bugün

(bkz: john ward)
ispanyolların Yahudi ve Müslümanları sürdükleri, Fransız Katoliklerin Protestanları katlettikleri, ingiliz Protestanların irlandalılara soykırım uyguladıkları ve yeni kıta Amerika’da beyazların yerli ırklara üstünlük kurdukları Rönesans devrinin sonlarındayız. Çoğu Avrupa devleti gibi ingiltere de, Osmanlı imparatorluğu ile sıkı ticari münasebetler kurmuştur. Derin Tarih dergisinden Hasan Bulut’un araştırmasına göre; ingiltere, Kıbrıs ve izmir gibi limanlardan pamuk, ipek ve yün alıyor; Manchester, Wiltshire, Gloucester, Essex ve Suffolk gibi sanayi merkezlerinde işleyerek sömürgelerine ihraç ediyordu. Denizaşırı ticari faaliyetlerinin dörtte birini oluşturan Osmanlı toprakları ile ingiltere arasında gemiler gidip geliyordu.

Kuzey Afrika’da yerleşmiş olan Türk korsanlar, Akdeniz’de dolaşan bu Avrupalı gemileri basıyor, mallarına el koyuyor ve mürettabatını esir alıyorlardı. Ekseriyetini denizci, gemi aşçısı, miço, tacir, balıkçı ve askerlerin oluşturduğu bu Hıristiyan esirleri çeşitli sebeplerle gruplar halinde Müslüman oluyor ve Türk korsanlara katılıyorlardı. Hatta kral II. Charles, kaptan Hamilton’u esir düşen bazı ingilizleri fidye ödeyerek kurtarması için Kuzey Afrika’ya göndermiş, fakat kaptan, esirlerin istemediği için ingiltere’ye eli boş dönmek zorunda kalmıştı. Avrupa’daki Hıristiyan korsanlar da Akdeniz’e gelerek buraların hakimi Türklere katılıyor ve dindaşlarına korku salıyorlardı.

Akdeniz korsanların çekişmeleriyle çalkalanadursun, güneydoğu ingiltere’nin sahil şehri Faversham’da bir müstakbel korsan, John Ward gelir dünyaya. Gençliğini balıkçılık yaparak geçiren Ward, 1558’de ispanyolların ingiltere’yi işgale kalkışması üzerine kraliçenin izniyle korsanlığa başlar. ilginç de bir lakabı vardır; Kaptan Jack Birdy, yani kuş Jack. Bu isimle yıllarca korsanlık yapar. 1602’de Katolik rehinelerle dolu Danimarkalı bir gemiyi yağmaladığı için Karayiplerde hapse atılır. 1603’te tahta çıkan I. James ispanya ile barış ilan edince ordudan ayrılan John, adamlarıyla limandan çaldığı küçük bir gemiyle büyük bir Fransız gemisini ele geçirir. Ona da tıpkı kendisininki gibi ironik bir isim takamadan duramayacaktır. “Little John” adını koyar gemisine, yani “Küçük John”
Adamları tarafından kaptan seçilen John, baskı altında olduğu memleketini terke ederek Küçük John’la Katolik gemilerini yağmalamak üzere Akdeniz’e açılır. Burada Osman Dayı adında, kendisi gibi aslen ingiliz olan başka bir korsanla tanışır. Bir süre sonra da mürettebatıyla beraber Müslüman olur. Yusuf adını alan John, başındaki şapkayı çıkarır Müslüman alameti olan sarık sarar. Korsanımızın samimi bir Müslüman olduğunu ve evvelden bağımlısı olduğu şarabı artık içmediğini, kendisini Tunus’ta ziyaret eden iskoç seyyah William Lithgow’un hatıralarından öğreniyoruz.
Lithgow’un anlattığına göre bu ziyarette Yusuf Reis’le arasında şöyle bir diyalog geçmiştir:
– Görüyorsun dostum. Küçük bir kuşun aşkıyla büyüdüm.
– Hadi canım! Adı ne? Onu haberdar etmeli miyim sizce?
– Hayır, seni sandal faresi! Minnacık, küçücük bir kuş bu.
– Küçük bir kuş? Kaptan Jack, bir serçeden mi bahsediyorsunuz yoksa?
1606 yılında Tunus’a yerleşen Yusuf Reis, kendisinden evvel Hızır Reis’in nam-ı diğer Barbaros Hayreddin Paşa’nın yaptığı gibi Tunus beyi Kara Osman’ın himayesinde korsanlığa başlar. Sadece üç yıl içinde Türkler ve ingilizlerden oluşan adamlarının sayısı 500’ü geçer. Aralarında Kaptan Samson, Anthony Johnson, Yarmouth Piskoposu Richard ve Southamptonlu James Procter gibi meşhurlar da vardır.
Yusuf Reis Avrupa limanlarına akınlar yapar ve ele geçirdiği ganimetlerle çok zenginleşir, hatta bir seferinde Reinera e Soderina adında iki milyondan fazla Düka altını taşıyan Venediklilere ait bir gemiyi ele geçirir. Tunus’ta kendisine mermerden ve kaymak taşından muhteşem bir saray inşa ettirir. Kendisi gibi sonradan Müslüman olan Jessimina adında Sicilyalı bir hanımla evlense de, ingiltere’de kalan karısına para göndermeye devam ettiğini biliyoruz.

