bugün

entry'ler (60)

27 ekim 2011 inönü stadyumu baskını

hatırlar mısınız bilmem, bu inönüyü bastık diye kendi kendini gaza getiren taraftara zamanında kadıköyde dümdüz gitmiştik de bir bok yapamamışlardı. o vapurla kadıköye gidişimiz, inişimiz.. ortada fenerli yoktu. kalmadı. sonra bizi vapura bindirdiler, fenerlilerin meşaleleri yandı iskelede birden bire. o zaman dün ki o sözde baskın yapan taraftar neredeydi düşündükçe merak ediyorum doğrusu. ulan bu febe taraftarı çok ibne dedik, hala da diyoruz.

not: eksileyin ibneler.
not 2: bu sinirim fenerlilerin konuşmaları üzerine oldu. yoksa koyu bir beşiktaş taraftarı olsam da, kadıköydeki olayı tasvip etmemiştim. maç için değil resmen fenerli sikmek için inilmişti o vapurlardan.

bir gece izmir i basıp tüm kızları yakmak

izmirlilerin "aşırı" çağdaşlığı ile gocunanların hangisi izmir kadar sahip çıkabilmiş cumhuriyetine merak ediyorum doğrusu.
yakmayı düşünülen izmir kızları bayraklara dolanıp cumhuriyet meydanından kordona kadar dizildi siz evinizde izmir kızlarını düşünerek 31 çekerken.
sapkınlık sizde.

(bkz: boşuna içlenmiş anlaşılan)

it might get loud

(bkz: içimdeki gürültü)

2008 yapım belgesel. jack white, the edge'in yanına bir de led zeppelin'in efsanesi jimmy page eklenince leziz bir belgesel olmuş.
elektrogitarın doğuşu, rock'ın gelişimi ile ilgili temiz bilgiler veriyor.
sololar insanın ruhunu resmen ele geçiriyor.
bir de 60lardan 80lerden serpiştirilmiş naftalin kokulu kareler var ya, insana resmen iç çektiriyor.
ben bu 3 mükemmel gitaristin doğaçlamasını açıp, saatlerce başa alıp alıp dinliyorum. hayali gitarımla da şaheserler yaratıyorum!

8 ekim 2011 uludağ sözlük izmir zirvesi

tanıdığım, konuştuğumi tartıştığım, yazarlar olsaydı asla kaçırmayacağım zirve olacaktı.
bir de emek gerek. benim bu sözlüğe emeğim ne kadar ki katılacağım. peh.

an inconvenient truth

kanımca yok oluşumuzu en iyi anlatan belgesellerden. it might get loud'ın da yönetmeni olan davis guggenheim'in "artık!" diyip de, bir zamanlar en büyük sorunumuz olan ama artık gündem de olmayan, küresel ısınmayı anlatmış. al gore imzası taşıması bir nebze de kaliteyi arttırıyor diye düşünüyorum.
ayrıca oscarda en iyi belgesel ve en iyi orjinal şarkı dalında( i need to wake up ) ödül almış bir yapım. izleseniz vakit kaybı olmayacaktır. belki bildiklerinizi, unutmuş olma ihtimalinizi hatırlatır. bilemem. belki.

adam hurst

daha önce fariborz lachini bize ne yaptıysa aynısını adam hurst çello ile yapıyor. ne diyelim eline sağlık.

17 ağustos 1999

(bkz: sesimi duyan var mı)

anıyoruz, sesleri duyuyoruz. ama yarın yine bir serzeniş olacak: "sesim duyan var mı"
yine duymamışlığın verdiği kayıpları yaşayacağız. öleceğiz. ölenlerle birlikte öleceğiz.

bir şeyler değişmedi. bir şeyler değişmiyor.
acılar aynı kalıyor sadece. yitirdiklerimizle can çekişiyoruz. ama yitirmemek adına hiçbir şey yapılmıyor.
özlüyoruz gidenleri, götürülenleri. sadece, çok özlüyoruz.

gladier

çok sevindim adına. umarım istediği gibi olur her şey. istediği gibi olduğunda da unutmasın buraları.
çok şey söylemiş gibi kabul etsin o da, "başarılarının devamı..." diye sıkıştıralım sadece.

bjk nin düşüp düşmemesini kimsenin umursamaması

(bkz: düştüysek kalkarız daha ölmedik ya)

yalnızlığın anlaşıldığı anlar

nesnelere, insanlarai gidişlere gelişlere göre anlar insan. bir yerde, evet. lakin belli başlı kalabalıkta bir başına düştüğünde anlamazsın yalnızlığı aslında, anlamlandırırsın sadece. çünkü sonradan kazanılmaz, hep yanıbaşındadır. görmemişsindir,duymamışsındır.
yaz çocukları bilir..

90 lı yıllarda doğmak

80li yıllarda doğanlardan epey laf işitmektir.
yaşanmamışlıklarda yargılanmaktır zaman zaman.

sözlük yazarlarının itirafları

biliyorum beklenti kötü bir şeydir, ama bekledim be sözlük.

