bugün
- arkadaşlar sizden bir şey rica edebilir miyim14
- alınan en güzel iltifat14
- kızımın kiminle yatıp kalktığıyla ilgilenmezdim9
- şehirler arası aşk yaşamak8
- ağaç gövdesi gibi bacakları olan kadın11
- sözlük kızından gelin olmaz13
- vatandaşlık farkı alan otel21
- sözlükte ateist gibi takılan yahudiler9
- cumaya gidenlerin çok azalması16
- ayça tilki9
- bik bik'in balona binmesi34
- anın görüntüsü13
- 170 boyunda olduğum için hep reddedildim23
- sabah aç karnına içilen bira13
- 1 m dolara bu bebeğe sertçe tokat atar mısınız11
- bir kadının yemek ısmarlaması14
- ideal duş alma sıklığı14
- türkiyede çok abartılan arabalar8
- futbolcu ismiyle nick almak10
- diyanet işleri başkanına audi 6 tahsis edilmesi15
- icardi190524
- artificialintelligence15
- icardi1905 silik olsun kampanyası17
- kız mı erkek mi belli olmayan yazarlar8
- adanada polisin saldırganın ayağına sıkması14
- icardiyi tokat manyağı yapmak12
- yol bitimindeki kuytu mekan8
- suriyeliler suriye'ye dönsün9
- erkeğe ne hediye alınır31
- sırtınızı bir sözlük kızına dayar mısınız17
- uzağı göremeyen insan10
- millet açsa neden kafeler tıklım tıklım18
- 27 nisan 2024 fenerbahçe beşiktaş maçı24
- 26 nisan 2024 adana demirspor galatasaray maçı15
- kültürlü entelektüel alçak gönüllü güzel kadın13
- seni seviyoruz insan olmaya çeyrek kala8
- bik bik moderatör olunca bana kız ayarlar mı10
- antalya'ya abartılmış şehir diyen göt11
selam.
umudu çalınmış bir sonbahar akşamıydı,
fersah fersah yok olmuş akıbeti meçhul yarınlar gülümserdi,
avuçlarımda ağlayan periler uhrevi birer gölge şimdi;
münafık düşlerim, müreffeh görmez gidişlerine boş bir müfret,
ve artık günahkar gözlerin;
yalnızca babasız kalmış piç bir hatıranın mürebbiyesinden ibaret...
bu anımı sizlere bu liriklerimle tasvir etmek istedim.
merhaba,
ben pembe tolga
alelade bir günün, afaki mutluluklarının arasında "merhaba" demiştim yeni bir güne. pembe güneşin ahenkli sıcaklığı tenimi okşuyor, abluka altına alınmış popolu insanların cadde üzerindeki aktüel sohbetleri günüme detay katıyordu.
tanrım ne güzel bir gündü bu...
analitik düşüncelerimi meşgul eden keltoş ve bir o kadar da sevimli sübyanların koşuşturmaları, bir vektörden farksız görmediğim kırışık götlü yaşlı teyzelerin pazar dönüşlerinde bir kitle imha silahını aratmayan korkunç ve yersiz kahkahaları, milli servete saygısı olduğu anlaşılan orta yaşlı ve bir o kadar da bıyıklı amcaların emektar göt loblarını takiben kendisini gösteren tahriş olmamış bebeksi baldırları, sükunet içinde yaya geçidini kullanan kuyruk sokumu zımparalası üniversiteli gençler ve daha niceleri...
her şeyiyle harika, ve bir o kadar da pembe bir günün içerisindeydim.
mutluluk muafiyetimi yitirmeden, neşeme neşe katmak gayesiyle mizansen eylemlere atılmak, adeta yapay bir endorfin şelalesinin üzerinde bungee jumping yapıyormuşçasına hissetmek için toplum içerisine pembe deparlarımı salarak dahil oldum.
