bugün
- taktik verin11
- gecenin şarkısı11
- tc'yi atatürk değil ingiliz ve yahudiler kurmuştur28
- üstteki yazarın yaşını tahmin etmek14
- maca sekiz10
- muharrem ince'nin diyanet kapatılsın mı anketi10
- türklerin ingilizce konuşamama nedenleri32
- her türk vatandaşına türkiye gezisi12
- mühendis erkeklerin genel özellikleri16
- en obez özelliğiniz19
- türklerin çok kolay devlet kurması17
- avrupanın zenginliğini hırsızlığa borçlu olması15
- sizi cuma saflarında göremedim sözlük10
- akp chp yakınlaşması15
- çocuğunuzu özel okulda okutur musunuz18
- risale i nur21
- burda senin paran gecmez diyen delikanli kiz11
- en çok yaşamak istenilen şehir10
- beni özlediniz mi10
- selahattin demirtaş13
- temiz oje sürmek8
- icardi190518
- arda güler11
- iki adım atınca kan ter içinde kalmak10
- allaha küfür etmek10
- türklerden adam çıkmaması17
- bir müslüman olarak filistin benim meselem değil36
- bir gün önce tanışılan kızın yazlığa davet etmesi14
- ruh varsa neden görünmüyor13
- anın görüntüsü10
- sevdiğiniz sözlük yazarları17
- uludağsözlük'ün ölmesi ve gömmeyi unutmaları10
- selahattin demirtaş'ın 42 yıl hapis cezası alması12
- okula bikiniyle gelen kız9
- sözlükteki erkek nüfusu9
- filistin'in türklere ihanetleri sıralı tam liste24
- üstteki yazarla nereye gitmek isterdin8
- mesajın altlarda kalmış kusura bakma diyen kadın10
- arkadaşlar bu alınır mı8
- buluşunca sürekli derslerden konuşan erkek8
- bu başlıkta konya'yı övüyoruz16
- yemek yemeyi sevmeyen insan8
- ileride evleneceğiniz kişi şuan ne yapıyor9
- nişanlı kalmanın saçma olması12
- tayyip erdoğan'ın israil anadolu'ya girecek demesi21
- 15 mayıs 2024 türkiye japonya voleybol maçı13
- karşı cinse giyim önerileri16
- iyi bir insan olmak için ne yapmam lazım14
- mauro icardi'nin karısı8
- larisalisa'nın parayla şukulatması8
"ey ölümden korkup kaçan can, aklını başına al, bu korku kendindendir senin. korktuğun kendi çirkin yüzündür, ölümün yüzü değil; canın bir ağaca benzer, ölümse yaprağıdır o ağacın."
kuşatıcı bir nazarla baktığımızda mevlâna'nın eserlerinin bütününde özellikle de mesnevî'de ölümü iradi ölüm' ve tabii ölüm' şeklinde ikiye ayırdığını görürüz. bu ayrımın ikinci kısmını oluşturan tabii' yani biyolojik' ölüm, sathî bir bakışla bize cesedin dağılıp mahvolması gibi gözükse de, esasen yok oluş değildir. çünkü insan sadece maddi birtakım varlıkların terkibiyle meydana getirilmiş bir canlı değildir. aynı zamanda her insanın kendine mahsus bir de ruhu vardır. bu yönüyle insan çift yönlü bir varlıktır. olayısıyla ölüm bütün bu varlıkların aslına dönebilmesi için bir başlangıçtır. öyleyse ölüm yok oluş ve ayrılık değil, bilakis vücudun her bir parçası için aslına kavuşma manası taşır. mevlâna söz konusu aslına dönüş' hadisesini, "biz allah'a aidiz ve yine o'na dönenleriz." ayetine dayandırarak şu şekilde ifade eder: "bu dünyada duruşum benim için bir ayrılık olmasaydı, biz gene dönüp ona varanlardanız.' denmezdi. dönüp gelen, tekrar o şehre varana derler; zamanın ayrılışından kurtulup birliğe ulaşana derler."
mesnevî'de ele alınan ikinci çeşit ölüm ise iradi ölümdür. Bu manada ölüm, islâm tasavvufunun odak noktalarından birini teşkil eden "ölmeden evvel ölünüz." prensibine dayanmaktadır. mesnevî'de bu konu hakkında şöyle denmektedir: "riyazetle bedenin ölmesi diriliktir, şu bedene zahmet vermek canı ölümsüzlüğe ulaştırmaktır. ne mutlu o kişiye ki ölümden önce öldü; yani bu bağın, bu üzümün aslından bir koku aldı." yine divanında mevlânâ, aynı konuyla ilgili şunları ifade eder: "ölünüz, ölünüz ki ölümsüz bir can kazanasınız. bu topraktan kesilip ten bağlarından kurtulun ki eliniz semalara ulaşsın."
