bugün

uludağ sözlük nickaltı örgütü

dışarıdan bakılınca gayet samimi, eğlence amaçlı, insanları güldürmeyi, nickaltı girerek sevindirmeyi amaçlayan bir örgüt olsa da işin iç yanı hiç öyle değil. bir kere çok sıkı disiplin var. nicki urangu olan ve örgütün başganlığını üstlenen yazar tüm üyelere alman disiplini uyguluyor. başımdan geçen bir olayı anlatayım...

aylardır yeşillenmemiş, adeta sonbahardaki yapraklarını dökmüş ağaç gibi kupkuru kalan mesaj butonum, hiç beklenmedik bir anda yeşilleniverdi. son saniye üçlüğü atmış gibi sevinen ben, mesajı gördükten sonra önce bir irkildim. vücudumda kalkmayan tüy kalmadı. resmen korkmadım, titredim. mesajı yayınlamak yasak olduğu için yayınlayamıyorum; ama örgüt, anarşi falan bahsediliyordu. 80 dönemini yaşamış biri olarak elim ayağım birbirine dolandı. mesaj beni örgüte davet ediyordu. atatürkçü düşünce derneği'nden öteye başka bir derneğe, örgüte, oluşuma üye olmadığım için tırstım. korka korka gelen teklifi kabul ettim.

sonra örgüt adına düzenlenen bir toplantıya katılmam gerektiğini söylediler. mecburiyet esasmış. toplantı istanbuldaymış. ben taa artvindeyim. 3 gün öncesinden bana haber verdiler. cebimdeki son parayı istanbul gidiş-dönüş biletine verdim ve yola çıktım. (merzifon'da ki mola yerinde ''sıcaaak çaayy'' diye bağırıp aslında ice tea yi kakalayan çaycıyı asla unutmayacağım) yaklaşık 22 saat sonra gece 22:00 a doğru oradaydım. nerede olduğumu bile bilmiyorum. buralar o kadar yabancı geliyordu ki sanki türkiye'de bile değildim. ee örgüt üyesiyim kolay değil. bütün güvenlik kontrollerinde güvenik görevlisinin gözünün içine çaktırmadan bakmaktan gözlerim lallandı. sonra iki tane smokin giymiş gözlerinde güneş gözlüğü olan adam kollarıma girip beni bir limuzinin içine soktular. gece 22:00 da güneş gözlüğü takan iki kişi gördüğüm zaman türkiye'de olduğumu anlayıp içimi rahatlattım. beni hayatımda hiç görmediğim kadar büyük bir villaya götürdüler. villanın önünde beni indirip uzaklaştılar.

yapayalnız hiç bilmediğim bir şehirde hiç bilmediğim insanlarla hiç bilmediğim bir villada ne yapıyordum ben? o an ağlamak istedim. tam yere evi yanmış emmi oturuşu gibi oturmuştum ki sırtımda bir el hissettim. gözleri birbirinden farklı noktalara bakan bir insan karşımda bana bakıyordu. bir gözü bana bakarken diğer gözü yoldan geçen arabaları kesiyordu. galiba kördü. ''Benimle gel'' dedi ve arkasını dönerek villaya doğru yol aldı. villaya giderken bile diğer gözüyle bana bakıyordu. beraber gittik. villanın kapısını açtı. ''bir gözüm üstünde ona göre'' dedi. bende ''biliyorum ağbi'' diyerek içeri girdim. tam içeri girerken arkamdan ''unutma, parola: şafak'' dedi. minnet dolu gülücüklerimi adama sunarak içeri girdim.

aman allahım içeri girmez olaydım... karşımda zall, serken inci, salca gibi üst rütbeli insanlar. ne yapıyorlar peki? selfie çekiniyorlar! hatta fotoğrafını bile verdiler bana. buyrun, ( görsel )

onlar çekindi fotoğrafını, biz çıktık kerevetine. hep beraber içeri girdik. urangu mu dersin... zall mı dersin... taytszkrallar, kuklalar, sweet ladyler, balon jojeler... uludağ sözlük e ait kim varsa oradaydı. baktım ortada bir tane büyük koyun kesmişler şiş yapmış onu çeviriyorlar. bir de yanında bir tepsi büyüklüğünde pilav var. meğersem örgüt falan yalan, bildiğin pilavlı sohbet yapılıyormuş. o an kandırıldığımı hissettim. cebimdeki son parayı bu örgüt için harcamıştım ben. geldiğimin hiç farkında olmayan yazarlara görünmeden sessiz sedasız artvin'e dönmek için otogara gittim. tam otobüs ayaklanıyordu ki dışarıda hummalı bir kalabalık belirdi. yaklaşık 100 kişilik yazar grubu zall ın öncülüğünde beni uğurlamaya gelmişler. ağlasam ayıp olacak ağlayamıyorum. ''barney seni unutmayacağız'' ''yaşasın tam bağımsız barney sikkinson'' yazılı pankartlarla beni uğurladılar. tüm yol boyunca o anı düşündüm. var'olsunlar. hepinizi çok seviyorum canlarım benim. çık tişikkir idirim.