bugün

sözlük yazarlarının itirafları

Vazgeçemeyeceğim kadar kıymetli değil hayatım,
ben şanslı olanlardanım, hayatımdan daha kıymetli birşeylerim
var benim, öyle altı imzalı boş mukaveleler taşımıyorum
koynumda, hayatım karşılığında anlaşmalar
yapmıyorum.
Çıplak ayaklarının altında keskin pürtüklü kayalıkları,
her seferinde "belki de bu son" diyerek hissedip
kendini bir uçurumdan aşağıya, bir avuç gözüken denize
bırakan Amazonlar'ın o yabani çocukları gibi korkudan
ürpererek bırakırım kendimi uçurumlara.
Siz bir sonsuza doğru düşmeyi bilmiyorsunuz, sonuncu
kez olup olmadığını bilmeden ciğerlerinize doldurduğunuz
geniş bir solukla, gözleriniz serin bir rüzgârla
yanarken, dimdik, korkuyla ve şehvetle titreyerek
bir uçuruma uçmayı bilmiyorsunuz siz.
Hayatınız kıymetli, hayatınızdan daha kıymetli bir
şeyiniz yok çünkü.
Koynunuzda altı imzalı boş mukaveleler taşıyorsunuz,
küçük bir kumarbazın işaretli kâğıtları dağıttığı gibi
dağıtıyorsunuz onları ve her seferinde kaybediyorsunuz
bütün küçük kumarbazlar gibi.
Siz o filmi gördünüz mü?
Hayatından, geleceğinden, ailesinden ve aklından
vazgeçmek pahasına o "üç numaralı konçertoyu" çalan
piyanistin filmini gördünüz mü siz?

Rachmaninov'un "üç numaralı piyano konçertosunu'
Rachmaninov'un önünde çalıp o ünlü Rus kompozitöre,
"çalarken ruhuma dokundunuz" dedirten ve sonra
sol kolunu bir felce kaptırıp sakat kalan hocasının,
"piyano bir canavardır, onu denetleyemezsen yutar seni"
dediği genç piyanistin, bir canavar tarafından yutulmayı
göze alarak "üç numaralı konçertoyu" çalmak için
ihtirasla titremesini seyrettiniz mi?
Hazırlıksız ve kırılgan bir ruhun taşıyamayacağı
kadar büyük bir duygusal coşku gerektiren bu parçayı
çalarken, yanlış sevgilerle örselenmiş ruhunu ortaya koyan
o piyanistin, dünyanın en zor piyano parçası denilen
konçertoyu çalabilmek için sağlığını, geleceğini ve
bütün hayatını tehlikeye atmasını aptalca bulmadan önce,
bir insan neden hayatını bir piyano parçası çalmak
için tehlikeye atar diye sordunuz mu? Gizlilerde bir
yerde böyle bir soru saklıyor musunuz; bir gün lazım
olur da belki sorarım diye, hayatınızın bir bölümünde
böyle bir soru hazırlayıp koydunuz mu bir yanınıza?
Siyah smokini, bağlı olduğu baştan bağımsız ayrı
bir canlı gibi kıvır kıvır uçuşan saçları ve kalın gözlükleriyle
piyanonun başına gelip parçayı çalmadan önce
gözlüğünü çıkartarak keskin bir bıçak gibi simsiyah parıldayan
piyanonun üstüne koyan o genç çocuğun, dokunduğu
her notayla geleceğinden ve hayatından bir
parçayı tuşlara bıraktığı o konserde, olağanüstü bir duyarlılıkla
çaldığı parçanın bitiminde kendisini ayakta alkışlayan
kalabalığın önünde selam verirken yıkılıp kalıvermesini
görmelisiniz.
Bir insanın hayatından kıymetli ne var ki, onun uğruna,
bir piyano parçası için hayatını veriyor diye sormalısınız.
Ruhunda ve aklında ne varsa, hepsini son katresine
kadar "üç numaralı konçertonun" ışıltılı tınılarına terk
eden o çocuğun zaten kırılgan olan iç dünyasının, bir