bütün bu beyitlerde mevlâna'nın anlatmak istediği husus, her birimizin nefes alıp veren, yaşayan diriler olduğumuz halde asıl diriliğin farklı bir şey olduğu temasıdır. ona göre yemeden, içmeden, bedenî arzu ve isteklerden ibaret yaşayan bir insan aslında insanî bir hayat yaşamamaktadır. marifet bütün bu arzularla çevrili olan insanın, henüz hayattayken bütün bu isteklere yüz çevirebilmesidir. çünkü esasen bütün bu arzu ve istekler, insanın başına sıkıntı olacak potansiyeli de beraberinde taşımaktadırlar. oysaki ölmüş bir kimse için bunların hiçbirisi tehlike arz etmemektedir. o halde insan iradi ve mecazi bir ölümle ölmelidir ki, sıkıntılarından kurtulabilsin.
mesnevi'nin başka bir yerinden aldığımız şu ifadeler yukarıdaki izahata ışık tutar mahiyettedir: "süt emen çocuk sütü nasıl isterse, sen de ölümü öyle istersin; seni tutsak eden bir hastalık, bir dert yüzünden değil. ölümü ararsın, istersin ama ağrıdan, sızıdan, hastalıktan bunalıp istemezsin; evin yıkık bucağında bir define görürsün de o yüzden istersin." Bu beyitlerden de anlaşılacağı üzere Mevlâna'daki ölüm arzusu ideal bir iştiyak halidir. bu hususu güçlendirmek için bebeğin süte, hazineyi görenin zenginliğe iştiyak duyması benzetmelerini örnek olarak verilmiştir ki her iki benzetmede de bu anlam katmanı vardır.
"ey ölümden korkup kaçan can, aklını başına al, bu korku kendindendir senin. korktuğun kendi çirkin yüzündür, ölümün yüzü değil. canın bir ağaca benzer, ölümse yaprağıdır o ağacın. iyi olsun, kötü olsun, ne bitmişse senden bitmiştir. hoş olsun olmasın, gönle gelen şey, senden gelmiştir."
yukarıda verilen cümlelerde de mevlâna ölüm korkusunu açıklarken, ölümü bir aynaya benzetir. iyi insanlar için ölüm güzel, kötüler için de çirkindir. dolayısıyla insanı korkutan husus ölüm değil, aynada gördükleri kendi çirkinlikleri ve kendi hatalarıdır. bu yüzden ölüm gerçeğini kavrayarak, dünyaya gönül bağlamamak, kaçınılmaz sonu, güzel ve hayırlı işlerle örgülenmiş bir ömür haline getirmek, ebedi hayat için hazırlık yapmak, dostun huzuruna eli boş çıkmamak gerekir.
"can çekişip duruyorsun, ölmeden önce sana kurtuluş yok, o halde öl de kurtul. nasıl ki yüz basamaklı merdivenden iki ayak eksik olsa dama çıkamazsın. yüz arşınlık ipte de biraz eksiklik bulunsa kuyudan su çekemezsin. gemi kaldırma gücünü aşan o son yük de yüklenmeden batmaz. ölmediğin için can çekişmen uzadı. ey taraz mumu, sabah olunca öl. ama seni mezara sokan ölümle değil, nura ulaştıran, kemale erdiren bir ölümle öl. Toprak altın kesilince nasıl topraklığından eser kalmazsa, böyle bir ölümle ölenin gamı da neşe ve ferahlığa döner."
