bugün

farelerin büyüyünce fil olması

''hahahahaha yine kaçırdın aşkım'' diyerek kahkahalar attı.

Ulan bir türlü yakalayamamıştım sik kadar fareyi. Önce delikten kendini gösteriyor, biz herhangi bir tepki göstermezsek cesaret buluyor biraz daha çıkartıyor gövdesini ama çok küçük de olsa bir tepki gösterirsek hemen geri deliğine kaçıyordu.

Çocukluğuma dayalı bir korkusu vardı farenin bende. Mersin'de yaz aylarında sokakta bile karşılaşabiliyordunuz farelerle, sıcaklık gölgede 45 derece ama tabi çocuğuz o zamanlar siklemiyoruz sıcak soğuk.

Mahallenin bizden yaşça 3-5 yaş büyük soytarı abisi ''koşun lan kıstırdım mınakoduğumun faresini'' diye bağırdı. Biz de hemen koştuk tabi, gerçekten de kıstırmıştı fareyi. Fare her tarafı beton olan küçük bir deliğe girmişti, kaçacak yeri kalmamıştı, bizim soytarı abi de eline bir değnek almış fareyi bir o köşeye bir bu köşeye kovalıyordu. Baktım kaçacak yeri yok farenin ''abi öldürmesek mi'' dedim. O da bana dönüp ''öldürmeyelim de ilerde anamızı mı siksin'' dedi. Anlayamamıştım, anlattı:

''olm bu fareler gittikçe büyüyorlar hiç ölmüyorlar, en sonunda da fil oluyorlar''dedi, ardından da ekledi: ''sen hiç fil gördün mü hayatında'' dedi. Birkaç defa televizyonda görmüştüm gerçekten de çok büyüktüler. ''tamam abi o zaman hemen öldürelim'' dedim. Sen öldürebilir misin memcos?'' diye sordu. Cevabım netti: ''anasını bile sikerim''

Yıllar geçti tek çalıştığım ofisin yan duvarlarına koruma amaçlı ahşaptan korumalık yapılmıştı, eskimiş ahşapların içinden her daim ya fare sesi ya da envai çeşit böcek sesi gelirdi. Farelerin büyüyünce fil olmadığını artık öğrenmiştim ama yine hafif bir korku vardı bende farelere karşı, onları her gördüğümde filler aklıma gelirdi.

Öğleden sonra olmuştu ofiste tek başıma çalışıyordum, sevim aradı, sesini duyunca özlediğimi anladım. ''napıyorsun memcos çok sıkıldım gelsene'' dedi. Ben de işimin daha çok olduğunu onun gelmesini söyledim. O gelmeden işleri bitireyim de sevdiceğimle rahat rahat muhabbet edeyim dedim kendi kendime.

Sevim sevgilimdi. Orta boylu kızıla boyanmış saçları ve laf aramızda biraz tiki diye tabir ettiğimiz kızlar sınıfına giriyordu, maddi durumu çok iyi değildi ama yemek yemez marka giyinir, aşk-ı memnu izler, how l met your mother çok kafa dizi yhaaa tavırlarında gezer, kendine güvensiz biridir fakat konuşmalarına bakınca burger king'lerdeki şeflerden hiçbir farkı yoktur. Ben bunları biliyordum ama sevim'i bana çeken ismi gibi sevimli bir hali vardı yoksa ben de çekmezdim onu, ama işin açığı seviyordum sevim'i.

Sevim geldi ama hala işleri bitirememiştim, bir boynuma sarılıyor, bir bilgisayarın mouse'uyla oynuyor, işi bitirmemi engelliyordu, ikna ettim;15 dakika bekle işi bitireyim rahat rahat muhabbet edelim'' dedim. Oturdu bir kenara işimi bitirmemi bekliyordu ki birden bir ses yükseldi sevimden ''ayyyyyyyyyyyy fare aşkım, sen daha öldüremedin mi bunu'' diye bağırdı. Hemen yerimden fırladım içimden ''şimdi senin ananı siktim mınakoduğumun faresi'' dedim ve ofiste yerleri temizlemek için kullandığımız fırçayı çıkarıp fareye doğru yürüdüm, fareden korktuğumu sevim'e belli etmeyerekten; ama fare deliğine kaçalı çok olmuştu, yakalayamadım, o arada sevim:

''hahahahaha yine kaçırdın aşkım'' diyerek kahkahalar attı.

Fareye daha çok sinirlendim, sevdiğim kızın yanında rezil etmişti beni, elimde uzun sapıyla fırça, deliğin başında beklemeye başladım ama nafile ne gelen var ne giden tekrar yerime oturdum. işimi de çabucak bitirip muhabbete daldık sevdiceğimle , tabi muhabbet yine aynıydı ''ne zaman terfi edeceksin memcos, ne zaman doğru dürüst bir işin olacak, biz ne zaman evleneceğiz'' sorular hep aynıydı sadece değişen cevaplardı ''biraz daha sabret canım müdürle konuştum geçen hafta bir cevap verecek, ben olmasam bu işyeri dönmez, benim değerimi biliyorlar'' gibisinden cevaplar veriyordum, o tatmin olmasa da tatmin oluyor numarası yapıyordu anlıyordum çok fazla sabredemezdi ama yapacak hiçbir şeyim yoktu, elimden bir şey gelmiyordu ama onun da benden bu iş ve maaş meselesi yüzünden yavaş yavaş soğuduğunu seziyordum.