kalabalığın arasına dalmamın akabinde de, gür bir kahkaha atmayı da ihmal etmedim. zira uzun süredir hiç bu kadar oğlanı bir arada görmemiştim. sanki kutsal bir mıknatıs yardımıyla tüm dişisel varlıklar arşa çekilmiş, ve vajinalarına hidrojen bombası sokulmak suretiyle idam edilmişti. bu ne güzel bir tabloydu böyle...
kısa bir süre elimle "ooo piti piti karamela sepeti" yaptıktan sonra, arka cebimden çıkardığım portatif mızrağımı oğlanlarla dolu kalabalığın içerisine fırlatıverdim.
ve neticesinde genç bir oğlanı sağ böbreğinden yakalamıştım. kahkahalar eşliğinde, mutluluk tesirli naralarıma engel olamadan yanına koştum.
oldukça çekici bir oğlandı. biraz olsun çekiciliğini yok edebilmek, aynı zamanda kendisine gelmesini biraz olsun kolaylaştırabilmek için kulak memesini bir çırpıda ısırdım.
acı dolu bir haykırışla bakışlarını şahsıma çevirdi. 1,85 boylarında, beyaz tenli, sağ yanağındaki gamzesine göre bir kurumda finansal uzman olarak çalışan, arka cebinden gelen bozuk para seslerine göre toplumla ilgili bazı sorunlar yaşayan, hafif biçimsiz meme uçlarını ele alacak olursak da; sporun birçok dalıyla ilgilendiği gün gibi ortada olan, iyi bir yüzücü ve lisanslı voleybolcu olmaması için aklını yitirmiş olması gereken, loblarının hiçbir zaman ayrılmamış olacağına dair yemin edebileceğim genç bir oğlandı. bu yapısal gözlemimin ardından bu genç oğlanın genel kültürünü sorguya çektim:
- merhaba, ben pembe tolga. malum, sizin de onaylayacağınız gibi; az evvel sizi yakalamış bulunmaktayım. kendimi tanıtmama izin verişinizi taktir ederek, size bir kaç soru yöneltmek isterim. umarım vaktiniz vardır efendim. zira sizi becerip becermemem bu suallerime vereceğiniz cevaplar neticesinde netlik kazanacak. (bir yandan da bozuk para sesleri gelen cebine 5.000 tl iliştiriyordum).
+ elbette tolga bey. lütfen buyurun.
onlarca yıllık pembe yaşantımda ilk kez böylesine razı bir oğlan görmüştüm...
şaşkınlığımı gizleyerek, elimdeki not defterine not almak suretiyle ilk sorumu yönelttim:
- bahse girerim ki arabesk dinliyorsunuz öyle değil mi?
+ ha ha. yapmayın tolga bey. elbette jazz dinliyorum.
- pekala... o halde kumardan, edebiyattan, felsefeden ve kokain partilerinden de hoşlanıyorsunuzdur. yanılıyor muyum efendim?
+ haklısınız efendim... ben ki kadere dem vurmamış bir gelinciğin berdevam düşlerine tutsak bir..
bu genci becermem kesinlikle mümkün görünmüyordu.
kaderime lanet okuyarak, "neden genel kültürü zayıf bir erkeğe rast gelemedim?" diye hayıflandım. binlerce oğlan arasında neden en kültürlüsünü avlamıştım?.. mutlu günümü sekteye uğratan bu delikanlının yüzüne tekme atıp uzaklaştım.
hala daha söylenmeyi de ihmal etmiyordum.
ta ki o bıyıklı ve yırtık fanilasıyla uzaklardan gülümseyen müthiş çirkinlikteki, ve de şehvete meydan okuyan bir ihtiras tanrısı gibi geyirişlerini gizlemeden doğaya salan aşk savaşçısı görünümlü adama kadar... tanrım, bir anda erekte olmuştum.
aradığım adam karşımda dikiliyordu. az evvel ardımda bıraktığım kültürlü gence dil çıkararak bu seksi magandaya doğru koşmaya başladım. magandanın yanına yaklaştığımda adeta aşık olmak üzereydim.