Zümrüdüanka yumurtası gibi çatlayıp kendi içindeki
büyülü ku§un üstüne çökmesini ve o çocuğun o parçayı
çaldıktan sonra on yedi yılını akıl hastanelerinde geçirmesini
anlamak zor, eğer hayatınızda hayatınızdan daha
kıymetli bir şey yoksa.
Sizin hayatınızda çalmak için uğruna hayatınızı vereceğiniz
bir "konçerto" yok mu?
"işte bunun için yakarım geleceğimi" dediğiniz bir
"parça" bulunmuyor mu repertuarınızda?
Yoksa eğer, bu, hayatınızda hayatınızdan daha kıymetli
bir şey bulunmuyor demektir.
Kolay anlaşmalar yaparsınız o zaman. Budalalar
karşısında susar, zorbalar karşısında eğilirsiniz.
Koşumları yalandan, kırbacı çıkarcılıktan yapılmış
arabalara koşulursunuz siz de.
"Hayır" demeyi unutursunuz.
Herkese dağıtırsınız o lanet olasıca boş mukavelelerinizi.
Katiller efendiniz olur, sahtekârlar padişahlık taslar
size, kulaklarınız artık hiçbir müziği duymaz, ruhunuz
kayalara çarpıp terk edilmiş eski bir gemi gibi yosunlanıp
çürümeye koyulur ve ortak bayağılıkların içinde
atarsınız kulaçlarınızı.
Ve inanın, hayat, içi boşaldıkça ağırlaşır. Taşınması
zor bir yük olur.
O boşluğu saklamak için siz de başlarsınız yalanlara,
ne kadar boşahrsa hayatınız o kadar çok. yalan söyler,
cakalanırsınız ve boş bir hayatı taşımanın aslında
na$ıl da büyük bir akıllılık olduğunu anlatmaya koyulursunuz.
Biliyor musunuz, romantiklerin sonuncu büyüğü
denilen Rachmaninov, besteciliğinin yanı sıra çok da
önemli bir piyano virtüözüydü, çocuk yaşında saraylarda
konserler vermeye başlamıştı, dokuz yaşındayken
gittiği bir asilzade konağında çaldığı bir parçanın ona
yerinde daha etkileyici olmak için esas çarpıcı akoru
basmadan önce ellerini tuşların üstünden kaldırıp bir an
beklemişti ve o sırada müzikten pek de anlamayan yaşlı
bir kontes çocuğun parçayı unuttuğunu sanıp şefkatli
bir sesle, "istersen daha iyi bildiğin bir şey çal" demişti.
Daha iyi bildiğiniz bir şey çalmak ister misiniz yaşlı
konteslerin şefkatine sığınıp? Yoksa müzikten anlamayanların
şefkatini reddedebilecek misiniz?
Uğruna geleceğinizi mahvedeceğiniz, akıl hastanelerine,
hapishanelere, sefaletlere düşeceğiniz bir "üç numaralı
konçertonuz" var mı?
"Ben bunu çalacağım" dediğiniz bir parça.
"Bunu çalacağım ve başka da bir şey çalmayacağım"
dediğiniz bir konçerto için kamaşıyor mu yüreğiniz,
parmaklarınız kıpır kıpır oynaşıyor mu içinizde?
"Hayat bir canavardır, onu denetleyemezsen yutar
seni" deyip vuruyor musunuz hayatın akorlarına, konçertonun
bir ucundan girip öbür ucundan ter içinde ve
çıldırarak çıkıyor musunuz?
Vazgeçemeyeceğim kadar kıymetli değil hayatım,
ben şanslı olanlardanım, hayatımdan daha kıymetli birşeylerim
var benim.
Bir yazı, bir aşk, bir isyan.
"Belki de bu son kez diyerek Amazon'un o yabanıl
çocukları gibi her yanımda kayaların keskin pürtüklerini
hissederek bırakacağım kendimi bir uçurumun dibinde
küçücük gözüken denize, gözlerim rüzgârdan yanacak
ve şehvetle titreyecek içim. Suya çarptığımda ince
bir ok gibi saplanacağım derinlerine ve eğer çıkabilirsem
yeniden suyun üstüne, ıslak sakallarımla gühımseyeceğim
ve edepsiz bir oğlan çocuğu gibi övüneceğim size,
"hayatımda hayatımdan daha kıymetli şeylerim var"
diye.
Şayet siz de gülümserseniz, çırılçıplak ve baştan aşağıya
ıslak tutacağım ellerinizi, "Çalın," diyeceğim, "çalın
şu üç numaralı konçertoyu."
Bir uçurumdan uçarak basacaksınız tuşlara.
Ter içinde ve çıldırmanın kenarında dolaşarak, sevişir
gibi bir hayatı yakıp bir hayatı doğuracaksınız.
Bütün mukaveleleriniz parça parça olup kuş tüyleri
gibi savrulacak havaya.
Hayatla yaptığınız bütün anlaşmaları yırttığınızda
ve "başka bir şey çalmayı" reddettiğinizde, işte o zaman,
anlayacaksınız belki de hayatın ne olduğunu.
Ve piyanistin, bir canavarı yutup çıldıran o çocuğun,
niye o "üç numaralı konçertoyu" çaldığını.

(Karanlıkta Sabah Kuşları/Ahmet Altan/1997
güncel Önemli Başlıklar