Bir de yaşlanmaktan çok korkuyorum. Henuz erken fakat, yani ne biliyim geçmesin zaman. Okul bitecek, iş kurulacak, sonra bir adam sevilecek, evlenilecek, ohooo. Eller titreyecek, beyaz elbise su zamanlardaki gibi yakısmayacak, yolda kulaklık varken dans ederek yurunmeyecek. Yaslı, gecimsiz, cok bilmis bir moruk olunacak. istemiyorum sozluk, yaslanmak istemiyorum.

moderasyonun izmir aşağılanmasına sessiz kalması

"hakaret boyutundaki entryler formata aykırı değil de biz mi edepli davranıyoruz" sorgulamasını beyinimize yansıtıyor bu durum.
Elbet her birine verilecek yanıt vardır da, biz yetkili abilerimize bıraktık. Bıraktık da kötü mü ettik ?Hoş zaten terbiyesizliğe terbiyesizlikle yanıt verilmez. Efe'lerden öyle gördük, bildik biz.
Mezhep ayrımları bitti, sağ sol ayrımları bitti şimdi de şehir ayrımı başladı da bizim mi haberimiz yok?
Ne kadar çok izmir'den çeken varmış öyle. Canlarım.

kuran ı neden anlamıyoruz

Somut olmadığından.
Zira 4 kitabın 3'ünü okudum. Farklı din inançlarındaki kişilerle tartıştım. Sonuçta bunu neye bağlıyorsun diye sorduğumda manevi inanç cevabıyla karşılaştım.
yani anlayamamak değil aslında olay, herkesin kendi inancı, herkes istediği gibi anlıyor. Hayatta böyle değil mi zaten ?
Once insan olmak gerek.
Martılar falan.

evlenene kadar bakire kalmayı başarabilen kız

başarı mıdır, yoksa toplum tabularının madurumudur bilemiyorum. Bu kız, bakireliğin önemli olmadığı bir yerde büyüseydi, kendini "koruma" çabasına hiç girmeyecek 14ünde cinselliği yaşayacaktı. Tabii biz ülke olarak o kadar çağdaş ileri görüşlü olduk ki, bunlara artık normal bakıyoruz, bakmaya çalışıyoruz sonra da sık sık kendimizle çelişiyoruz.

Erkekler arasında anket yapılsa, evleneceği kızın çoğu deyimi yerindeyse "el değmemiş" olmasını ister. Fakat -günümüzde- sevgilileri ile cinsel hayatı yaşama istekleri de hadsafhada. Simdi bu bakire olan kızın sevgilisi bunu %90 aldatacaktır. Toplum tabularıyla, aile dogmalarıyla büyümüş bu kız sevdiği çocukla birlikte olsa, yarın bir gün blr başkasıyla evlense, o adam içinden ilk olamamanın mutsuzluğunu yaşamayacak mı? En azından aklından geçirmeyecek mi ?
Simdi bu kızımız canı ne istiyorsa onu yapsın. Olay o hazzı yaşamaktan ibaret değil. Yarın bir gün kocası tarafından yargılanma korkusunda.

ataerkil toplum zırvalıklarının günümüze taşıdığı bu yargılar yüzünden şu an bunun tartışmasını yapıyoruz. Neden? Çünkü artık eşitlik var. Kadın da istediğini yapabilir. Ama maalesef kesim kesim öyle olmuyor. Oysa önceden padişahlar harem kurup istediğiyle yatıp kalkarken kadın dediğin tek eşli olacak mentalitesi yok muydu? Vardı. Eh, erkek harem kuruyorsa, kadın da kursun. O da istediğiyle yatıp kalksın.
Diyeceğim şudur ki, olay aslında bakirelik de değil, olay ahlakta. Onunlu bununla yatıp evleneceği gece uyanıklık yapıp bakireymiş gibi davrananlar var. Buradaki bakirelik nerede, bozulmuşluk nerede, asıl onu tartışmak gerek.

Yazar notu: görüldüğü üzere, bakış açısı, büyüme şekli ve değişim nedeniyle paradoksal önermelerle açıklama yapmışım. Aşşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık. O yüzden kadın-erkek demeden, istediğin gibi yaşayacaksın hayatı.

başlıyacam forma numaranıza he

"hede numaralı forma" benzeri başlıklarla donatılan sol framein halinden rahatsız olan yazar serzenişidir.
Yazar notu: çok uzun cümle kurarım. önünü alamazlar yani!

başlıyacam forma numaranıza he

"hede numaralı forma" benzeri başlıklarla donatılan sol framein halinden rahatsız olan yazar serzenişidir.
Yazar notu: çok uzun cümle kurarım. önünü alamazlar yani!

sevmek

efendi'nin olric'e sorduğu bir soruydu bu. Cevabı unuttum.
Tanım: sevmek; 2 hece, 6 harften oluşan bir kelimedir. evet bu kadar da yüzeysel bir insanım.

sözlük yazarlarının itirafları

Hatırlamayı hiç sevmiyorum. Öyle tadını çıkara çıkara, yudum yudum anıları içişim de ondan. Hatta fotoğraf çekinmemeyi tercih etmem de ondan.
Aslına bakarsan sözlük bunu yazarken görünmez olmayı istiyorum. itiraf mı desek, ne olurdu demesek?!

agnes obel

Tam adı agnes caroline thaarup obel olan folk ve müziklerinde birazcıkta caz havası estiren tatlı mı tatlı, güzel mi güzel müzisyen kızımız. Leziz bir sesi olan evrensel müzik canlarından biri.
Philharmonics adındaki ilk albümünde bulunan riverside ve just so adlı parçalarıyla avrupa genelinde pek sevilip ününü başlatmış diyolla.
-Zira riverside'ı şiddetle, baltayla, testereyle tavsiye ederim.-
Duyduğuma göre kendisi piyanoyu genç yaşta öğrenmiş ve müziklerinden anlaşıldığı kadarıyla epey sevmiş. Çıkış albümünde bile enstrüman olarak sadece piyanoyu kullanarak 2 mükemmel parça yapmış ki bunlardan biri falling catching olmakta kanımca.
Her ne kadar güzelim elektro varken zamanla bas gitara heves etmiş ve çalmayı başarmış olmasını onaylamasam da müziği candır, canandır.
Eh tabii tek albümle kalmadı pek sevilmesinin de etkisiyle i tunes live a paris adında 2. albümünü de bu yıl çıkardı. Canım ya, yerim.