bugün

bir kadına arkasından sarılıp karnını okşamak

biz olmaktır..

nedensiz bir kavganın ardından ceketini alır çeker gidersin.. daha kapıdan çıkarken pişman olur, özlersin. gurur denen budalalık damarlarını işgal ettiğinden adımların hızlanır, merdivenleri ikişer ikişer atlar, kaçarcasına sokağa atarsın kendini. yüzüne insanlar çarpar, aşklar çarpar. ağlayamazsın. adımlarını hızlandırarak limana inen sokaklara düşürürsün yolunu. belki de ağlarını ören balıkçıların sakinliğinde gururunu da tamir ettirmek istediğinden.

martılar güler haline. anlar gökyüzü. aylardan eylül' dür. ılık bir damla düşer omuzlarına. başlar bir sonbahar yağmuru. içinin gramafonlarında eski bir şarkı çalar. sen kimseyi sevemezsin. üşürsün. için üşür. içindeki boşluk büyür. çekilen bir dişin yeri gibi. dilin değdikçe sızlar için, içindeki boşluğa. yağmur hızlanır. martılar susar.

sen sırılsıklam, yüreğin sırılsıklam sığınırsın bir kerevetin altına.. güçlü omuzların düşer. küçük bir oğlan çocuğu gibi kimsesiz hissedersin kendini. üşümen artar. titrersin. çenen birbirine vurmaya başlar. hak verirsin o şarkıya.. alışmak sevmekten daha zor..alışmak bir yıkım. bir eroin bağımlısının en karanlık krizinden ağır. yanlız uyumak geri dönülemeyecek kadar korkunç bir kabus.

vakit akar. zaman koşmaya başlar yağmurdan kaçmak için. hava erken kararır. içindeki çukur dolar çamurlu sularla. düşünürsün. o napıyor şimdi. ne düşünüyor. o da üşüyor mu. cama vuran damlalar onu da vuruyor mu..yanlızlık ona da çok kalabalık geliyor mu. o da düşünmeye başladı mı o koca yatağa tek başına nasıl sığacağını..

erkek olmak zordur.. gidemezsin. terkedemezsin. sen terk etsen de içini bırakırsın ardında.. ya da kokusunu getirirsin yanında. ama kimin haklı olduğunun önemi olmadan giden sen olduysan, dönecek olan da sensin. o zaman erkeksin. hatalarından ders alırsan, hata yapanları yüreğinden bağışlayabilirsen.. yağmur durur ama üşümen geçmez. ama aklın ısınır. sevgin gururuna el uzatır tokalaşır. yüzün güler birden nedensiz. kalkar koşarak eve gidersin.. akşam ezanında sokakta oyun oynayıp birden eve geç kaldığını hatırladığın çocukluk günlerindeki gibi.. merdivenleri bu kez üçer üçer çıkarsın. kapıya vardığında nefesin durur. dünya durur. zili çalmaya elin varmaz. ceplerini yoklarsın.. anahtarın yoktur. düşünürsün. sözcükleri ağzında doğru sıraya koymak, üzüntünü doğru anlatmak için. bulamazsın hiç bir kelimeyi aradığın yerde. kapının önünde öyle düşünürken yerde bir ışıltı çarpar gözüne. paspasın kenarından ışıldayan bir şey. eğilip bakarsın. anahtarın paspasın altında.

kadın olmak zordur.. bir erkeğin kadını olmak, bunu yüreğinde hissetmek de cennete eştir.. kadın zor sever, zor kopar.. giderse de sessizce, dağ gibi susarak gider. kadınlar daha çok sever ama daha az anlatırlar. sadece doğru zamanda doğru şeyi yaparlar.. bu yüzden bütün şairler erkektir.. bütün kadınlar tanrıça. kadınların erkeklere kötücül gelen tek yanı aşkın, ilişkinin, birbirinin olmanın öncesinde ki o bekle-gör, naz yap, duygularını sakla dönemidir. gerçek kadınlar sadece gerçek erkeklere teslim olurlar. ruhlarını, içlerini, yataklarını sadece gerçek bir erkeğe açarlar.. bunu erkekler gibi sözleriyle değil bazen gözleri bazen de beden dilleriyle yaparlar. bir kadın yanınızda ayakkabılarını çıkartıyorsa bilin ki o sizindir artık. bir kadın en ağır sözcüklerle edilen bir kavganın ardından siz evi terk ettiğinizde, en az sizin kadar öfkelidir. o da ağlar, o da küfreder, o da yeminler eder.. ama sonra dinler içini. kalbiyle konuşmayı bilen bir kadın yetmiş doktora yapmış, en pırıltılı plazada arz ı endam eden mantık kadınından daha akıllıdır. kalbinin neden ona fısıldadığını bilir. içinin sesini bastırmaz. kendini kandırmaz. biten bir ilişkinin ardından koşmaz, bir erkeğin kadını olduğunu hissediyorsa da içinde, kapıyı sertçe kapatsa da anahtarı koyar paspasın altına. bilir erkeğin gururunu.. bilir zile basacak elin titremesini..

anahtar kilitte döner, kapı aralanır.. burnuna bir koku çarpar. sadece onun ellerinin katabileceği lezzette bir yemeğin kokusu.. sessizce süzülürsün içeriye. ıslak ceketini çıkarıp asarsın askıya. koridorda yürürken hissedersin onun da seni hissettiğini. odana girer, ıslak elbiselerinle beraber gururunu çıkartır, hasretini giyersin.. mutfağa yürür, kapının pervazına yaslanıp izlersin dünyanın sekizinci harikasını.. sıvanmış kollarıyla doğradığı maydanozun kokusunu alırsın. ensesindeki senin orada varlığının belirtisi ürpertiyi görürsün gözlerinle. ismiyle seslenirsin. o kadar kısık çıkar ki sesin kendin bile duymazsın. bir daha seslenirsin.. bir mırıltıyla cevap verir. duymazsın. efendim duymadım dersin. yine mi ekmek almayı unuttun der hınzır bir yarı gülümseme yarı azar tonuyla. erir için. aranızdaki üç metreyi saniyenin onda birinde geçersin. kollarını ardından beline dolar, burnunu ensesinin baş döndüren kokusuna emanet
edersin başını usulca çevirir arkaya dudağına bir öpüş, hayır bir hasret kondurur. çekil başımdan işim var der.. çekilmezsin. çünkü artık sen sen değilsindir. ciğerine dolan o koku senin bu dünyadaki varoluş sebebindir. ellerin kazağının altından karnını bulur, okşarsın. avucunun altında atar ikinizin de nabzı. yanar elin. titrer için.

anlarsın ki aşk; seni bütün kokulardan ayıran bir kokuda ve avcunun altında atan bir nabızdadır..

edit; lan olm nasıl olup da şu yazıdan hamile bir kadının karnını okşadığım sonucunu çıkartıyorsunuz? birinin karnını okşarken avcunun altında nabız gibi bir şeyin atması için orada bir bebek olması şart mı? bir kadının karnının içinde hissettiği o tatlı heyecan olamaz mı bunun sebebi?