***

Hava o gün kapalıydı, ben ise bir yandan sevim'i ve geleceğimizi düşünüyor bir yandan da işlerimi bitirmeye çalışıyordum, derken sevim aradı birden mutlu olduğumu hissettim ve sesini duyar duymaz da özlediğimi anladım; ama sesi hiç de benim sevim'imin sesi gibi değildi, zaten hemen de konuya girdi, ''memcos ben artık yapamıyorum ya evlenelim, ya da ayrılalım'' dedi.

Dur bi Dakka amk mantık hatası var bu cümlede ayrılalım diyen insan evlenelim demez, evlenmek isteyen ayrılmaz. Bu nasıl cümle lan hem de benim sevim'im söylüyor bu siktiğimin devrilmiş cümlesini.
''peki sevim evlenelim o zaman sen de haklısın çok uzattık meseleyi'' dedim.

Tabi sevim yapıştırdı soruyu:
''üç kuruşluk maaşla nasıl evlenelim memcos'' dedi. ''biz birbirimizi seviyoruz sevim, para nasıl olsa bulunur'' dedim, Olmadı ikna edemedim. Son kez bir çabayla ''dur sevim müdürle konuşayım durumu açık açık anlatayım halden anlar belki'' dedim. O da bana''yükselse ne kadar yükselir Allah aşkına memcos'' dedi. Belli''ya ayrılalım ya evlenelim'' derken aslında ''ayrılmak istiyorum'' diyordu.

Sordum:

-Açık açık konuş sevim ne istiyorsun?
+sen bana cenneti verebilir misin memcos ?
-biraz duraksadıktan sonra-
+cenneti veremem belki ama cehenneme gidiyorsak beraber gideriz.
-kelime oyuna yapmam memcos bana olmuyor işte sen de görüyorsun.

* * *

Hiçbir şey olmamış gibi işime kaldığım yerden devam ettim, o arada ofisteki fare deliğinden çıkmış etrafa bakıyordu, elimdeki telefonu fareye doğru fırlattım hemen içeri kaçtı.
Allah'ım bu nasıl bir acıydı tek sevdiğim kadın ''ya evlenelim ya ayrılalım'' diyor, ''evlenelim'' diyorsun türlü bahaneler uyduruyor.

Bir saat kadar tek başıma oturdum ofiste, herkes çıkmıştı işyerinden bir tek ben kalmıştım, ben de çıkıp tekel büfesine gittim bir bira aldım gazete kağıdına sardırdım, küçükken bira içenlere sırf o gazete yüzünden özenirdim, sonra ''ulan ne özenti adamım ben böyle'' deyip kendi kendime kızdım. Tekel büfesinden 10-15 metre uzaklaştıktan sonra tekrar tekel büfesine dönüp bir de marlboro aldım, normalde Winston soft içerdim ama marlboro bir nevi kızgın olduğum zamanlarda kendime kıyak yapmak anlamına geliyordu. Tekrar ofise döndüm, nefes alamıyordum göz göre göre sevdiğim gidiyordu avuçlarımdan, ne yapacağımı şaşırdım, telefonu elime alıp fanatik Galatasaraylı Ersoy abimi aradım ''ne oldu memcos'' dedi. Durumu en ince detayına kadar anlattım ve sonuna ekledim ''ben onsuz yaşayamam abi'' dedim. O da bana ''ne kadar sevdin sen memcos'' dedi, sesimi çıkaramadım değer biçemedim sevgime, sonra tekrar sordu ''galatasaray kadar mı memcos?'' dedi,''galatasaray kadar abi'' dedim, tek ölçüsü galatsaraydı Ersoy abimin, biraz üzücü fakat gerçekçi konuşurdu Ersoy abi. Ve anlattı bana:

''memcos bak şimdi siz ayrıldınız ama acıyı sen çekeceksin o değil, kadınlar eski sevdiklerini üst üste koyarlar ama erkekler yan yana, erkekler hepsine ayrı bir değer biçer ama kızlar yenisini bulana kadar''dedi ve ekledi ''sakın ağlama, erkekler ağlamaz, sadece montunu alıp dışarıya sigara içmeye gider'' dedi.
Beynimden vurulmuşa dönmüştüm, Ersoy abim acı konuşur ama doğruları konuşurdu, ne dese ilerde karşıma çıkardı, kabullendim.

***

Sevim'den ayrılalı üç ay geçmişti, terfi etmiştim, artık evlenecek kadar para kazanabiliyordum hatta daha da fazlasını. Sevim aradı: ''memcos sensiz olmuyor, sensiz olduğum günlerde senin değerini bir kez daha anladım'' dedi. siklemedim, telefonu kapattım.

Telefonu kapatır kapatmaz fare kendi deliğinden dışarı çıkmıştı bir süre onu izledim, daha sonra dışarı markete gittim, bir kilo tulum peyniri aldım, fare deliğinin girişine 100 gram kadarını koydum, diğer gün geldiğimde hepsi bitmişti, hepsini yemişti farem, artık daha da çok besleyecektim onu, çünkü büyüyünce fil olacaktı benim farem.

O an hayatın anlamını anladım, tek anlamı vardı hayatın:para-para-paradise

montumu ve mp3'ümü alıp dışarıya sigara içmeye gittim:http://ulu.so/uibahj

Hikayenin aslı çok daha uzun, bu benim söyküm istersen anlatırım.

Şubat 2012,
Bahçe/osmaniye