fanilası yırtık pırtık, sol arka cebinden sarkan boş bira kutusu, sakallarının arasında tetris oynayan karıncalar, burun kılları solunum yollarına muhalefet uygulayabilecek uzunlukta, kaşları sanki bir mesaj vermek istermişçesine rüzgarda sallanan o adam karşımda dikiliyordu... elinde de en fazla 2-3 aylık olan tatlı mı tatlı bir bebecik vardı.
adam henüz beni görmemişti. tam yanına yaklaşıp ensesinden öpecektim ki;
bir anda elinde tuttuğu yavru bebecanı çöp tenekesinin içine atıp, ardından da tenekeye tekme atarak yokuş aşağı yuvarlanmasını sebep oldu.
şaşırmıştım...
küçük bebeyto daha fazla yuvarlanmadan, az önce kültürlü genci avladığım mızrağımı tenekeye fırlatarak bebeytoyu bir çırpıda kurtardım. bebeğin sağlığının yerinde olduğunu görür görmez de bu vicdansız adamın karşısına dikilerek bağırmaya başladım:
- merhaba, ben pembe tolga. az önce yaptığınız bu yersiz ve bir o kadar da fütursuz davranışınızın sebebini öğrenebilmem mümkün mü? bu yavrucak tanrının sevdiği kuluymuş ki yetişebildim. sizi tüm pembeliğime kınıyorum efendim. lütfen bu gafletinizi izah ediniz.
+ bıraksaydın da geberseydi piç kurusu. sana ne be adam? bu anasını siktiğimin oğlu ibne olacak başımıza. anasının memesini emmiyor, benimkini emmek istiyor. altını değiştirirken pipisini gördüğünde ağliyır, poposunu gülünce agucuk atıyir. götüme mi sokam böyle evladı? bırakaydın da gideydi ibne dölü. bize ibne evlat gerekmez. bak sen delikanlı adama benziyin. çekil önümden de dereye atam şunu.
bir süre usulca gökyüzüne bakıp gülümsedim.
adam şaşırmıştı... kendi kendime birtakım dizeleri mırıldanıyordum. sinirden tüm pembeliğim atmıştı.
bir derin nefes çekip, sol arka cebimden çıkardığım 9.950 tl'yi bu kalpsiz adamın yüzüne çarpıverdim.
adam şaşırmıştı...
bir 50 tl de mpt'nin (minik pembe tolga'nın) yanından çıkarıp çarpınca, artık niyetimi anlamıştı.
"burada mı beyim?" diye utançla seslendi. "şştt" diye yanıtladım.
bebecik kollarımda uyuya kalmıştı. uyanırsa adamı becermekle kalmazdım. bebeği yumuşak bir zeminin üstüne usulca bırakıp, pantolonumu aşağıya indirerek adamın önünde haka dansı yapmaya başladım. adam utancından bakamıyor, her bakmayışında yüzüne çakıl taşları fırlatıyordum. kısa süreli dansımın ardından, bu vicdansız babanın kafasını çöp konteynerinin içine sokup, akabinde de kapağını kapadım. artık iri ve bakımsız göt loblarıyla yapayalnızdık. derhal loblarını ayırıp, içine pembe rüyayı empoze ettim.
o'nu bir yandan beceriyor, diğer yandan da bağımsızlığını ilan etmiş taşaklarını penseyle sıkıp patlatıyordum. o'ndan nefret ediyordum...
bebek uyanana kadar o'nu nefretle becerdim. birtakım becerişlerimin bitmesinin ardından da; günahkar loblarına bir 2.000 tl daha sıkıştırıp, o'nu yokuştan aşağıya usulca ittim.
kafası konteynerin içine sıkışmış devasal bir lob gözlerden saniyeler içinde kaybolup gidiverdi...
ve küçük gay bebek gülümsüyordu kollarımda.
bebekliğine mahsus duruluğu minik gözlerinden ışıldıyordu. "gülümse bebek. gülümse..." diye seslendim o'na.
