bugün

eski bir trt yapımı. zeki müren güya telefonda kendisine sorulan soruları yanıtlıyor. kült bir yapım. çok naif ve çok eğlenceli.
http://www.youtube.com/watch?v=eamz7huoopı
bilmemiz gereken tek şey mükemmel bi sanatçı olduğudur.
gerisini bizim bilmemize gerek yoktur, bilsek de bizi ilgilendiren bişey değildir.
"Zeki Müren, "Ya istediğim gibi yetiştiremezsem?" endişesiyle, baba olmaktan hep kaçınmış!

‘Hiç erkek sevgilim olmadı'

-Peki, bir çocuğunuz varmış, doğru mu?

+Haaayır, efendim! Haaayır! Öyle birileri çıktı, kızıyım dedi, biri çıktı oğluyum dedi. Öbürü çıktı, evlatlık almış dedi. Yok, inanmayınız Hanımefendi. Bu, Frank Sinatra için de, Amerika'da oluyor, Elvis için de oldu, toprağı bol olsun. Gerçek Zeki Müren'i tanımak lazım.

-Çocuk sahibi olmayışınızın nedeni, fiziksel bir rahatsızlık değil mi?

+Bilakis... Koç gibiyim. Aman bunu yazın; koç gibiyim... O kadar ilaca rağmen, o ilaçların bazıları da tabii vitamin ama kalbim için; koç gibiyim elhamdülillah. Koç gibiyim elhamdülillah. Yani, çok daha açık konuşayım. Haftanın bir günü ara versem, bir gün muhakkak arzulu hissederim kendimi. Anlatabildim mi? Bu durumda bir insanın, belki de evlenmeyişinde bir hayır vardır. Çünkü başka bir kadının da tohumu karışacağına göre, benim evlatlarım benim anama babama düşkünlüğüm gibi, bana düşkün olabilecekler miydi?

+Öyle insanlar tanıdım ki, babaları büyük insandı. Çok büyük mertebelerde, isim veremeyeceğim, ama oğulları bir gece kulübünde ya içmiş kusuyor yahut basit kadınlara sarılmış kahkaha atıyor, 'bilmem kimin oğlu' diyorlar. Acaba, benimkiler de öyle mi olurdu? Bu da, bir düşüncedir. Onun için Müren adı, maalesef, maalesef, maalesef, bunu üç kere söylüyorum esefle, benimle bitiyor. Çünkü babamın da kardeşi yok. Amcam yok...

-Üzülmeyin efendim, Müren adı hep yaşayacak.

"ZAMANSIZ GÖZE GELDiM...'

+Teşekkür ederim Eksik olmayın. Allah sıhhat versin hepimize, en büyük duam, sıhhat. Çünkü göze inanıyorum. Göze geldim. Zamansız göze geldim. Benim annemden büyük yaşta hanımlar, halen ekranda. Takdirle, katiyyen hasetle değil, takdirle alkışlıyorum.

-Bir çocuğunuz olsaydı, adını ne koyardınız?

+Mert koyardım. Çünkü mertlik o kadar azaldı ki, hiç olmazsa, günde ona birkaç kere Mert, Mertciğim, dedikçe kulaklarım mertliğe doyardı. Kız olursa, Merve koyardım. O da, cennet meyvesi demek. O da öbür dünyayı hazırlamak gibi oldu şu anda. (Kahkahalar...)

-Sizi yakından tanıyanlar, konuşma stilinizin birbirine zıt iki ucuna dikkat çekerler. Biri istanbul beyefendisi ağzı, diğeri, argo ve küfürün en ağırı. Şimdi bunlar iki zıt karakteri mi temsil ediyor?

+Hayatta küfretmedim. Müstehcen hikâye anlatırım. Hayatta küfretmedim.

-Argo ve küfür kullandığınız...

+Nereden duydunuz? Ne kadar olumsuz kişiler etkilemiş sizi. Çok üzüldüm.

"TÜRKÇE'Yi GÜZEL KONUŞURUM..."

-Ben etkilenmem. Bunların doğru olup olmadığını öğrenmek için soruyorum...

