bugün

neredeyse öğrenci olarak yaşamımızın yarısını geçirdiğimiz zamanlarda, başımızdan geçen iyi, * kötü * anlarımızdır.
bazıları unutulmak istenir, toyluk anlarına denk geldiğinden hatırlanmayası şeylerdir. ama bazı gerçek dostluklar, aşklar mükemmeldir. insana desek olurlar. zaman zaman yad etmekte faide vardır.
(bkz: yurt hayati)
tanim: hatirlandikca gulumseten anilar.

univ. 4. siniftayim, notlar aciklanmis. ben de koridorda bir elimde telefon millete notlarini soyluyorum; obur elimde cikolota tikiniyorum. derken bolum baskani ahmet tugrul basokur cikageldi ve o sene aldigim kilolarimi kastederek cikolatama laf etti. diyalogu cok iyi hatirlamiyorum ama o gun bir anlasma yaptik. ben diyete girecektim, ahmet tugrul basokur da sigarayi birakacakti. pes edene de cezayi bolumdeki diger bir hoca olan altan necioglu verecekti.

ertesi gun anlasma kendi kendini fes etti *, ben elimde cikolata ve pogacalarla kantinden cikarken ahmet hoca'ya yakalandim ama ahmet hoca'nin elinde de 4 paket sigara vardi.
her öğrencinin, bazen yüzünde tebessümle, bazen de ''ohh allahım kurtuldum çok şükür'' diyerek hatırladığı * *, kimi zaman kaleme alınası kimi zaman durup durup anlatılası yaşanmış kareler.
(bkz: askerlik anıları)
askerlik anıları kadar baymayan, doğal olarak daha çocukca dolayısı ile daha masum ve fakat eğlenceli olan anılar silsilesi
"hey gidi günner hey, bizim bi sıfırcı zehra vardı..." diye başlar...
akla geldikçe yeniden okula gidesi gelir insanın.
yıl 2006 23 nisan dan önceki perşembe o zamanlar lise 2... ders matematik... hoca sağolsun yazılıdan önce ders çalışın diye zaman veriyor kendi ise masasında gelecek soruları beklemekte. Tabi sorularda yanındaki kabarık klasör de... Ve soru çalma ihtiyacı ister istemez doğuyor... Hemen hocanın etrafını öğrenci etinden bir duvar gölgeliyor ki bu duvar klasöre olan erişimi kolaylaştıracak. Sorular önceden belirtildiği gibi kitaptan yani işlem bi yandan soruya bakılıp bir yandan da kitaptaki yerini bulmak olarak ilerliyor... bulunan sorular hemen muhterem öğrenciler tarafından çözülmeye başlıyor ki, sorun da burdan başlıyor. Yorgan gitti kavga bitti davası ile öğrenciler öğretmeni bırakıp öğrenci etrafında gruplaşmaya başlıyor. Hatta bazıları "lan 9. soruyu ben bilmiyom söyle lan" diye böğürdüğü de oluor, tabi ölüm kalım... bol bol kıllanmış öğretmen pis pis sınıfa bakıyor. Zil çalıyor bş kaç öğrencinin ağzı yoklanıyor ama şüphe uyandırıcı heycan dolu cevaplardan ilersi gelmiyor. Ta ki dehşet bir insan olan başkan elinde sorular, cevapları ezberleye çalışırken öğretmene yakalnıncaya tek ki bu tamamen amatörlükten gelen bir hata, anlatmak gerekirse arkadaş koridorda elinde soru kağıdı* , öğretmen uzaktan gelirken birden heycan yapıyor eli ayağına karışıp kağıdı bir yerlere sokuşturma edasıyla hareketlerde bulunuyor*, tabi toparlayamayınca da* sonraki ders bir fırça dersi oluyor. Hoca ertesi günkü yazılıyı iptal edip 23 nisan'a bir yazılı ayarlıyor ve biz okulun tarihine giriyoruz.*
üniversite yıllarında babanın yolladığı havaleyi ptt' den almak için gereken nüfus cüzdanının fotokopisini çektirmek için 25 kuruşunun bile olmaması. kırtasiyeciye abi parasını sonra versem demek ve kırtasiyeci daha fazla utandırmadığı için allah' a şükretmek. eline para geçince de bir sürü nüfus cüzdanı fotokopisi çektirmek.
30 kişinin kaldığı ve anatlarla girilen, bekçisi vs olmayan yurda, cumartesi yi pazara bağlayan gece 4 te gelip anahtarı olmadığı için dakikalarca zili çalmak, açılmayınca da kapıdaki merdivenlerde uyuya kalmak... pazar günü yurttan birinin çıkmasını beklemek, sabah 10 da yurda girmek...
bizim jenerasyonun çoğunluğu geç keşfetmiştir bilgisayarı. misal ben 1999 yılında 1000 dolar'a almıştım ilk bilgisayarımı; arçelik'ti markası. yanlış anlaşılma olmasın, arçelik evet, bilgisayar evet, bulaşık makinesi değil.