"asla bakmasın gözlerin müteessir..."
pembeliğe mütamayil kalbimi eritirmişçesine gözlerime baktı bebecan... bebekti işte.
o her şeyden habersiz bir sabiydi yalnızca...
ve yanaklarımdan süzülen yaşlardı basiretimizi değiştiren.
o bir bebekti yalnızca.
o bir bebekti...
umudu çalınmış bir sonbahar akşamıydı,
fersah fersah yok olmuş akıbeti meçhul yarınlar gülümserdi,
avuçlarımda ağlayan periler uhrevi birer gölge şimdi;
münafık düşlerim, müreffeh görmez gidişlerine boş bir müfret,
ve artık günahkar gözlerin;
yalnızca babasız kalmış piç bir hatıranın mürebbiyesinden ibaret...
umudu çalınmış bir sonbahar akşamıydı,
fersah fersah yok olmuş akıbeti meçhul yarınlar gülümserdi,
avuçlarımda ağlayan periler uhrevi birer gölge şimdi;
münafık düşlerim, müreffeh görmez gidişlerine boş bir müfret,
ve artık günahkar gözlerin;
yalnızca babasız kalmış piç bir hatıranın mürebbiyesinden ibaret...
bu anımı sizlere bu liriklerimle tasvir etmek istedim.
merhaba,
ben pembe tolga
alelade bir günün, afaki mutluluklarının arasında "merhaba" demiştim yeni bir güne. pembe güneşin ahenkli sıcaklığı tenimi okşuyor, abluka altına alınmış popolu insanların cadde üzerindeki aktüel sohbetleri günüme detay katıyordu.
tanrım ne güzel bir gündü bu...
analitik düşüncelerimi meşgul eden keltoş ve bir o kadar da sevimli sübyanların koşuşturmaları, bir vektörden farksız görmediğim kırışık götlü yaşlı teyzelerin pazar dönüşlerinde bir kitle imha silahını aratmayan korkunç ve yersiz kahkahaları, milli servete saygısı olduğu anlaşılan orta yaşlı ve bir o kadar da bıyıklı amcaların emektar göt loblarını takiben kendisini gösteren tahriş olmamış bebeksi baldırları, sükunet içinde yaya geçidini kullanan kuyruk sokumu zımparalası üniversiteli gençler ve daha niceleri...
her şeyiyle harika, ve bir o kadar da pembe bir günün içerisindeydim.
mutluluk muafiyetimi yitirmeden, neşeme neşe katmak gayesiyle mizansen eylemlere atılmak, adeta yapay bir endorfin şelalesinin üzerinde bungee jumping yapıyormuşçasına hissetmek için toplum içerisine pembe deparlarımı salarak dahil oldum.
kalabalığın arasına dalmamın akabinde de, gür bir kahkaha atmayı da ihmal etmedim. zira uzun süredir hiç bu kadar oğlanı bir arada görmemiştim. sanki kutsal bir mıknatıs yardımıyla tüm dişisel varlıklar arşa çekilmiş, ve vajinalarına hidrojen bombası sokulmak suretiyle idam edilmişti. bu ne güzel bir tabloydu böyle...
kısa bir süre elimle "ooo piti piti karamela sepeti" yaptıktan sonra, arka cebimden çıkardığım portatif mızrağımı oğlanlarla dolu kalabalığın içerisine fırlatıverdim.
ve neticesinde genç bir oğlanı sağ böbreğinden yakalamıştım. kahkahalar eşliğinde, mutluluk tesirli naralarıma engel olamadan yanına koştum.
oldukça çekici bir oğlandı. biraz olsun çekiciliğini yok edebilmek, aynı zamanda kendisine gelmesini biraz olsun kolaylaştırabilmek için kulak memesini bir çırpıda ısırdım.
