bugün
- bir kadına söylenebilecek en güzel iltifat15
- putine bir savaş taktiği ver13
- karşı cinste çekici gelen özellikler13
- dünya türkiye'nin neyini kıskanıyor24
- lise eteğini saklayan hatun10
- online 28 yazar şu an ne yapıyor13
- 24 mayıs 2024 panathinaikos fenerbahçe beko maçı14
- yazarların bugün içtiği sigara sayısı16
- ideal erkek boyunun 195 olması16
- iremga'yı taşlamak14
- ameliyatla erkek oldum soruları alayım19
- sokak hayvanları uyutulacak80
- türkiye fakirse halk neden obez31
- rüyada olduğunu fark etmek8
- zalbert kızsa kanıtlasın11
- mert hakan yandaş26
- hayırlı cumalar9
- türk kızları neden gülümsemiyor17
- bir kadın nasıl susturulur21
- biontech aşısı olan insan9
- kitap okumanın zararlı ve gereksiz olması12
- iran cumhurbaşkanının cennete girişi12
- ankarayı öven tip9
- geldi yine deli9
- sokak köpeklerini çin'e ihraç etmek12
- türk erkeklerindeki iğrenç detaylar15
- beşiktaş ın fenerbahçe yi geçmesi12
- iran'ın teşekkür mesajında türk bayrağı koymaması17
- 23 mayıs 2024 beşiktaş trabzonspor maçı25
- icardi190522
- e f e8
- aydinoglu bombala21
- bir erkek nasıl rahatlar15
- kocaeli de asansöre sıçan adam8
- 6 ayda yazılımcı olmak10
- ismail kartal19
- mecidiyeköy metrosunda intihar eden kız10
- 23 mayıs 2024 ali koç basın toplantısı11
- kızlar kendi aralarında ne konuşuyor11
- sjsjsjsjsjsjsjsjsjsjsj sjs8
- bik bik için diktiğim etek17
- insan olmaya ceyrek kala8
- galatasaray17
- türkiyedeki rusların gövde gösterisi yapması11
- age of empires'in üstüne oyun var mı12
- 22 mayıs 2024 atalanta bayer leverkusen maçı8
- erkeklerin sözlükte durma nedeni10
- hangi sözlük erkeğiyle evlenmek istersin8
- spor salonuna gitsem erkekler popoma bakar mı12
- unutulan ünlüler11
Özgün dili, samimi yazış tarzı kendini okutturan yazar. Bakele hikayesi oldukça hüzünlüdür. Anlatır, öğretir, ağlatır.
"benim babaannemdi, ama bütün köyün, annemgilin ve dedemin dediği gibi bakele derdim ben de ona. dedeme ise dede.
dedem, babamın anneme davrandığından daha iyi davranırdı bakele’ye.
“sen yorulma, ineği ben sağarım.”
gider sağardı.
“su vereyim mi bakele?”
verirdi.
bazı geceler çok soğuk olurdu yayla, “dur bakele…” derdi bakele’nin elindeki odunları alıp. “sobayı ben yakarım.”
yakardı.
şehre indiği her sefer kalın kalın kitaplar getirip “bakele…” derdi, “al. oku sen. işlere ben bakarım.” bakele dedeme kocaman güler, “sağ ol ibrahim.” deyip gömülürdü getirdiklerinin arasına. okurken, suyun altına girmiş de nefesini tutuyormuş gibi gelirdi bana. sıkılırdım önce, sonra korkardım, sonra gidip dedemin eteğini çekiştirir, “bakele’ye bi şey mi oldu dede?” diye sorardım. “şşt.” derdi dedem. “okuyor oğlum, ne olacak? hadi gel, biz de gazetenin resimlerine bakalım seninle.” alırdı beni kucağına, işaret parmağıyla göstere göstere okur, anlatırdı.
“sen niye okumuyosun dede?”
