bugün

şöhretli liselere hükümetin baskı yapması

ülkede olan birçok olaya vatandaş olarak tepkimi göstermekten kaçınmamakla birlikte, genel tepkisizlik ve balık hafızalı yaklaşımdan bıkarak proaktifliği kenara bırakmışken, okulumla ilgili başlayan patırtının ardından başka şöhretli liselerde de benzerleri yaşanınca hakkında fikirlerimi aktarmak istediğim doğrudan ya da dolaylı eylemlerdir.

Uzun bir cümle ile başladım, sadeleştireyim. Kadıköy Anadolu lisesi mezunuyum. gezi direnişi konusunda kendi çapımda iyi içerik oluşturdum. memlekette olan mantık dışı olayları başlıklar haline getirdim. ama bu örnekler varsayılan ayarlar olarak benimsenince durdum, başa çıkılacak gibi değiller artık. en son sol frame başlıklarına atarlanıyordum ki liseme dil uzatan hödüklüğün uzantılarını gördüm. şimdi izninizle döşeneyim.

ben ilkokuldan Anadolu lisesi girişliyim ve muhtemelen yaş grubumun sayılı öğrencilerinden biri olarak Kadıköy Anadolu yu kazandım. Takdir edersiniz, okula giren öğrenci niteliği muazzamdı. Devlet okullarında, özellikle de böyle bir seçkinin yapılması demek aslında şu: Her çeşit aileden, her çeşit kültürden, Türkiye'nin her yerinden gelen çocukların bir araya gelmesi ve kah kavga dövüş, kah sevgi muhabbet bir arada geçinip gitmesi demek. Bir de yatakhane muhabbetleri olur ki, 1-2 yıl içerisinde bile o kadar derin arkadaşlıklar yaşarsınız ki, aradan 10 yıllar bile geçse o unutulmaz.

şimdi, tepemizdeki iktidar sahiplerinin bir türlü anlamak istemedikleri, belki hiç anlayamadıkları ya da ellerindeki silahlarla yok edebileceklerini düşündükleri bir konu var. Bunu, aile temalı bir filmde Yaşar Usta rolünde Münir özkul söylemişti: biz birbirimize sevgiyle bağlıyız, seviyoruz birbirimizi. bu tüm toplum yaşantısında aynı zaten, sizi çeşitli medya organları ya da ticari faaliyetlerle diğer insanlardan soyutlayarak sözde bireyler haline getirirken hem yakın çevrenizde kendiliğinden gerçekleşen işleri ticari hale getiriyorlar, hem de insanlığınızı alıyorlar elinizden.

bizde de böyle, görmesek de, duymasak da, haber de almasak seviyoruz birbirimizi. okulumuz da öyle, burnumuzda tütüyor. ama okul, yine bir hababam sınıfı repliğine atıfta bulunacağım, yalnızca dört duvar değildir. okul her yerdir, dahası okul içinde yaşayan insanlardır. siz istediğiniz modern binayı dikin, içinde insan yaşatamadığınız yer çürümeye mahkumdur. o yüzden bizim de tepemizde zorba müdürler akp den önce de vardı, izansız-anlayışsız mezunlar derneği hep vardı. o yüzden yıllık toplanmalarda okulun önüne geliriz ama tanıdık yüzleri görmek içindir o. ben ne yapayım ki dönem arkadaşlarım yoksa okulunu, taşını, toprağını? anlamadıkları için dayattılar da dayattılar, biz de yıllardır okula girmeyiz de karşı sokağında takılırız, apartman kapılarına çökeriz, kayalıklara-sahile ineriz, başka mekana gideriz. çünkü bir 2-3 kişi veya fazlası birbirimizi bulduğumuzda Kadıköy Anadolu'yuz babalar, bunun için bana devlet nişanı verseniz ne, okul mezuniyetimi resmi belgelerden kaldırsanız ne yazar?

ondandır işte, kıymetlidir okulumla ilgili herşey. laf söyletmeyiz aptallar sizi. yok dayak varmış yok uyuşturucu kullanırmış. tek bir kişinin şikayetini doğru kabul edersen var, ne kolay binlerce kişiyi yaftalamak. embesil anketleri öğrencinin teneffüs yapacağı zamanda burnuna dayar da uyuşturucu kullanıyor musunuz diye sorarsan, ben de seninle dalgamı geçerim. altın vuruş yapıyorum derim, her gün 1-2 doz alıyorum derim. sen de gidip bunu okulda uyuşturucu kullanılıyor diye yayınlarsak bu senin aptallığın ve iş bilmezliğindir. kıçını yırtsan anlayamayacağın insanların içerisinde bulunamamaktan kaynaklı fesatlığını dışa vurmandandır.

bir de bakelorya okuluyuz, yabancı kültürüyle yetişiyoruz diye iyi bildiğimiz kişilerin bile resmen hakaretlerine maruz kaldığımızı biliyorum. bir kere yabancı kültürüyle yetişmiyoruz paşam, evet ingilizler kendi kitaplarında kahvaltıda donut yemekten bahsederken, makarna ya pasta derken ben de dumur oldum. sadece belki bazılarınızdan daha erken ve daha sık buna maruz kaldım. ama bunun etkisiyle, Türkçe yi çok etkili ve hakkıyla kullanmaya çalışıyorum, ingilizce'yi iyi biliyorum diye sağda solda plaza dili ile konuşmuyorum, artistlik olsun diye Türkçe karşılığı genellikle çok daha güzel olan sözcüklerin içine edip ingilizceden tıransleyşın yapmıyorum. bu boku da anlamadılar, buna da dokunayım dedim.

ve son olarak, kendimi bildim bileli illa bir partiye mensup müdürler geldi gitti. çok idealist, harika öğretmenlerimiz oldu, torpille gelen tipler de oldu. üzerimizde emeği geçen, zamanında bilimsel yarışmalardan her yıl birinci çıkartan ya da büyük hayat dersleri veren muhteşem insanlara hocam dedim, üzerimizde bazılarının bıraktığı izler büyük. yine de, ortamınızda zeka fazla ise, ya da buna öncelik veriliyorsa, bunları yoluna koyuyorsunuz zaten. her toplulukta marjinaller ve uçlar olur, bizde de vardı, vardır ve var olmaya devam edecektir. ama bizi yaftalayamaz, kendi başına bir halt olamamış adamları yönetici diye tepemize dikerek bizi embesilleştiremez, kıyafetine bakınca orucum bozulur diye öğrenciye yaklaşan IQ ile bu deveyi güdemezsiniz, adamı suya götürür vücudundaki suyu boşaltıp getirirler. okul içine karayolu sokmaya kalkarsınız, cüretinizi burnunuza sokarlar. okulun kimyasını bozmaya kalkarsınız iki hasan ve salak osman ı üzerinize salarlar.

para ve çıkar ile yanınıza çektikleriniz, doğrudur, o verdiğiniz iş olmazsa aç kalacağı için koltuğunu korumak için ölümüne uğraşır çünkü dış piyasada muhtemelen aç kalacaktır. biz birçok değer için hayatımızı riske atamayız, birçoğu bizim için bu kadar hayati değildir. ama bak söylüyorum, bu okulların kültürüne ya da dokusuna dokunmak para hesabı yapan kaypak iş adamlarına, karaktersiz gazetecilere ya da makam düşkünü siyasetçilere dokunmaya benzemez. aklınızı başınıza alın.