acı dolu bir haykırışla bakışlarını şahsıma çevirdi. 1,85 boylarında, beyaz tenli, sağ yanağındaki gamzesine göre bir kurumda finansal uzman olarak çalışan, arka cebinden gelen bozuk para seslerine göre toplumla ilgili bazı sorunlar yaşayan, hafif biçimsiz meme uçlarını ele alacak olursak da; sporun birçok dalıyla ilgilendiği gün gibi ortada olan, iyi bir yüzücü ve lisanslı voleybolcu olmaması için aklını yitirmiş olması gereken, loblarının hiçbir zaman ayrılmamış olacağına dair yemin edebileceğim genç bir oğlandı. bu yapısal gözlemimin ardından bu genç oğlanın genel kültürünü sorguya çektim:
- merhaba, ben pembe tolga. malum, sizin de onaylayacağınız gibi; az evvel sizi yakalamış bulunmaktayım. kendimi tanıtmama izin verişinizi taktir ederek, size bir kaç soru yöneltmek isterim. umarım vaktiniz vardır efendim. zira sizi becerip becermemem bu suallerime vereceğiniz cevaplar neticesinde netlik kazanacak. (bir yandan da bozuk para sesleri gelen cebine 5.000 tl iliştiriyordum).
+ elbette tolga bey. lütfen buyurun.
onlarca yıllık pembe yaşantımda ilk kez böylesine razı bir oğlan görmüştüm...
şaşkınlığımı gizleyerek, elimdeki not defterine not almak suretiyle ilk sorumu yönelttim:
- bahse girerim ki arabesk dinliyorsunuz öyle değil mi?
+ ha ha. yapmayın tolga bey. elbette jazz dinliyorum.
- pekala... o halde kumardan, edebiyattan, felsefeden ve kokain partilerinden de hoşlanıyorsunuzdur. yanılıyor muyum efendim?
+ haklısınız efendim... ben ki kadere dem vurmamış bir gelinciğin berdevam düşlerine tutsak bir..
bu genci becermem kesinlikle mümkün görünmüyordu.
kaderime lanet okuyarak, "neden genel kültürü zayıf bir erkeğe rast gelemedim?" diye hayıflandım. binlerce oğlan arasında neden en kültürlüsünü avlamıştım?.. mutlu günümü sekteye uğratan bu delikanlının yüzüne tekme atıp uzaklaştım.
hala daha söylenmeyi de ihmal etmiyordum.
ta ki o bıyıklı ve yırtık fanilasıyla uzaklardan gülümseyen müthiş çirkinlikteki, ve de şehvete meydan okuyan bir ihtiras tanrısı gibi geyirişlerini gizlemeden doğaya salan aşk savaşçısı görünümlü adama kadar... tanrım, bir anda erekte olmuştum.
aradığım adam karşımda dikiliyordu. az evvel ardımda bıraktığım kültürlü gence dil çıkararak bu seksi magandaya doğru koşmaya başladım. magandanın yanına yaklaştığımda adeta aşık olmak üzereydim.
fanilası yırtık pırtık, sol arka cebinden sarkan boş bira kutusu, sakallarının arasında tetris oynayan karıncalar, burun kılları solunum yollarına muhalefet uygulayabilecek uzunlukta, kaşları sanki bir mesaj vermek istermişçesine rüzgarda sallanan o adam karşımda dikiliyordu... elinde de en fazla 2-3 aylık olan tatlı mı tatlı bir bebecik vardı.
adam henüz beni görmemişti. tam yanına yaklaşıp ensesinden öpecektim ki;
bir anda elinde tuttuğu yavru bebecanı çöp tenekesinin içine atıp, ardından da tenekeye tekme atarak yokuş aşağı yuvarlanmasını sebep oldu.