+A, bu nefis bir röportaj! Şimdi efendim, tabii ki radyo ve televizyondaki konuşmayı, özel hayatımda konuşursam, fazla ukalalık olur. Türkçeyi en güzel konuşmaya gayret ettim. Allah'a bin şükür, başardım kanısındayım.

-Yani, iki zıt karakter arasında gidip gelmiyorsunuz...

+Yanlış... Ayrıca, onun karakterle ilgisi yok. Müstehcen bir hikâye anlatırken, yani, meme demek gerekirken, göğsündeki yuvarlaklar dersem komik olur. Ben müstehcen hikâye anlatırım ve de dinlerim de. Bayılırım... Bayılırım... Yüzlerce de bilirim. Ama kime küfredebilirim? Öyle biri var mı dünyada? Edemem.

-Peki efendim. Tanrı ile aranız nasıl?

+Tanrı'ya inanırım. Bir yüce varlığın, böyle bir âlemi meydana getirdiğine inanırım. Ve de, insanların daha doğarken, kaderlerinin yazıldığına inanırım. Ömür çizgisinin, ana karnındayken kesildiğine inanırım. Nefes sayısının doğmadan evvel tespit edildiğine inanırım. Hatta minicik bir kundak bebeğinin, lösemiden can verdiğini duyunca, ne günah işledi bu, daha dünyayı görmedi ki, kabahati nedir diye düşünüp üzüldüğüm olur, sonra toparla Zeki kendini derim, kendi kendime... O yüce varlık böyle uygun görmüş derim ve o bahsi zihnimde kapatırım. Sevgi üzerine yaşarım. Bir ara sevgi birliğine üye idim. Şimdi, yine oranın üyeleri beni, 'beyaz güvercin' olarak nitelendirirler. Bu ismi size açıklıyorum.

-Ne demek beyaz güvercin?

+Efendim, onların koyduğu bir lakap. Her sanatçıyı ben insanüstü düşünürüm. Fakat onlar beni tanıdıktan sonra, bir katkı düşünüyorlar. Ve onların kurduğu, dünya yalnız sevgi üzerine kurulu.

-Bazı şeyleri sorarken fark ediyorsunuz herhalde, rahatsızım ama...

+Hayır, ama ben her şeye açığım. Lütfen sorun. Artık hangi yemeği seviyorsun, hangi senede doğdun, bunlar geçti.

"ÜÇÜNCÜ BiR YARADILIŞ!"

-Peki, kadınlardan çok, erkeklere düşkün olduğunuz doğru mu?

+Hayır efendim.

-Neye bağlıyorsunuz bunları?

+O, makyajlı sahneye çıkış, kıyafetlerimizin işlemeli oluşu. Efendime söyleyeyim, görüntümüzün televizyonda bile makyajlı oluşu. Ayrıca simdi birçok kişiye o makyaj yapılıyor. Belki, benimki biraz daha fazlaca oluyor.

-Yani, hayatınızda hiç erkek sevgiliniz olmadı mı?

+Hayır... Hayır... Öyle şey yok... Ben normal hayatımı yaşamaya çalışıyorum. O da, herkesin bir dört duvar arası vardır. Gayet saygılı, gayet saygın, herkesin bir evi vardır, kapısı vardır. Ne bileyim ben, Bodrum sokaklarında öpüşen kişileri görüyorum. Ama Türk ama ecnebi. Ayıplıyorum... Bazı şeyler, Tanrı'yla kul arasında kalmalıdır.

-Ama siz yine de kula açıklıyorsunuz ve böyle bir şey diyorsunuz.

+Hayır... Hayır efendim...

-Genel olarak, eşcinsellik hakkında ne düşünüyorsunuz?

+Valla eşcinsellik, üçüncü bir yaradılış cinsi. Kadınla erkeğin arasında, iki ruhu birden taşıyan, Allah'ın yarattığı, dengesizlik tabirini kullanmayacağım efendim, kromozom değişikliği olayı. Ben hiçbir eşcinselin espriktüel olmadığını görmedim. Hepsi gayet esprili, gayet akıllı... Tabii ki, sokaktakileri kastetmiyorum. Ve dünyanın da en seçkin yazarları, en seçkin ressamları, pek seçkin idarecileri, bu iki ruhu da zengin zengin taşımış kişiler.

