bugün

entry'ler (182)

15 roxy müzik günleri

Eskiz grubu kazanmıştır efendim.

http://www.myspace.com/eskizz

milan

yaşına başına bakmadan zirvelere gelmiş, yerlere düşmüş, sürekli gülmüş, hepimizin gönlünde taht kurmuş güzel yazar insandır kendisi. vallahi 22 yaşında sanmıştım.*

sni svyrm

seni seviyrem.

(bkz: seni ele sevirem ki)

başlıkları alt alta okumak

bir kisinin kendine yapabilecegi en kotu sey (23)
basliklari alt alta okumak (10)*

başlıkları alt alta okumak

seni seviyorum diyememek (6)
bir kisinin kendine yapabilecegi en kotu sey (22)

başlıkları alt alta okumak

cehenneme dusenin ilk cumlesi (42)
elimden tut yoksa dusecegim (5)

photoshop

dijital fotoğrafın karanlık odasıdır. dozunda kullanıldığında tadından yenmez.

sigara yaktıran şarkılar

müslüm gürses - nilüfer

robert capa

gelmiş geçmiş en ünlü savaş fotoğrafçısıdır.

''ben işsiz bir savaş foto muhabiri olmak isterdim'' sözüyle de savaş karşıtı olduğunu dile getirmiştir aynı zamanda.

normandiye çıkartmasında askerlerle beraber çıkartmaya katılmış, karaya inmiş, çıkartmayı fotoğraflamış ve yara bile almamıştır. normandiyada çekip ingiltereye yolladığı negatifleri acemi bir genç karanlık odada banyo ederken unutmuş ve bir kısmını yakmıştır. kurtulan 11 negatiften bazı fotoğraflar şu linkten görülebilir: http://www.skylighters.org/photos/robertcapa.html fakat o fotoğraflar da çok sağlıklı değildir tabi.

capa bu olay üzerine genci işten çıkartırlarsa eğer bir daha ajansla çalışmayacağını söylemiştir.

''teknik olarak kötü ama güçlü bir görüntüyü, tekniği iyi ama zayıf bir görüntüye tercih ederim.'' de demiştir kendisi, iyi de demiştir.

tuvalette felsefe

(bkz: türk ün aklı tuvalette calisir)

turkcell

bu kör milletin körlüğünden yararlanıp gözlerini bir de reklamlarla boyayarak ''neresinden nasıl soyarız'' mantığında iş yapan gsm operatörü. çok ucuz ve buna bağlı olarak işinin hakkını vermeyen ebleh elemanları bünyesinde çalıştırır. bir konuda şikayetçi olsanız da müşterileriyle adam gibi ilgilenmez ve günlerce, haftalarca bekletir, adamın asabını ve ağzını bozar.

olympia

bir yaz akşamı ''yağmur yağsın beraber yağmurda yürüyelim'' dediğinde ne yapıp edip yağmuru ertesi gün uğruna yağdırdığım** fakat yalan söylediğim için bana artık küs olan, pek güzel bir yazarımız.

--spoiler--
sen farketmeden yazılarını okumak çok çekiciydi, vallahi kötü niyetli değildim biliyorsun... ne yaptıysam seni sevdiğimden.*
--spoiler--

hoşgeldin.

elbruz olmak

çok eğlenilen bir doğumgününde, çok sevilen arkadaşlarla 3 şişe şarap içtikten sonra moda sahile inip denize giren diğer arkadaşları izlemekle yetinmek, denize girmemektir elbruz olmak. çünkü elbruz olmak banyo yapmak dışında hiç ıslanmamaktır. genellikle partilerde ve eğlenilen diğer toplu ortamlarda da kenarda oturup ortam ve ortamdaki insanlar hakkında çeşitli analizler yapmak, konuya dışarıdan bakmaktır.

elbruz olmak

elbruz olmak ortamda kulak misafiri olduğu her türlü soruya ''bi dakka bi dakka o 2 metreküp suyla dolduğu için şu ...'' tadında cevaplar ve ekstra bilgiler vererek ortamı aydınlatmaktır.

7/24 saat default modda olmaktır.

her zaman her şartta hayatta kalınabilecek bilgilerin hepsini bilmektir.

suratta daima bir gülücük yedekte bırakmaktır.

fotoğraf makinesi

bu aletle sadece sizin gördüğünüz bir anı, sadece sizin gözünüzden ufacık bir dikdörtgene (ya da kareye) hapsedersiniz, o anı bir anlamda çalarsınız ve makinenin içinde banyo edilmeyi bekleyen gizli görüntünüzle sokaklarda mutlulukla ve heyecanla dolaşırsınız. sonra yakalanmayı bekleyen başka bir an arar durur ve onu da yakalarsınız. sonra bir başka an... sadece sizin gördüğünüz bu güzel anları da insanlara göstermek, onları şaşırtmak, ezber bozabilmek, bir biçimde etkileyebilmek ise paha biçilmezdir. o saniyenin bin de biri olan anlar artık sonsuz olmuştur.

