bugün

hannah arendt

hakkında hiçbir şey bilmeden kendi adını taşıyan biyografi/dram filmini izleyip aşırı etkilendiğim kadındır. şöyle ki kitaplarını okumamaktan -düşüncelerini bilmemekten- utanç duydum eksiklikten çok.

filmden not:
--spoiler--
anlayacağınız üzere batı gelenekleri insanlığın yaptığı en büyük kötülüklerin bencillikten doğdunu varsayarak hataya düşerler. ama yaşadığımız yüzyılda, sanılanın aksine kötülük daha radikal olduğunu kanıtlamıştır. artık biliyoruz ki, gerçek kötülüğün, radikal kötülüğün, bencillikle ve diğer anlaşılır günahkar güdülerle bir alakası yoktur. buna karşılık, temelinde daha olgusal bir şey vardır: insanı insan olmaktan soğutmak. bütün toplama kampı sistemi tamamen mahkumlar öldürülmeden önce onları gereksiz olduklarına inandırmak üzere tasarlanmıştı. toplama kampındaki insanlara verilen cezaların bir suç ile bağdaştıralamayacağı dikte ediliyordu. istismarın kimseye fayda sağlayamacağı ve karşılığında hiçbir sonuç elde edilemeyeceği dillendiriliyordu. toplama kamplarında insani davranışlar ve dürtüler tamamen anlamsızdı. ve bu anlamsızlık her gün kendini tekrar ediyordu. özetleyecek olursak: totatlitarizmin geldiği son noktada saf kötülüğün ortaya çıktığı ve bu saflığın insani güdülerle bir bağ kurulamayacak düzeyde olduğu doğruysa o zaman onsuz, yani totalitariz olmadan kötülüğün gerçek doğasını asla bilemeyeceğimiz doğrudur. *
hoş bunun ardından makalesindeki asıl hatasını kimsenin göremediğini ima ederek şunu söyledi: kötülük radikal olamaz olsa olsa iyilik olur. bence bu yüzyılda kötülük de radikal olabilir.

--spoiler--