fakat esas bu bilgisayarı almadan önce yaşadıklarımız, cehaletle karışık içimi hatırladıkça burkar ve daha çok da gülümsetir.
evimin hemen arkasındaki internet cafe'ye giderdik arkadaşlarla internete girelim sitelerde gezinelim diye. hiç unutmuyorum, mirc'a girmek için gittik, sonrasında bir daha da çıkamadık o camiadan. mirc'tan sevgili yaptığım bile olmuştu.

uzun etmeyelim, biz iyiden iyiye net cafe'lere gidip half-life turnuvaları için cafe kapatmaya başlamadan evveli anlatayım;
hafiften bilgisayar bilen bir dostumuz gidip vcd kiralayıp film izlediğinden bahsetmişti. tabi yıl 1998, vay beee ne teknoloji
diye düşünürdük. tabi o zaman bilgisayarımız olmadığı için biz ne yaptık? 5 kişi internet cafe'ye gidip oradaki 14 inch tüplü ekranda film izledik. bu olayı 4-5 defa tekrarladık. fakat en trajiği bir defasında bilgisayarın ekran koruyucusu olmasıydı. aman allahım salak gibi sormayı da akıl edemedik, her 5 dk'da bir ekran koruyucu devreye giriyor ki biz onun ne olduğunu bile bilmiyoruz. mouse'a en yakın arkadaşım ekran koruyucu devreye girmesin diye arada hareket ettiriyordu aleti...

böyle utanç, daha doğrusu cehalet dolu anılardır bazıları.
konyada öğrenciyiz. geçen yıl yeni bi eve çıkmışız okuldan eve evden okula gidip geliyoruz. bigün kapıcı kapıya dayandı dedi ki "toplantı var toplanacaaz sizi de bekliyoruz" tamam dedim bizim evden ben katıldım toplantıya. neyse ben sanıyorum ki toplantı yöneticinin evinde olucak kuru pastalar çaylar falan bekliyorum aşağıya bi indim apartmanın bodrum katına çektiler bizi. düğünlerdeki gibi beyaz plastik sandalyeler u şeklinde dizildi. ulan dedim katıldığım ilk toplantıya bak hayaller paris hayatlar konya. neyse yönetimiz de hafif kırık bi abimiz. yok öğrenciler şöyle yok öğrenciler böyle, apartmanda zaten 40 daire var neredeyse 30'u öğrenci. eleştiriyorlar bizi, bizden kimsenin sesi çıkmıyor tabi bitse de gitsek havasındayız ama bi ara öyle bir yüklendiler ki suskunluğumuzu bozduk. neyse konu kapandı dediler yeni yönetici seçicez. öğrenci arkadaşlardan aday var mı diye sordular nezaketen. ulan dedim kira sözleşmesinin bitmesine zaten 2 ay kaldı. koy adaylığını ne kaybedersin, 2 ay sona da çek git maksat gıcıklık. koydum adaylığı, tabi malum apartmanın %90'ı öğrenci açık ara farkla yönetici oldum. ne de olsa demoktarik bi ortam. kimse de itiraz edemedi. 2 ay sonrada habersizce taşındım naptılar bilmem. bu da böyle bir anı işte.
askerlik anıları gibi anlattıkça yenisi akla gelen, en az 2 en çok 10 senelik süre zarfında gerçekleşmiş olaylar.
ah o inciraltı sahilinde, yine aynı duygularla birkaç volta daha atabilsem dedirten başlık.
bundan 5 sene önceydi çocukluk arkadaşım kocaeli'ye üniversiteye gelmişti 2 günde bir konuşuyor orada ki ortamı anlatıyordu en uzun görüşemediğimiz sene olmuştu kendimi tanıdım tanıyalı tanıdığım arkadaşımdı.

