bugün

engellenmek

kelimeler vardır.

kelimeden önce de yalnızlık vardı.
ve kelimeden sonra da var olmaya devam etti yalnızlık... kelimenin bittiği yerde başladı; kelime söylenemeden önce başladı. kelimeler, yalnızlığı unutturdu ve yalnızlık, kelimeyle başladı insanın içinde. kelimeler yalnızlığı anlattı ve yalnız kelimeler acıyı dindirdi ve kelimeler insanın aklına geldikçe, yalnızlık büyüdü, dayanılmaz oldu. kelimelere dökmekten başka çare kalmadığında ise; her seferinde muhalefete yeni kanun teklifi getirmek dışında yapacak bir işin düşmemesi gibiydi yazgımız; mesele kapandı. ama anlatmaya devam ettik.
dinlenmedi..
anlatmadık, dinle dediler;
pamuk prensesle prensin ne kadar mutlu olduğunu... insanların çaresizlik ve imkansızlıklar karşısında mutlu olmaya zorlandığını gördük.
prens geldiğinde her zaman olduğu gibi pamuk prenses umarsızca kıçını dönüp giderdi. ve bu küçük yaratıklar, büyük bir samimiyetsizlikle ve her anında olduğu gibi ruhsuz kalan bu kadının, vicdanını rahatlatmak için kendileri adına iyi dileklerde bulunmasını dinleme zahmetine girdikleri yetmiyormuş gibi, bir de kendilerinden kaçan sanki o değilmiş gibi salladığı kuru bir baybay işaretine gülümsemeyi daha da kötüsü ellerinde kalan o tek şeyle yetinmeyi öğrendiler. yüzlerine yayılan kocaman bir gülümsemeyle hoşçakal diyerek. 17 kasın 17siyle de. herkesten çok gülerek.

"‘’mutlu son’’du"; bize anlatıldığı kadarıyla kim için olduğu söylenmeden masalımızı bitirmişler, ama büyüyünce fark ettim ki bir takım eksiklikleri vardı.

yer altında kazı yaparak yaşayan ve gün yüzüne çıktıklarında hekimler tarafından salgınlara ve vicdan azabına sebebiyet verdiği için toplumdan dışlanması gerektiği söylenen bu sefil yaratıkların sevimli gözükmekten başka çareleri olmadığı için her şeylerinde olduğu gibi güler yüzlülükleri de taklit usulüne dayanıyordu. beceriksiz ve korkak olmaları sebebiyle, pis kokan bu leş yaratıklar hayatta kalma mücadelelerini ancak ve ancak yer altına açtıkları tünellerde sürdürebilmeyi başarmışlardır. yüksek tepelere çıkmak şöyle dursun inerken bile sürekli sendeledikleri için her yerleri yara bere içindedir. belli bir aile düzenleri yoktur, eşi ve çocukları yoktur, kendilerine mahsus bir evleri yoktur. terk edilmiş bir mağarada veya başka canlılara ait yerlerde tıklım tıklım yaşarlar. erkekleri, yalnız bırakıldıkları zaman acıklı sesler çıkarırlar. dişilerini de aynı sesle çağırırlar. sert görünümlü olduklarında daha da sevimli olurlar. yine de ciddiye alınmak istedikleri için sürekli kavgaya girişirler, fakat bu kavgaları daha çok taklit ettikleri insanların dövüşmesine olan özenti tavırlarının bir parçası olduğu için her seferinde kaybederler, daha bir cücenin insanı yendiği görülmemiştir (bir orta dünya kitabında bile onlara verilen rol ‘"cesuru’" oynamalarıdır, daha fazlası değil.) ama akıllanmayıp aptal cesaretine ve düşük hafızaya sahip olduklarından sürekli bu kavgaları yenilenir ve nihayetinde sevimli olmayı kabullenirler. belli bir beslenme düzenleri de yoktur aslına bakarsanız, yemek yapmayı bilmezler ve yer altından çıkanlar pek de iç açıcı değildir. başka insanlarla yaşarken onların getirdikleri yiyeceklerle geçinirler, kendi başlarına kaldıkları zaman genellikle yemek yemeyi unuturlar. bütün huyları taklit esasına dayandığı için, başka insanların yemek yediğini görmezse acıktıklarını anlamazlar. bir prenses gelip de onlara baktığında her zaman olduğu gibi yine kendisi hastalanır ve birden bir prensin gelip onu öperek yattığı yerden kurtarmasına ihtiyaç duyar hale gelirse; hiçbir cücenin de kızı nereye götürüyorsun diye soramayacağı bir centilmenlik ve kahramanlıkla çekip giderken prens.. dönüp de kimsenin bakmayacağı, bilmeyeceği; umursamayacağı, ilgilenmeyeceği bu küçük yaratıkların hayatlarına da birer 'iyi dileklerde' bulunmayı ihmal etmeyerek, gözden kaybolur. ya da var olur. öncesinde birbirlerinin hesabına, prensesin karşısında utanç duymayı öğrenmiş bu varlıkların artık yine dal taşak gezebilecekleri yokluk zaman gelir ve anadan doğma üzerilerine hiçbir şey katmadıkları ve katmayacakları hallerine geri dönerlerken; sonunda yine her pis mahlukatın tadacağı söylenen ölümün pençesinde kıvranırken, ama aslında yaşarken; onlar da diğerleri gibi öbür diyarın kapılarında büyük bir şölenle karşılanan dal taşakların arasına karışmışlardır...

velhasıl kelimeler vardır; ama bazen kifayetsiz kalır.