-Röportajın tümünden, sizin eşcinsel olmadığınız yönünde bir sonuç çıktı...

+Şimdiye kadar, hep aksini uzun uzun yazdılar. Gerçek budur oysa... insanların süslü olmasına gelince... Ben dün akşam, çok süslü erkekler gördüm. Ama hangisi eşcinseldi, hangisi normal erkekti, soramam... Haddim değil.

-Beni haddini aşmış bir insan olarak görmüyorsunuz, değil mi?

+Hayır. Sizin mesleğiniz. Size baştan o selahiyeti verdim demeyeceğim; kaba olur, o serbestîyi tanıdım.

-Babanızın süslenme konusuna bir yakınlığı var mıydı?

+Hayır efendim. Ben annemle babamın mevlidinden mevlidine gidebiliyorum Bursa'ya. Çünkü iki kabir, beni o kadar üzüyor ki, ondan sonra günlerce kendimi kabirde hissediyorum. O kadar severdim onları... Tek evladım. ikinci bir kız kardeşim olsun isterdim. Nedenini bilemiyorum. Hep çocukluğumdan beri sorarlardı. Kardeşin, erkek mi, kız mı olsun. Kız olsun, elimle ona kurdeleler takayım, kız olsun onu süsleyeyim, kız olsun kraponlar yapıştırayım eteklerine, farbelalar yapayım, onu süsleyeyim diye düşünürdüm.

+Babam Bursa'da en şık giyinen, kravatsız geçmeyen, çok sevilen bir tüccardı. Atatürk Caddesi'nde, keresteci mağazasının önünde Kaya Müren yazardı. Annem de güzel sesli, yeşil gözlü, pembe yanaklı, pembe beyaz, bir kahkaha attığında iki komşudan duyulan, son derece tatlı, güzel bir kadındı.

ZEKi MÜREN'iN BÂZI iLKLERi

iLK KEZ, sahnede vokalisti o kullandı. 1965 yılıydı, loş ışıklar altında 6 genç kız ona eşlik etti. Bunlardan biri de, Sevim Tuna idi.

iLK ALTIN plağı, 1955'de 'Manolyam' adlı bestesi aldı. Yunan sanatçı Kazancıdis, şarkıyı Rumca'ya çevirdi. Edirne'den Avrupa'ya çıkan Türk bestesi 'Manolyam' oldu. O günlerde, 500 bin satan plağa verilen bu ödül, bugün 1,5 milyon satana layık görülüyor.

SAHNEDE ilk renkli ışığı o kullandı. Kırmızı dudakları öldürüyor, sarı hastalıklı gösteriyordu. Uzun denemelerden sonra, maviyi keşfetti.

ÖNCE FRAK, sonra smokin, daha sonra da şaşaalı kostümlerle sahneye çıkan ilk sanatçı o oldu.

iLK iŞLi SÜSÜ, ortasında imitasyon bir inci olan papyondu.

iLK KEZ, saz heyetine özel giysiler giydirdi.

SAHNEDE ilk kez dekor kullandı. Giysileri gibi, kendi dekorlarını da, kendi hazırladı. Gecede üç dekor değişiyordu. Her 10 şarkıya, bir dekor düşüyordu.

ORKESTRAYI ilk kez sahneye getirdi. Sazları geriye çekti, orkestrayı ön plana aldı. Yasemenler Solmadan'ın italyancası Tornosoryento'yu böyle söyledi.

SAHNEYE podyumu ve kordonlu mikrofonu getirdi. Bu yenilik, ona her hafta yeni bir beyaz pantolona mal oldu. Çünkü kordon, beyaz paçalar üzerinde iz bırakıyor, sanatçı, müşterilerin baş kısmına denk gelen, bu siyah kordon izini saygısızlık olarak niteliyordu.

iLK YEVMiYESi, 1.200 Lira idi. Yıl 1955, Perihan Altındağ ve Müzeyyen Senar 300, Hamiyet Yüceses 325 Lira alıyordu."

alıntıdır.

okurken siz de onun sesiyle okudunuz, değil mi?