor. Devam ediyorum.

Yarı yolda hava titreşmeye başlıyor. Bedenimin titreyişinden farklı bir şey bu ve bana üşümeye başladığımı hatırlatıyor. Aldırmıyorum. Sonra toprağın kımıldadığını duyuyorum. Topraktan bana ne şimdi? Ama deniz de kıpırdanıyor. işte o zaman duruyorum. Bir şeyler oluyor. Kafamı kaldırıp yaklaşmakta olduğum karşı tepelere bakıyorum. Doğuda karanlık yırtılıyor. Hava en soğuk zamanında şimdi, deniz buz kesmiş. Ama karanlık yırtılıyor gözlerimin önünde. Gök aydınlanıyor.

Beyaz, ışıktan bir süpürge süpürüyor karanlığı aksi yöne doğru, yavaşça. Kuzeyin ışıkları sönüyor birer birer. Rüzgar kesiyor yüzümü ara vermeden. Uyuşmaya başlıyorum. Derken turunculu, pembeli bir ateşin kıvılcımları yakıyor gökyüzünün bir ucunu. Soğumakta olan alev canlanıyor içimde. Davullar çalıyor kulaklarımda. Ateş büyüyor. Maviyi görüyorum. Bir bülbülün sesi ile son bağım da çözülüyor. Artık akıyorum bu suyun içinde o suyun kendi gibi ve en az onun kadar özgürce.

Kıyıya çok az kaldı. Yeşili görüyorum. Karanlık ve soğuk değil şimdi. Düşüm bir kez daha gerçek oluyor. Hava tuz kokuyor. Martıları duyuyorum. iskele yakın. Tutamağın çeliğinde yaşamın ateşi parlıyor. Süzülüyorum sudan dışarı. Islak tahtalara oturuyorum. Ayaklarım suda hala. Artık karanlık değil. Artık soğuk değil. Işığı soluyorum ve artık, korkmuyorum.