bugün

kabus görmek

gören insana en kral aksiyon-korku filminin başrolünü oynuyormuş hissi yaşatan eylem.

uykuyu çok severim. cidden çok severim ama. hiç uyandırmasalar sanırım ölene kadar uyurum. yatağa yapışır elim-kolum. nevresimlerle birlikte gömerler beni. kefenim yorgan, tabutum ise baza olur.
uykuyu severim de uyutmuyorlar ki bu zamanda. ya apartman yöneticisi gelip ziline abanıyor insanın, ya anketörler, ya müşteriler ya da yolda geçen her hangi biri. adamların hobisi, "biz uyumuyorsak kimse uyumasın anasını satim."

bazı günler uykusuz kalıyorum. böyle zamanlarda kuyruğunu yakalayamayan bir kediye dönüşüyorum. hırçınlık, agresiflik, bezginlik. ajda pekkan'dan daha gergin oluyorum. gün içerisinde boşluk bulsam bile uyumuyorum kolay kolay. ki öğleden sonra uyuduğum an, kesinlikle kabus görüyorum. karabasan hatta.

mesela geçen ay çok sevdiğim bir arkadaşımla babası gelmişti istanbul'a. çocukla babası ailevi bir sorunlarının telaşıyla iki gün burada kaldılar. benim ev arkadaşı da birkaç günlüğüne yoktu zaten. neyse işte tam bunlar evlerine dönecekti ki, misafir ettim her ikisini. sabahın köründe uyandı ama çocuğun babası. yani sabri amca. tutturdu, "kalkın kahvaltı yapalım" diye. yaptık kahvaltıyı, sohbet-muhabbet derken tutturdu "camiye gidecem ben."
oğlu muzip ve hayatımda gördüğüm en neşeli insan. bana baktı, ben sabri amcaya. "amca" dedim, "valla burda camii uzak biraz. ama kilise var yakınlarda." tam cümlelerimin devamı gelecekti ki sazı oğlu devraldı; "baba bir seccade al, git en yakın kiliseye. de ki, ben namaz kılacam burda. eğer olmaz falan derlerse, hani dinler hoşgörü üzerine kuruluydu deyip bi güzel fırçala hepsini, çık gel eve."

tabii yapmadı babası. oğluna garip garip bakıp çıktı. namazını kılıp geldi. sonra bunlar halletmeleri gereken mevzuyu halletmeleri için çıktılar dışarı. ben evde kaldım. ama uykusuzluktan geberiyorum. ha uyudum ha uyuyacam. ancak uyumamalıyım. eğer uyursam bunun akşamı var. bunun gecesi, kabusu var. biliyorum çünkü, o saatte ne zaman uyusam karabasan basıyor.

bir şekilde dalıp gittim kanepede. rüyamda sabri amca dikilmiş tepeme, boğazıma çullanmış beni boğuyor. "amca git" diyorum. bu yarı şaka yarı ciddi iyice abanıyor. "bak, amca dedim" diyorum. "şakanın da bi sınırı var. sikerim elini." can havliyle diyorum tabii bunları. o ise kırılıyor. tam ellerini gırtlağımdan çektiğinde bir daha abanıyor. ben ise tekrardan o kabus anına dönüyorum. böyle debelenip duruyoruz. o ara artık nasıl işliyor ve bir şeyleri algılıyorsa zihin, "bu bir kabus" diyorum. "evet, bu bir kabus ve ben öğleden sonra uyuduğum için bunu görüyorum."
sonra susuyorum sinsi sinsi. sabri amca yaklaşıyor. ben bilerek salağa yatıp bunu kolundan yakalıyorum. bu altımda çırpınırken ben ekliyorum; "şimdi siktim bıyığını. bu kabus, istesen de bi sik yapamazsın bana. kırayım mı kolunu ha? kırayım mı?"

sabri amca "ben ettim oğlum, sen eyleme" derken ben kahkalarla gülüyorum kabusumda. hala nefes nefeseyim ama. sırf bu saçmalıktan tamamen kurtulmak için sabri amcanın kolunu büküp götüne tekmeyi basıyorum. kendisi zayıf olduğundan sol ayağım acıyor. ayağımın acısıyla bir uyandım ki ne sabri amca var ne de başka bir bok.

akşama doğru bunlar geldi, hep beraber çıktık dışarı. sabri amca önde, biz oğluyla arkadayız. çocuğun babasına bakıp bakıp gülüyorum. aklımda kabus. çocuk anlamıyor ama. ancak öyle gülüyorum ki bir noktadan sonra dayanamıyor; "olm, babama bakıp bakıp ne gülüyon?" bense hala gülüp elimle de babasını göstererek "çok zayıf" diyorum. "baban çok zayıf. götüne bi degaj çektim, ayağım kırılacaktı az kalsın.''