“işte ben de gazete bakıyorum ya.”
yanlarına gittiğim her yaz bir şeyler öğrenirdim. kitap okunur, gazete bakılırdı meselâ. sağılan ineğin arkasında durulmazdı. uyuyan köpeğin yakınından geçilmez, eriğe tırmanılmaz, örümcek öldürülmez, kelebeğin kanadına dokunulmazdı.
öğrenirdim.
bakele macirdi.
“macir ne demek dede?”
“göçmen demek oğlum.”
“göçmen ne demek?”
başka memleketten gelmiş insan demekti.
okul gibiydi benim için köy. duvarsız, çatısız. kışın şehirde okurdum, yazın köyde.
yazdan yaza gelip gidiyor, her yaz biraz daha büyüyor, okuryazar falan oluyor, dedemin getirdiği gazetelere kendim bakmayı, bakele’nin elinden bıraktığı kitapları kendim okumayı öğreniyordum.
macir’in macir değil muhacir olduğunu meselâ… orta iki’de.
ve bakele’nin gözünün içine bakan dedeme saygı duymayı, onu giderek bakele’den daha fazla sevmeyi öğreniyordum. ama dedemi daha çok sevdiğim için değil; dedem bakele’yi babamın annemi sevdiğinden daha çok sevdiği için.
babam annemden su isterdi: “semiha, su getir.”
dedem, bakele istemeden getirirdi suyunu. soğurur da getirirdi hem.
“semiha çay koy.” derdi babam.
dedem çayı demler, getirip bakele’ye ikram eder, “beğendin mi?” diye de sorardı.
babam anneme kızardı sık sık. temizlik yaparken “ayağını kaldırıver.” dediğini duysa, “bir rahat vermedin.” diye terslenirdi. “bağırtacaksın beni şimdi çocuğun yanında.” annem korkardı babamdan.
dedem, bakele evde yokken temizlerdi evi; en çok da onun oturup kitap okuduğu köşeyi temizlerdi. “mis gibi yaptım bakele. otur, rahat rahat oku.” bakele dedemden hiç korkmazdı.
bakar öğrenirdim ben. güzel şeyler öğrenirdim.
lise sondaydım. bir kış vakti döndüm ki babam evde; gözleri kızarmış, annem bir köşede hem ağlıyor hem toparlanıyor. “köye gidiyoruz. hazırlan.” dediler. bakele ölmüş.
yol boyu bakele’yi düşünmeye çalıştım ama hep dedem geldi gözümün önüne. kime su getirecekti? kim yorulmasın diye ineği sağacak, kim rahat okusun diye köşeyi süpürüp silecek, kim için çay demleyecekti?
ne edecekti dedem?
biz vardığımızda gömmüşlerdi bakele’yi. günahmış. ölü bekletilmezmiş. dedem önümüzde düştü, annem ağlar, babam ağlar; köyün küçük kabristanına gittik. başucuna bir tahta dikmişler, toprak hamile gibi kabarmış, bakele içinde yatıyor. ama ben gene ona veremedim aklımı. gözüm de dedemdeydi gönlüm de. ne zaman başucu tahtasında “vesile kara, ruhuna fatiha” yazısını gördüm, anca o zaman bakele’ye gitti aklım.
vesile?
“acaba…” diye düşünüyordum dua edermiş gibi yaparken, “bakele babaannemin gayrimüslim adıydı da dedem tutup vatan hasreti çekmesin diye?..” ama yok. bakele yedi göbekten müslümandı.
üç gün kaldık köyde. gelenden gidenden anneme de yaklaşamadım babama da. ağlayıp duruyorlardı. dedem donmuş gibiydi bir tek. gözü hep bakele’nin kitap okuduğu köşede, onu ne kadar özlediğini bilmesen gülüyor dersin, yüzünde de yumuşacık bir ifade.
annemgil komşulara veda etmeye gidince cesaretimi toplayıp yanaştım dedemin eteğine.