fotoğraf çekilmek ihtiyacı duymak

bir anı fotoğrafı çekenin ya da çekilenin hayat portfolyosunda ''buraya gittim'', ''burayı gördüm'', ''buradaydım'', ''bu insanla beraberdim'', ''çok eğlendik'' şeklinde yer aldığı için, o insan tarafından önemsenir, bilimum arkadaşa, eşe, dosta gösterilir. o yüzdendir bütün turistlerin fotoğraf makineleriyle gezdikleri yerleri şakır şakır çekmeleri, girdikleri her yeni mekanda bir fotoğraf çekilmek ihtiyacı duymaları.

dünyanın en gıcık cümlesi

- kendini de evde unutsaydın yavrum?*

sevgi was here

birbirini aslen tanımayan pek çok insanın yapmakta olduğu muhabbetlerin ve daha önceden gelişmiş ya da gelişmeye başlayan arkadaşlıkların ortamında, yani 20 aralik 2008 turkiye yi kurtariyoruz zirvesinde, ilerleyen saatlerde buğulu bir camda anlamlı bir şekilde beliren yazıdır. ne de güzel belirmiştir, güne anlamlar katmıştır.

(bkz: corpsebride/#4396698)

corpsebride

20 aralik 2008 turkiye yi kurtariyoruz zirvesinde tanışma şerefine ulaştığım, gülen yüzüyle ortama pozitif enerji yayan, zirvenin devamında cama yazdığı ''sevgi was here'' yazısıyla ve faati arkadaşımızın parmaklarında bıraktığı tırnak izleriyle iz bırakanlar unutulmaz düşüncesini iyiden iyiye benimsediğini düşündüğüm, tatlı, samimi yazar arkadasimiz. selam ederim...

yagmurun tadini cikarmak

biz büyüdükten sonra dünyanın kirlenmesiyle mi alakalıdır bilinmez fakat sanki biz küçükken altında kahkahalar atarak koştuğumuz, ıslandığımız, bisiklet sürdüğümüz, sesinde hep huzuru bulduğumuz, güneşi özletmeyen, her şeyi temizleyen o yağmur gitmiş de yerine bambaşka bir şey gelmiş gibi hissediyor insan yaşı ilerledikçe, yaş farklı dönemlere girdikçe yağmurun tadı değişiyor sürekli.

sabahın altısında kalkıyoruz bir gün sırtımızda bizden ağır bir çantayla o yağmurun altında yola koyuluyoruz. Sınıfa giriyoruz, ders dinliyoruz yağmurun camda yaptığı sesle birlikte. Hocamızın meymenetsiz suratıyla karşılaşıyoruz yağmurlu günlerin ard arda geldiği sınav zamanlarında. ilk kez aşık olup açılamıyoruz. yağmur bizden ilk kez hayatı sorgulamamızı istiyor, belki de aslında hayatın hiçbirşey ifade etmediğini öğretmeye çalışıyor, ülkeye ve eğitim sistemine küfürler ettiriyor ya da hayatın umutlarla dolu olduğunu gözümüze sokmaya çalışıyor anlamıyoruz. sonuç olarak güneşi özlemeye başlıyoruz.

sonra bir sevgilimiz oluyor ve yine aynı yağmurun altında sımsıkı sarılarak birbirimizi ısıtmaya çalışıyoruz. Bir yere girip beraber, üzerimizde kazaklarla, sıcak gülücüklerimizle, sıcak kalbimizle, sıcak çikolatamızı içiyoruz. Yağmurun tadı tam zıt bir şekilde tekrar değişiyor ve içimizi ferahlatıyor. yağmurun kokusu ve tadı sevgiliyle bütünleşiyor. artık güneşi özlemiyoruz.

sonra bir gün ayrılık oluyor ve o yağmurun tadı tekrar değişiyor. biraz fazla acılı bir şekilde artık daha da içimize içimize yağıyor yağmur. Güneşi özlüyoruz fakat güneşten çocukken umut ettiğimiz şeyleri artık umut edememeye başlıyoruz.

tıpkı bayramların da çocukken çok eğlenceli, bol şekerli gelip de yaşlanana kadar pek bir şey ifade etmemesi gibi oluyor aslında her şey.

yeni alınan ayakkabıları yatak altında saklamanın, yepyeni kıyafetlerle gidilen aile büyüklerinin ellerini öperek onlardan paralar almanın keyfini sadece çocukken çıkartabiliyoruz fakat yaşlandığımız zaman bayramlar bir şekilde geri dönüyor. Çocuklarımız, onların da çocukları bu sefer bizi ziyaret etmeye, bizim elimizi öpmeye geliyorlar.

o çocukluğumuzdaki yağmurlar da geri gelecek mi peki bir gün?

gelmeyecek... fakat bu sefer farklı olacak. tıpkı çocukken bayramdan aldığımız keyifle yaşlandığımızda aldığımız keyiflerin farklı olması gibi. yağmurun tadı sürekli değişiyor. hepsinin tadını ayrı ayrı çıkarmak gerek. çünkü hiçbirinin tadı bir öncekiyle aynı olmuyor.