burada da yine daha önceki meseleleri destekleyen farklı bir bakış açısı görmekteyiz. buraya göre can çekişme, ölüm anında yaşanan bir hadise değildir. çünkü insanın hayatı uzun bir can çekişmeden ibarettir. dolayısıyla Mevlâna'ya göre ölüm, birdenbire gerçekleşen bir hadise değil, uzun zamana yayılan bir süreçtir. biz farkında olsak da olmasak da bu süreç dünyaya geldiğimiz anda başlamıştır. insanoğlunun kendi hayatından kâinata kadar her şeyde böyle bir çözülüş söz konusudur. hal böyle olunca da aslında her bir varlık her an ölümle yüz yüzedir. peki o halde insan bu dünyaya veda ederken ölen nedir? bu sorunun cevabını en veciz ifadelerle yunus'ta buluruz: "ölür ise ten ölür, canlar ölesi değil." yunus'un düsturuna göre ölen ten ise, gerçekte ölüm yoktur. işte bu noktada "o halde neden bedenin ölmesi gerekiyor?" sorusu devreye giriyor. herkesin aklına gelmesi muhtemel bu ve benzeri sorular da cevabını yine mevlana'da bulmaktadır:
"bir bahçe sahibi, toprağı dikime hazırlıyordu. onu gören biri uzaktan seslendi:
niçin yeri kazıp harap ediyorsun? beriki de dedi ki:
a ahmak, hiç kazılmadan burası gül bahçesi olur mu?"
yeri kazıp harap etmenin sebebini sormak ne kadar garipse, yukarıdaki soru da hakikatte o denli abestir. çünkü nasıl ki terzi kumaşı kesmeden elbise dikemez, buğday öğütülmeden un elde edilemezse beden elbisesi de kesilip parçalanmadan güzel bir netice elde edilemez. dolayısıyla aslında bütün bu aşamalar daha güzel bir netice içindir. kesilip biçilen aslında sadece bir bedendir lakin o beden karşılığında verilecek olan sonsuz bir ömürdür.
mevlânâ, yazımızın başından beri kendisinden yaptığımız alıntılarla izah etmeye çalıştığımız meseleleri bizzat hayatına tatbik etmiş bir şahsiyettir. hal böyle olunca da sıradan insanlar için her şeyden ayrılık olan ölüm, mevlana'da "şeb-i arûs" yani sevgili ile buluşma ânı olmaktadır: "öldüğüm gün, tabutum götürülürken bende bu dünya derdi var sanma. benim için ağlama! yazık, vah vah deme! şeytanın tuzağına düşersen o zaman eyvah demenin sırasıdır. cenazemi gömdüğün zaman, firak, ayrılık deme! benim buluşmam, kavuşmam, işte o zamandır. beni toprağa verdikleri zaman elveda elveda demeye kalkışma, mezar cennet topluluğunun perdesidir. batmayı gördün değil mi? doğmayı da seyret, güneş'le ay'a guruptan hiç zarar gelir mi? yere hangi tohum ekildi de bitmedi? insan tohumu bitmeyecek diye şüpheleniyor musun? toprağa konulduğunu sanıyorsun değil mi? ayağımın altında bu yedi kat gök vardır."
sonuç olarak görülmektedir ki, mevlânâ, ruhun bir gurbet olan bu aleme gelerek bedende hapsedildiğini, üstelik geldiği yerin hasretiyle yanıp tutuştuğunu, bedenin ruhunun bir bineği olduğunu ve bu binekten ancak ölümle kurtulacağını kabul eder. bütün bu telakkileri mevlânâ, kurân ve hadislere dayanarak ispat eder. ayrıca ölümün korkulacak bir şey olmadığını, hatta işin esasını bilenler için arzu edilen bir hadise olduğunu söyleyerek ölüm karşısındaki tavrını ortaya koyar. bu husus mevlâna'ya düşünce tarihi içinde gördüğümüz diğer tavırlar arasında müstesna bir yer kazandırır. kısaca mevlâna'ya göre ölüm, ayrılık halinden kavuşma haline geçiş ve ölümsüzlüğe erişmekten ibarettir.
kaynak: http://www.yagmurdergisi....k--mesnevi-i-serifte-olum-
kuşatıcı bir nazarla baktığımızda mevlâna'nın eserlerinin bütününde özellikle de mesnevî'de ölümü iradi ölüm' ve tabii ölüm' şeklinde ikiye ayırdığını görürüz. bu ayrımın ikinci kısmını oluşturan tabii' yani biyolojik' ölüm, sathî bir bakışla bize cesedin dağılıp mahvolması gibi gözükse de, esasen yok oluş değildir. çünkü insan sadece maddi birtakım varlıkların terkibiyle meydana getirilmiş bir canlı değildir. aynı zamanda her insanın kendine mahsus bir de ruhu vardır. bu yönüyle insan çift yönlü bir varlıktır. olayısıyla ölüm bütün bu varlıkların aslına dönebilmesi için bir başlangıçtır. öyleyse ölüm yok oluş ve ayrılık değil, bilakis vücudun her bir parçası için aslına kavuşma manası taşır. mevlâna söz konusu aslına dönüş' hadisesini, "biz allah'a aidiz ve yine o'na dönenleriz." ayetine dayandırarak şu şekilde ifade eder: "bu dünyada duruşum benim için bir ayrılık olmasaydı, biz gene dönüp ona varanlardanız.' denmezdi. dönüp gelen, tekrar o şehre varana derler; zamanın ayrılışından kurtulup birliğe ulaşana derler."