“dede?..” dedim, “bakele ne demek?”
anlattı.
“canım” demekmiş.
ve “aşkım” ve “bir tanem” ve “her şeyim” ve “ömrümün vârı” ve “gözümün nûru” ve “kalbim” ve “işığım” ve daha yüz binlerce güzel söz, güzel ses demekmiş.
ilk “canım” demek istediğinde ar etmiş dedem, “hanım” dese “malım” demiş gibi olur diye korkmuş, “vesile” dese çok resmi, soğuk. ama kendinden tarafa bakmasını istiyormuş, onu görmesini, onun içini, yüreğini, sevdasını fark etmesini istiyormuş; anlatacak, dökülecek, gerekirse ağlayacakmış. “baksana” dese olmaz, “bak hele…” demiş, devamını getirebilecekmiş gibi.
bakele dönüp bakmış.
dedem bütün söyleyeceklerini unutmuş, öylece kalmış.
beklemiş beklemiş bakele, gülümsemiş, dedemin elini tutmuş, bakmış ki dedem yutkunup duruyor, “anladım ibrahim…” demiş. “anladım… sen bana bakele de bundan sonra, ben anlarım senin ne demek istediğini.”
aşk, âşık olduğunla yekvücut olmakmış.
öyle dedi dedem."
"benim babaannemdi, ama bütün köyün, annemgilin ve dedemin dediği gibi bakele derdim ben de ona. dedeme ise dede.
dedem, babamın anneme davrandığından daha iyi davranırdı bakele’ye.
“sen yorulma, ineği ben sağarım.”
gider sağardı.
“su vereyim mi bakele?”
verirdi.
bazı geceler çok soğuk olurdu yayla, “dur bakele…” derdi bakele’nin elindeki odunları alıp. “sobayı ben yakarım.”
yakardı.
şehre indiği her sefer kalın kalın kitaplar getirip “bakele…” derdi, “al. oku sen. işlere ben bakarım.” bakele dedeme kocaman güler, “sağ ol ibrahim.” deyip gömülürdü getirdiklerinin arasına. okurken, suyun altına girmiş de nefesini tutuyormuş gibi gelirdi bana. sıkılırdım önce, sonra korkardım, sonra gidip dedemin eteğini çekiştirir, “bakele’ye bi şey mi oldu dede?” diye sorardım. “şşt.” derdi dedem. “okuyor oğlum, ne olacak? hadi gel, biz de gazetenin resimlerine bakalım seninle.” alırdı beni kucağına, işaret parmağıyla göstere göstere okur, anlatırdı.
“sen niye okumuyosun dede?”
“işte ben de gazete bakıyorum ya.”
yanlarına gittiğim her yaz bir şeyler öğrenirdim. kitap okunur, gazete bakılırdı meselâ. sağılan ineğin arkasında durulmazdı. uyuyan köpeğin yakınından geçilmez, eriğe tırmanılmaz, örümcek öldürülmez, kelebeğin kanadına dokunulmazdı.
öğrenirdim.
bakele macirdi.
“macir ne demek dede?”
“göçmen demek oğlum.”
“göçmen ne demek?”
başka memleketten gelmiş insan demekti.
okul gibiydi benim için köy. duvarsız, çatısız. kışın şehirde okurdum, yazın köyde.
yazdan yaza gelip gidiyor, her yaz biraz daha büyüyor, okuryazar falan oluyor, dedemin getirdiği gazetelere kendim bakmayı, bakele’nin elinden bıraktığı kitapları kendim okumayı öğreniyordum.
macir’in macir değil muhacir olduğunu meselâ… orta iki’de.
ve bakele’nin gözünün içine bakan dedeme saygı duymayı, onu giderek bakele’den daha fazla sevmeyi öğreniyordum. ama dedemi daha çok sevdiğim için değil; dedem bakele’yi babamın annemi sevdiğinden daha çok sevdiği için.
babam annemden su isterdi: “semiha, su getir.”
dedem, bakele istemeden getirirdi suyunu. soğurur da getirirdi hem.