arkadaşımın ailesinin durumu da bir çoğumuzun ailesinin durumu gibi limoniydi ilk seneden eve çıkmıştı ve ailesinin haberi yoktu okul bittiğinde samsun'a gelirse ev kirasını ödeyemeyecek ve evden atılacaktı, bu nedenden dolayı yazın orada kalmayı ve iş bulmayı planladı zaman geçtikçe planına beni de dahil etti bende kabul ettim belkide o yaşıma kadar geçirebileceğim en iyi yazı geçirecektim 9 ay boyunca bu yaz o almancı kızları düşürecem diye plan yapmıştım, bir yanda da çocukluk arkadaşım hem ev kirasına ortak olmak hemde birlikte zaman geçirmek için beni çağırıyordu.

tabi ki sizinde yapacağınız gibi almancı kızları bırakıp kocaeli'ye çocukluk arkadaşımın yanına işe girmeye gittim, aslında bir çok işte çalışmama rağmen bilmediğim şehir olduğu için hem korkuyor hem heycanlanıyordum bilen bilir izmit'te yürüyüş yolunun kenarında dönerciler lokantalar vardır arkadaşım orada bir garson birde bulaşıkçı eleman arandığını öğrenmiş ve adamla pazartesi başlayacağımız konusunda anlaşmış, evde kim garson kim bulaşıkçı olacak kavgasını yaptık tabi ki ben en sevdiğim arkadaşıma kıyamadım ve tamam ulan tamam bulaşıkçı ben olurum dedim .

işe başladık her şey çok güzeldi, lokanta fazla işlemiyor makara gırgır işi götürüyorduk neyse haftalığı aldık tabi arkadaşım bahşiş kutusundan payına düşeni de aldı ertesi gün arkadaşım izinli olduğu için bende müdürü arayıp çok hastayım yalanı söyledim müdürde tamam ama bulaşıklar yarına birikir çok yorulursun iyi dinlen köpek gibi çalıştırıcam seni dedi , biz neyse sevinçliyiz eski günlerdeki gibi rakı masasını kurduk 2 tanede bayan arkadaşla tanışmıştık onlarıda çağırdık muhabbet sohbet aldığımız bütün parayı o gün kızlara yaranacağız diye yemekti alkoldü çar çur ettik neyse yedik içtik eylendik arkadaşları evine bıraktık..

kafamız tabi yardımcı pilota devretmiş sabaha kadar sohbet ettik neyse tam uyuduk 3-4 saat telefonlarımız çalmaya başladı o gün yürüyüş olduğu için lokanta çok kalabalıkmış patron arkadaşın izinini iptal etti banada sen bugun gel çift yövmiye vericem dedi bende paraları yediğimiz aklıma gelince kabul ettim neyse dükkana gittik tıklım tıklım bulaşıklar birikmiş kafamız hala güzel gözler kan çanağı ben hasta numarasındayım felan başladık işe urfalı bir usta vardı bir döner bıçağı getirdi yıkamam için döner bıçağı diyorum ama adını bilmediğimden böyle eti sote etmek için kullanılan iki tarafından iki kişinin tuttuğu 3-4 kiloluk bir testere diyim usta bak pas tutmasın iyi sil yıkadıktan sonra dedi bende tamam dedim tüm bulaşıkları yıkadım kolumda derman kalmamış bende onun o kadar ağır olduğunu tahmin etmeden
hafif bir hamleyle kendime çekince yere düşüyordu bende refleks olarak elimi altına koyunca 3 parmak birden gazi oldu neyse çok uzattım hastaneye gittik dikiş nakış işleri tabi patron sigortasız çalıştığım için üç buçuk atıyor bende ispiyonlamadım tabi ki neyse ben işten ayrıldım evde takılıyorum ama cepte bir kuruş para yok arkadaşın haftalık almasına 5 gün var dükkana gidip yemek yiyoruz ama ne sigara almaya paramız var nede kesilen elektrikleri açtırmamız için ödenecek para..