Neredeyse Orta Akdeniz’in tek hakimi haline gelen Yusuf Reis’in gücü öyle bir seviyeye ulaşmıştır ki, eski kralı I. James kendisine geri dönmesi için 30 bin altın kron teklif eder. Cevabı ‘Hayır’ olur. Nâmı artık terk ettiği memleketinde de duyulmuştur ve adına şu tarza şarkılar yazılmaktadır:
Danseker ile Kaptan Ward’ı
Ve her gün başlarından geçen gurur verici meceraları
Tüm dünyada
Duymayan kalmadı…
Osmanlı impratorluğu’ndan oldukça uzak bulunmasına rağmen John gibi binlerce ingilizin Müslüman olması ve korsanlık yaparak kendi ülkelerinin ticaretini baltalaması ingiltere’de bir korku havası yaratmıştır. insanları islamiyetten soğutmak için o zamanın gazetesi demek olan tiyatro sahnelerinde Müslüman olanları Tanrı’nın cezalandırdığı, Türkleri vahşi ve şeytanî varlıklar gibi gösteren oyunlar tertip edilmeye başlandı.
Müslüman olduktan sonra zenginleşip meşhur olan, bu yüzden birçok Hıristiyan kötü (!) örnek teşkil eden John Ward da bu oyunlardan nasibini alacaktı. 1612 yılında Robert Daborne tarafından “Türk olan bir Hıristiyan veya iki meşhur korsanın, Ward ile Danisker’in Tirajik Hayatları ve Ölümleri adlı bir oyun sahnelendi. Oyunda Ward, ruhunu Türklere satıp Müslüman oluyor ve tehditlere rağmen eski dinine dönmüyordu. Ancak perde kapanırken cezasını buluyor, paramparça edilip denize atılıyordu. Londra’da bu oyun sahnelenirken, gerçek John, yani Yusuf Reis Akdeniz’de akınlarına devam ediyordu.
Yusuf Reis 1622 yılında Tunus’ta vebadan öldü. 70 yaşındaydı. Günümüzde memleketi ingiltere’de kimileri onu hain bir korsan olarak görürken, özellikle Müslüman ingilizlerin gözünde Türklere korsanlığı öğreten, alçakgönüllü, korkusuz ve büyük ingiliz denizcidir Yusuf Reis.

görsel
yeni bir çomar. hiç hoş gelmemiş.
Kuranda o var bu var şu var diyerek bildiğin .....ca başlıklar açıp güya kuranın allah kelamı olduğunu kanıtlamaya çalışan bir müslim. Kardeş kuran gerçek olsaydı bu kadar saçma bir şekilde savunulmazdı.
kelimelerin etimolojik kökenleri üzerinden çıkarımlarda bulunmayı ve muhtemelen ebcet hesabı gibi işlemleri seven bir vatandaşa benziyor.
kutsal kitapların kelimeleri ve harfleri üzerinden çıkarımlarda bulunmaya çalışmak yaygın bir durumdur.
Ömer çelakıl ile caner taslaman karışımı bir yazar. Ayetleri önce eğip büküyor sonra içindeki esrarı meydana seriyor.
Ucunu köşesini birleştiriyor, rakamları sayıları topluyor, üstüne ekliyor, içinden çıkarıyor sonra ne olduğunu anlayamadan pat diye gizemi gözler önüne seriyor... Subhanallah ibretlik.
Entrylerini büyük bir aydınlanma eşliğinde, bolca da huşu ile okuyorum. inanılır gibi değil...