yere bakarak yürüyen insan

kendi kabuguna çekilme ve dış uyarıcılardan uzaklasma egiliminden kaynaklanan bir eylemdir.
konuşmak istemez, iletişim kurmak istemez kimseyle, çünkü düşünecek önemli şeyleri vardır. bir derdi vardır ki yere bakıyordur. yoksa yere bakmayı gerektirecek herhangi bir neden yoktur. yerde para bulmaya çalışmıyordur. öyleleri de vardır belki ama azınlıktır.
bu üzerinde kafa yordugu, düşüne düşüne bir çözüme varamadıgı dert nedir peki? yere bakarak çözebilir mi bu derdini? baktıgı yerde, toprakta onu çözüme götürecek şey var mıdır? ilaç yere bakmak mıdır? he o zaman hepimiz yere bakalım.
bu kadar kolay değildir tabi bir sorunu çözmek.
aslında bir derdi olan insan göğe bakmalıdır. gökyüzünün sonsuzlugunda, derinliginde kaybolmalıdır. kafasını kaldırıp bu eşsiz mavilige odaklanmalı, bu insanı sarhoş eden, kafasını açan, düşünmeye sevk eden bulutlu gökyüzüne.
"su katılmış rakı renginde" olan gökyüzü, o yüzyıllardır varolan, hiç değişmeyecek olan, nereye gidersen git senin yanında olan, seni hep takip eden gökyüzü senin mantıklı düşünmeni, dogru karar vermeni saglar.
gökyüzünde hayatın tüm anlamları yatar çünkü. o küçük bir özetidir dünyanın, tarihin, insanlıgın, hayatın, evrenin. derdinin dermanı ondadır. o ki insana cesaret verir, o ki insana sabır verir, o ki insana anlatır saçma sapan dertleri kafaya takmamayı, yarın bir gün aklına geldiginde gülüp geçecegin meseleler hakkında uzun uzun düşünmenin, onları dert etmenin anlamsızlıgını yüzüne vurur, tokat gibi. o ki aslında en büyük ögüdü verir bize: " hayat çıkışı olmayan bir labirenttir, ve insan bu sonsuz hapishanede gündelik dertler içerisinde bogulmak yerine kafasını kaldırıp hayatı üzerinde inisiyatif kullanarak kendi hayatına hakim olmalı, yaşamının kontrolünü ele geçirmeli ve bu cehennemi cennete çevirmelidir."

ey insanoglu,
kaldır kafanı,
göğe bak!