bugün

ben bu yazıyı sana yazdım

daha ölecektik. kafası vücudundan büyüktü, heyecanlandığında taşıyamaz arabaların arkasına konulan aptal oyuncak köpeklerinki gibi titrerdi ve bunun fark edildiğini anladığı zaman daha da heyecanlanırdı. aslında neden heyecanlandığını hiçbir zaman anlamadık insanları umursamazdı umursadığı bir şey bile yoktu ama korkuları vardı. ölümden korkardı yani ölürken çekeceği acıdan falan değildi bilinmezlikti onu korkutan geceleri uykusunu kaçıran, bense o bakışlarını bir daha göremeyeceğim için korkardım belki de görecektim ama bunları düşünüp kendimi üzmeyi severdim. fazla üzülmezdi doğrusu üzülemezdi demiştim ya umursamazdı ama bu onun elinde değildi, son zamanlarda ağlamaya başlamıştı benim kadar şanslı değildi ben ne kadar ağlasam da gözlerim şişmez, burnum kızarmaz bedenim beni asla ele vermez ama o iki gün önce ağlamış olsa dahi bilirdim. bilirdim ama susardım, karşılıklı susardık biz, edilecek onlarca sohbete yeğlerdik bu susuşları. o gittikten sonra bir konuşmadır aldı hiçbir muhabbet o susuş kadar işe yaramadı tek başına susmak daha beter. onu ilk gördüğüm günü de hatırlamıyor son gördüğüm günü de bazen hiçbir şey hatırlayamıyorum işte o zaman nefret ediyorum kendimden her zamankinden biraz daha şiddetli. yüzünü unutuyorum, gülüşünü unutuyorum, sesini unutuyorum tek bakışları kalıyor olmaz beyin bana o bakışları unutturamazsın. boşlukta bir çift bakış, kızgın, kırgın, sanki bir şeylere alışamamış gibi şaşkınlık yüklü. tarif ettiğime bakma sen hiç tanımasan onu, boş bakıyor lan bu, bile dersin. bir de sözleri vardı hatırlayamadığım bir sesten çıkan sözler, son zamanlarda midesinde ki boşluktan yakınıyordu. anlıyordum şimdi ise yaşıyorum. sahi yaşıyorum ben unuttun mu yaşamanın nasıl bir şey olduğunu? böyle nefes alıyorsun sonra veriyorsun başka bir nefes daha alıyorsun falan. mezarına da gitmedim hiç ne yapacaktım ki, çiçekte sevmezsin sen. hem sen orada çürürken her tarafında böcekler... uzaktır gideceğin yerler yürüyerek gidilmez, annen sana kanat ördü bağırsaklarından.