aradan 5 gün geçti biz karanlıkta sarılarak uyuduk felan bu gerizekalı bahşiş vermediler buna diye şef garsonla yumruk yumruğa kavga et tabiki işten attılar 150 lira parayla kaldık açıkta 50sini elektiriğe verdik kaldı mı bize 100 lira artık yemek yiyecek bir yerimizde kalmadı 5 gün boyunca arkadaşla beraber iş aramamıza rağmen hiç bir yerden geri dönüş olmuyordu lanet şehirde biz tabi 5 gündür dost yoğurdun içine ekmek ve salatalık turşusu doğrayıp yiyoruz (aç kalan arkadaşlara önerimdir hem tok tutar hemde 1 ay bozulmaz ) neyse artık son sigara paramız var ben bakkala gittim sigara almaya ( bakkalada bir ayar oluyorum ibne adam borç ekmek bile vermedi öğrenciyiz abi dedik banamısın demedi nemrutun teki ) gittim bakkala uzun boylu bir abi yaslanmış kapıya kafası trilyon olmuş bakkalcıyla tartışıyor 1 lira eksik diye adama ağız yapıyor bende delikanlıyım ya al lan sana 2 lira az sus lan dedim girdim abinin koluna çıkarttım dükkandan (ama abi yürüyemiyor bile) neyse abi gel seni evine götüreyim dedim baktım bizim apartmanın önünde durdu abi dedım bizde burda oturuyoruz -2. kattayız sen kaçtasın felan oda 6. kattaymış evine kadar çıkarttım tek yaşıyormuş elini yüzünü felan yıkadım abinin ayıldı felan sohbet etmeye başladık arkadaşımdan bahsettim o arada zaten surekli arıyordu sigarasız kaldı dıye ıbne çağır arkadaşını dedi çağırdım meğersem bizim abi bir şirketin müdür yardımcısıymış para zebil bize en kral yemeği ismarladı sigaramızı aldı bir güzel sohbetimizi ettik neyse vedalaştık.

tabi abi sevdi bizi her akşam arıyor içmeye çağırıyor bizde işsiziz ya gidiyoruz sürekli makara muhabbet abi bizi kardeşi gibi sevdi arkadaşıma iş buldu benide yanına aldı eleman olarak yaz azı boyunca yedik içtik eğlendik sonra ben memleketime gittim o senede ünv. sınavına gireceğim dedim ki kesin kocaeliye gitmem lazım neyse çalıştım kazandım gittim kocaeliye yaklaşık 1 sene boyunca abiyle birlikte takıldık gezdik eylendik sonra ne mi oldu tayini çıktı uzak bir şehire taşındı ama hala arar sorar bende onun vesilesiyle güzel bir işe girdim hayatımı yoluma koydum arkadaşım okulu bıraktı memlekete döndü ben kaldım kocaeli'de ama şuan burada bir yerlere gelmişsem o gün o 2 lirayı ibne bakkalın onune fırlattım diye gelmişimdir.

baya uzun oldu okuyan olduysa ve beğenmediyse kusuruma bakmasın yazmaya başlayınca durduramıyorum kendimi.
görsel
Ya olum bu beni gülmekten öldürdü....