bugün

limelight

genel ibre little tramp lehine olsa da bir çok eleştirmen tarafından gümüş ekran döneminin ezeli iki rakibi olarak nitelenen charles chaplin ve buster keaton’ ın birlikte rol aldıkları ilk film olan 1952 yapımı limelight, bir çok otobiyografik öğe barındırması ve chaplin’ in sektörel ve dahi seyirciye yönelttiği sert bir sinema eleştirisi olarak en önemli filmlerinden biri.

---olası spoiler ibaresi---

ilk bakışta unutulmaya yüz tutmuş, devri kapanmış bir yıldızın hezeyanları olarak sunset blvd.’ a benzetilebilecek film, üzerine yaptığı ilginç çıkarımlar ile andre bazin’ in de belirttiği üzere chaplin filmografisinin belki de en özel parçası. zira sahne ışıklarında alıştığımız tramp karakterine benzer nitelikte çizilen palyaço calvero karakteri, yıllardır slapstick anlatımları ile benimsediğimiz chaplin mizansaninin çöküş dönemini kendi açısından aktaran bir yapıda kurulu. filmin ana eleştirel eksenini çizen bu yapı, post mc carthisym ve gold rush ertesindeki komünist propaganda iddası ile dışlanan chaplin’ in kendisini bu süreçte yalnız bırakan yapımcılar ve seyircilerin desteğini yitirişi ile birlikte; aynı zamanda, sanatçının kariyerinde, çağın gerisinde kalması ve değişen algısal boyutta yaşanan iletişimsel sorunun kendi kariyerindeki çöküşü ile ilişkisini içeriyor.

chaplin’ in hakikat isteği olarak filmde belirttiği analitik çözüm beklentisi, alenen imlenen alter egosu ile kişisel hataları olan alkol bağımlılığı ve sahne ışıklarının verdiği obsesif ilgi itkisi gibi kendi eksikliklerini de içeriyor. başlangıçta patetik bir vefa beklentisi gibi görünen bu serzeniş ise filmin ilerleyen kısmında seyirciyi suçlama eksenine yönleniyor.

söz konusu suçlama bilinçsel derinliği artan sanatçının, farklı bir çok sanat kolunda toplumsal olarak yüceltilmesine karşın komedi unsuru kabilinde yerilmesi olarak sunulup genel bir komedya eleştirisine dönüşüyor. daha açık bir şekilde chaplin sanatçının duyarlılığı ve sanatsal gelişimi ile komedya unsurunun ters korelasyonunu seyircinin kolektif bir canavar olarak bayağılığa olan açlığı nedeniyle reddi olarak sunuyor. bu da açıkça seyircinin düzeysel düşüklüğü ile sanatçının değerini anlamaması olarak görülüp, yaşlandıkça çağın gerisine düşen sanatçıdan ziyade, olgunluğu ile çağın ötesine geçen, buna mütevellit toplum tarafından eritilemeyen sanatçının vakur bir ifadesi.

sahne hezeyanları ve iki kaybedenin birbirlerinden güç alarak yükselişleri olarak açılan öykü, zamanla olgun sanatçının çöküşüne karşın genç sanatçının yükselişini patetik bir aşk/acıma fonunda işliyor. fakat daha sonra bu durum biraz da chaplin’ in kişisel katharsis yönelimi ile yaşlı bilge sanatçının zirvede yitirilişi ile sonlandırılıyor. tabi bu biraz da yapımın dramatik öğelerini yükseltmesi açısından gerekli bir hamle. burada sunulabilecek bir eleştiri chaplin’ in modern batı edebiyatının en bilinen klişelerinden l’art/la mort çarpışmasına girerek dramatik dengeyi melodrama kaçırmasıdır. zira filmin çizgisel kurgusu bu çeşit bir ruhani mastürbasyon ile yıkanmasa daha arı bir dramaturji sergiler.

bu eleştiri ile birlikte özellikle görüntü yönetimi ve hikayenin bütünsel duruşu açısından, ne kadar klasik de olsa, bu ortak acı ve kaybedişten doğan, bir tarafı yok oluşa, bir tarafı başarıya gark eden aşk, final sahnesinde estetik anlamda beyaz masumiyeti ile verilen tezatlık ve açılış cümlesi olan ‘’ sahne ışıklarında ömür geçer, yerini gençliğe bırakır’’ belirtecinin tamamlanışı açılarından epik bir son olarak oldukça başarılıdır. ki burada kendi egosal tatminini filmin ilk kısımlarında verdiği rüya sekanslarına benzer gerçekleştiren chaplin, bahsettiği hakikat beklentisinin ütopik durumunu çizerek seyirciyi sığlığından ötürü suçlar ve kendini öldürerek seyirciyi mahrum bırakır.

kimi eleştirmenlerce bir nevi toplumsal şantaj olarak addedilebilecek bu son hamle, chaplin’ in uğradığı haksız baskı ile ilgili düşünüldüğünde geçerli nedenlere dayanır. tabi bu otobiyografik çıkış eserin değerini bir otto e mezzo benzeri sanatsal içeriğe kavuşturmaz. lakin chaplin kendi durumu ile ilgili yaptığı eleştiriyi sağlam bir argümana dayayarak, yıllarca kendisini el üstünde tutan seyirciyi modern sinema anlayışı açısından bayağı bir değişim geçirmek ve bu nedenle kendisini dışlamak suçlamaları ile haklı olarak suçlamıştır.

---olası spoiler ibaresi bitti---

sesli dönem ve modern sinematografik anlayış kapsamında bakıldığında, chaplin’ in küskünlüğünü kustuğu bir film olarak nitelenebilecek limelight; sanatsal biçemi çok vurgulanmasa da, yeni sinemasal anlayışın seyirci üzerindeki afyon etkisi ile izleyiciyi bayağılaştırması, hayal gücü eksikliği aşılaması gibi kolektif ve vefasızlık gibi kişisel sorunları, postulat anlamında kendini aklayarak sunan, ciddi bir chaplin eleştirisi.

üstelik bunu modern times veya the great dictator’ deki gibi üstü kapalı/ironik vermeyen chaplin tüm kariyeri boyunca ilk kez çizgisel bir drama karakteri olarak kendi alter egosunu sunarak, tüm kariyerini inşa ettiği karakteri yıkacak kadar sertçe bu işe girişiyor. üstelik tüm suç bize, yani seyirciye kesiliyor.

başka bir açıdan okumak için (bkz: radio days)