mesnevî'de ele alınan ikinci çeşit ölüm ise iradi ölümdür. Bu manada ölüm, islâm tasavvufunun odak noktalarından birini teşkil eden "ölmeden evvel ölünüz." prensibine dayanmaktadır. mesnevî'de bu konu hakkında şöyle denmektedir: "riyazetle bedenin ölmesi diriliktir, şu bedene zahmet vermek canı ölümsüzlüğe ulaştırmaktır. ne mutlu o kişiye ki ölümden önce öldü; yani bu bağın, bu üzümün aslından bir koku aldı." yine divanında mevlânâ, aynı konuyla ilgili şunları ifade eder: "ölünüz, ölünüz ki ölümsüz bir can kazanasınız. bu topraktan kesilip ten bağlarından kurtulun ki eliniz semalara ulaşsın."
bütün bu beyitlerde mevlâna'nın anlatmak istediği husus, her birimizin nefes alıp veren, yaşayan diriler olduğumuz halde asıl diriliğin farklı bir şey olduğu temasıdır. ona göre yemeden, içmeden, bedenî arzu ve isteklerden ibaret yaşayan bir insan aslında insanî bir hayat yaşamamaktadır. marifet bütün bu arzularla çevrili olan insanın, henüz hayattayken bütün bu isteklere yüz çevirebilmesidir. çünkü esasen bütün bu arzu ve istekler, insanın başına sıkıntı olacak potansiyeli de beraberinde taşımaktadırlar. oysaki ölmüş bir kimse için bunların hiçbirisi tehlike arz etmemektedir. o halde insan iradi ve mecazi bir ölümle ölmelidir ki, sıkıntılarından kurtulabilsin.
mesnevi'nin başka bir yerinden aldığımız şu ifadeler yukarıdaki izahata ışık tutar mahiyettedir: "süt emen çocuk sütü nasıl isterse, sen de ölümü öyle istersin; seni tutsak eden bir hastalık, bir dert yüzünden değil. ölümü ararsın, istersin ama ağrıdan, sızıdan, hastalıktan bunalıp istemezsin; evin yıkık bucağında bir define görürsün de o yüzden istersin." Bu beyitlerden de anlaşılacağı üzere Mevlâna'daki ölüm arzusu ideal bir iştiyak halidir. bu hususu güçlendirmek için bebeğin süte, hazineyi görenin zenginliğe iştiyak duyması benzetmelerini örnek olarak verilmiştir ki her iki benzetmede de bu anlam katmanı vardır.
"ey ölümden korkup kaçan can, aklını başına al, bu korku kendindendir senin. korktuğun kendi çirkin yüzündür, ölümün yüzü değil. canın bir ağaca benzer, ölümse yaprağıdır o ağacın. iyi olsun, kötü olsun, ne bitmişse senden bitmiştir. hoş olsun olmasın, gönle gelen şey, senden gelmiştir."
yukarıda verilen cümlelerde de mevlâna ölüm korkusunu açıklarken, ölümü bir aynaya benzetir. iyi insanlar için ölüm güzel, kötüler için de çirkindir. dolayısıyla insanı korkutan husus ölüm değil, aynada gördükleri kendi çirkinlikleri ve kendi hatalarıdır. bu yüzden ölüm gerçeğini kavrayarak, dünyaya gönül bağlamamak, kaçınılmaz sonu, güzel ve hayırlı işlerle örgülenmiş bir ömür haline getirmek, ebedi hayat için hazırlık yapmak, dostun huzuruna eli boş çıkmamak gerekir.