“semiha çay koy.” derdi babam.
dedem çayı demler, getirip bakele’ye ikram eder, “beğendin mi?” diye de sorardı.
babam anneme kızardı sık sık. temizlik yaparken “ayağını kaldırıver.” dediğini duysa, “bir rahat vermedin.” diye terslenirdi. “bağırtacaksın beni şimdi çocuğun yanında.” annem korkardı babamdan.
dedem, bakele evde yokken temizlerdi evi; en çok da onun oturup kitap okuduğu köşeyi temizlerdi. “mis gibi yaptım bakele. otur, rahat rahat oku.” bakele dedemden hiç korkmazdı.
bakar öğrenirdim ben. güzel şeyler öğrenirdim.
lise sondaydım. bir kış vakti döndüm ki babam evde; gözleri kızarmış, annem bir köşede hem ağlıyor hem toparlanıyor. “köye gidiyoruz. hazırlan.” dediler. bakele ölmüş.
yol boyu bakele’yi düşünmeye çalıştım ama hep dedem geldi gözümün önüne. kime su getirecekti? kim yorulmasın diye ineği sağacak, kim rahat okusun diye köşeyi süpürüp silecek, kim için çay demleyecekti?
ne edecekti dedem?
biz vardığımızda gömmüşlerdi bakele’yi. günahmış. ölü bekletilmezmiş. dedem önümüzde düştü, annem ağlar, babam ağlar; köyün küçük kabristanına gittik. başucuna bir tahta dikmişler, toprak hamile gibi kabarmış, bakele içinde yatıyor. ama ben gene ona veremedim aklımı. gözüm de dedemdeydi gönlüm de. ne zaman başucu tahtasında “vesile kara, ruhuna fatiha” yazısını gördüm, anca o zaman bakele’ye gitti aklım.
vesile?
“acaba…” diye düşünüyordum dua edermiş gibi yaparken, “bakele babaannemin gayrimüslim adıydı da dedem tutup vatan hasreti çekmesin diye?..” ama yok. bakele yedi göbekten müslümandı.
üç gün kaldık köyde. gelenden gidenden anneme de yaklaşamadım babama da. ağlayıp duruyorlardı. dedem donmuş gibiydi bir tek. gözü hep bakele’nin kitap okuduğu köşede, onu ne kadar özlediğini bilmesen gülüyor dersin, yüzünde de yumuşacık bir ifade.
annemgil komşulara veda etmeye gidince cesaretimi toplayıp yanaştım dedemin eteğine.
“dede?..” dedim, “bakele ne demek?”
anlattı.
“canım” demekmiş.
ve “aşkım” ve “bir tanem” ve “her şeyim” ve “ömrümün vârı” ve “gözümün nûru” ve “kalbim” ve “işığım” ve daha yüz binlerce güzel söz, güzel ses demekmiş.
ilk “canım” demek istediğinde ar etmiş dedem, “hanım” dese “malım” demiş gibi olur diye korkmuş, “vesile” dese çok resmi, soğuk. ama kendinden tarafa bakmasını istiyormuş, onu görmesini, onun içini, yüreğini, sevdasını fark etmesini istiyormuş; anlatacak, dökülecek, gerekirse ağlayacakmış. “baksana” dese olmaz, “bak hele…” demiş, devamını getirebilecekmiş gibi.
bakele dönüp bakmış.
dedem bütün söyleyeceklerini unutmuş, öylece kalmış.
beklemiş beklemiş bakele, gülümsemiş, dedemin elini tutmuş, bakmış ki dedem yutkunup duruyor, “anladım ibrahim…” demiş. “anladım… sen bana bakele de bundan sonra, ben anlarım senin ne demek istediğini.”
aşk, âşık olduğunla yekvücut olmakmış.
öyle dedi dedem."
güncel Önemli Başlıklar