bugün

turok

The Saturday Evening Post dergisinden Isaac F. Marcosson’a şöyle demişti: “Biz Amerikalıları Türkiye’de görmek istiyoruz; çünkü özlemlerimizi en iyi onlar anlayabilirler. Ekonomik ilişkiler alanında Türkiye ile Birleşik Devletler, her iki taraf için de en büyük yarar sağlayacak şekilde birlikte çalışabilirler. Zengin ve çeşitli ulusal kaynaklarımızın, Amerikan sermayesi için çekici olması gerekir. Biz, gelişmemizde Amerikan yardımını memnuniyetle karşılarız, çünkü bütün başka ülkelerin sermayesinden farklı olarak Amerikan parası, Avrupa milletlerinin bizimle ilişkilerine can veren siyasal entrikalardan uzaktır. Başka bir ifadeyle Amerikan sermayesi, yatırılır yatırılmaz bayrağını çekmeye kalkmaz. Amerika’ya olan inanç ve güvenimizin somut bir delilini, Chester imtiyazı’nı vermek suretiyle gösterdik. Gerçekten bu, Amerikan halkına bir teveccühtür.”

8-9 Nisan 1923’te TBMM’de onaylanan iki imtiyaz anlaşmasına göre o sırada amiral olan Chester’in Delaware eyaletinde, iş adamları, bankerler ve gazetecilerle kurduğu Ottoman-American Development Company adlı şirkete, 99 yıl süreyle, Türkiye’nin doğusu ile Musul-Kerkük bölgesini birbirine bağlayan 4.400 kilometrelik bir demiryolu ile iki liman yapımı karşılığında, limanların ve demiryolu hatlarının yanlarında 40 kilometrelik şerit içinde kalan alanda, petrol dahil her türlü maden arama, kanal, yol, telgraf ve telefon hatları, bayındırlık işleri, bankalar, oteller, gözlemevleri inşa etme imtiyazı tanınıyordu. imtiyaz anlaşması öyle geniş tutulmuştu ki, yeni başkent Ankara’nın “Washington örneğine göre kurulmasını” bile içeriyordu. Ayrıca şirkete çeşitli vergi ve arazi alım kolaylıkları sağlanacaktı.

Hükümet 400 milyon dolar civarında bir Amerikan sermayesinin Türkiye’ye geleceğini ve ülkenin kısa sürede çağ atlayacağını sanmıştı. Ancak bu büyük coşku kısa sürdü. Lozan’da, Musul’un çözüme bağlanmaması, Standard Oil Şirketi’nin Irak petrollerinin denetimini ele geçinmesi üzerine, ABD resmi çevreleri de, işadamları da heveslerini kaybedince anlaşmalar hayata geçmedi ve Türkiye’nin ‘Küçük Amerika’ olması ileri bir tarihe ertelendi.