şaşırmıştım...
küçük bebeyto daha fazla yuvarlanmadan, az önce kültürlü genci avladığım mızrağımı tenekeye fırlatarak bebeytoyu bir çırpıda kurtardım. bebeğin sağlığının yerinde olduğunu görür görmez de bu vicdansız adamın karşısına dikilerek bağırmaya başladım:
- merhaba, ben pembe tolga. az önce yaptığınız bu yersiz ve bir o kadar da fütursuz davranışınızın sebebini öğrenebilmem mümkün mü? bu yavrucak tanrının sevdiği kuluymuş ki yetişebildim. sizi tüm pembeliğime kınıyorum efendim. lütfen bu gafletinizi izah ediniz.
+ bıraksaydın da geberseydi piç kurusu. sana ne be adam? bu anasını siktiğimin oğlu ibne olacak başımıza. anasının memesini emmiyor, benimkini emmek istiyor. altını değiştirirken pipisini gördüğünde ağliyır, poposunu gülünce agucuk atıyir. götüme mi sokam böyle evladı? bırakaydın da gideydi ibne dölü. bize ibne evlat gerekmez. bak sen delikanlı adama benziyin. çekil önümden de dereye atam şunu.
bir süre usulca gökyüzüne bakıp gülümsedim.
adam şaşırmıştı... kendi kendime birtakım dizeleri mırıldanıyordum. sinirden tüm pembeliğim atmıştı.
bir derin nefes çekip, sol arka cebimden çıkardığım 9.950 tl'yi bu kalpsiz adamın yüzüne çarpıverdim.
adam şaşırmıştı...
bir 50 tl de mpt'nin (minik pembe tolga'nın) yanından çıkarıp çarpınca, artık niyetimi anlamıştı.
"burada mı beyim?" diye utançla seslendi. "şştt" diye yanıtladım.
bebecik kollarımda uyuya kalmıştı. uyanırsa adamı becermekle kalmazdım. bebeği yumuşak bir zeminin üstüne usulca bırakıp, pantolonumu aşağıya indirerek adamın önünde haka dansı yapmaya başladım. adam utancından bakamıyor, her bakmayışında yüzüne çakıl taşları fırlatıyordum. kısa süreli dansımın ardından, bu vicdansız babanın kafasını çöp konteynerinin içine sokup, akabinde de kapağını kapadım. artık iri ve bakımsız göt loblarıyla yapayalnızdık. derhal loblarını ayırıp, içine pembe rüyayı empoze ettim.
o'nu bir yandan beceriyor, diğer yandan da bağımsızlığını ilan etmiş taşaklarını penseyle sıkıp patlatıyordum. o'ndan nefret ediyordum...
bebek uyanana kadar o'nu nefretle becerdim. birtakım becerişlerimin bitmesinin ardından da; günahkar loblarına bir 2.000 tl daha sıkıştırıp, o'nu yokuştan aşağıya usulca ittim.
kafası konteynerin içine sıkışmış devasal bir lob gözlerden saniyeler içinde kaybolup gidiverdi...
ve küçük gay bebek gülümsüyordu kollarımda.
bebekliğine mahsus duruluğu minik gözlerinden ışıldıyordu. "gülümse bebek. gülümse..." diye seslendim o'na.
"asla bakmasın gözlerin müteessir..."
pembeliğe mütamayil kalbimi eritirmişçesine gözlerime baktı bebecan... bebekti işte.
o her şeyden habersiz bir sabiydi yalnızca...
ve yanaklarımdan süzülen yaşlardı basiretimizi değiştiren.
o bir bebekti yalnızca.
o bir bebekti...
umudu çalınmış bir sonbahar akşamıydı,
fersah fersah yok olmuş akıbeti meçhul yarınlar gülümserdi,
avuçlarımda ağlayan periler uhrevi birer gölge şimdi;
münafık düşlerim, müreffeh görmez gidişlerine boş bir müfret,
ve artık günahkar gözlerin;
yalnızca babasız kalmış piç bir hatıranın mürebbiyesinden ibaret...
güncel Önemli Başlıklar