"can çekişip duruyorsun, ölmeden önce sana kurtuluş yok, o halde öl de kurtul. nasıl ki yüz basamaklı merdivenden iki ayak eksik olsa dama çıkamazsın. yüz arşınlık ipte de biraz eksiklik bulunsa kuyudan su çekemezsin. gemi kaldırma gücünü aşan o son yük de yüklenmeden batmaz. ölmediğin için can çekişmen uzadı. ey taraz mumu, sabah olunca öl. ama seni mezara sokan ölümle değil, nura ulaştıran, kemale erdiren bir ölümle öl. Toprak altın kesilince nasıl topraklığından eser kalmazsa, böyle bir ölümle ölenin gamı da neşe ve ferahlığa döner."
burada da yine daha önceki meseleleri destekleyen farklı bir bakış açısı görmekteyiz. buraya göre can çekişme, ölüm anında yaşanan bir hadise değildir. çünkü insanın hayatı uzun bir can çekişmeden ibarettir. dolayısıyla Mevlâna'ya göre ölüm, birdenbire gerçekleşen bir hadise değil, uzun zamana yayılan bir süreçtir. biz farkında olsak da olmasak da bu süreç dünyaya geldiğimiz anda başlamıştır. insanoğlunun kendi hayatından kâinata kadar her şeyde böyle bir çözülüş söz konusudur. hal böyle olunca da aslında her bir varlık her an ölümle yüz yüzedir. peki o halde insan bu dünyaya veda ederken ölen nedir? bu sorunun cevabını en veciz ifadelerle yunus'ta buluruz: "ölür ise ten ölür, canlar ölesi değil." yunus'un düsturuna göre ölen ten ise, gerçekte ölüm yoktur. işte bu noktada "o halde neden bedenin ölmesi gerekiyor?" sorusu devreye giriyor. herkesin aklına gelmesi muhtemel bu ve benzeri sorular da cevabını yine mevlana'da bulmaktadır:
"bir bahçe sahibi, toprağı dikime hazırlıyordu. onu gören biri uzaktan seslendi:
niçin yeri kazıp harap ediyorsun? beriki de dedi ki:
a ahmak, hiç kazılmadan burası gül bahçesi olur mu?"
yeri kazıp harap etmenin sebebini sormak ne kadar garipse, yukarıdaki soru da hakikatte o denli abestir. çünkü nasıl ki terzi kumaşı kesmeden elbise dikemez, buğday öğütülmeden un elde edilemezse beden elbisesi de kesilip parçalanmadan güzel bir netice elde edilemez. dolayısıyla aslında bütün bu aşamalar daha güzel bir netice içindir. kesilip biçilen aslında sadece bir bedendir lakin o beden karşılığında verilecek olan sonsuz bir ömürdür.
mevlânâ, yazımızın başından beri kendisinden yaptığımız alıntılarla izah etmeye çalıştığımız meseleleri bizzat hayatına tatbik etmiş bir şahsiyettir. hal böyle olunca da sıradan insanlar için her şeyden ayrılık olan ölüm, mevlana'da "şeb-i arûs" yani sevgili ile buluşma ânı olmaktadır: "öldüğüm gün, tabutum götürülürken bende bu dünya derdi var sanma. benim için ağlama! yazık, vah vah deme! şeytanın tuzağına düşersen o zaman eyvah demenin sırasıdır. cenazemi gömdüğün zaman, firak, ayrılık deme! benim buluşmam, kavuşmam, işte o zamandır. beni toprağa verdikleri zaman elveda elveda demeye kalkışma, mezar cennet topluluğunun perdesidir. batmayı gördün değil mi? doğmayı da seyret, güneş'le ay'a guruptan hiç zarar gelir mi? yere hangi tohum ekildi de bitmedi? insan tohumu bitmeyecek diye şüpheleniyor musun? toprağa konulduğunu sanıyorsun değil mi? ayağımın altında bu yedi kat gök vardır."
sonuç olarak görülmektedir ki, mevlânâ, ruhun bir gurbet olan bu aleme gelerek bedende hapsedildiğini, üstelik geldiği yerin hasretiyle yanıp tutuştuğunu, bedenin ruhunun bir bineği olduğunu ve bu binekten ancak ölümle kurtulacağını kabul eder. bütün bu telakkileri mevlânâ, kurân ve hadislere dayanarak ispat eder. ayrıca ölümün korkulacak bir şey olmadığını, hatta işin esasını bilenler için arzu edilen bir hadise olduğunu söyleyerek ölüm karşısındaki tavrını ortaya koyar. bu husus mevlâna'ya düşünce tarihi içinde gördüğümüz diğer tavırlar arasında müstesna bir yer kazandırır. kısaca mevlâna'ya göre ölüm, ayrılık halinden kavuşma haline geçiş ve ölümsüzlüğe erişmekten ibarettir.
kaynak: http://www.yagmurdergisi....k--mesnevi-i-serifte-olum-
güncel Önemli Başlıklar