bugün

iki mucizeden ibaret varolusun sanat oldugunun en buyuk kaniti ise insanlarin her birinin her zaman icin sasirtici olmasidir.
bahsedilen o iki mucize de yasam ve olumdur. ilki gerceklesmistir. ikincisini beklemkteyizdir her birimiz.
bazen iyilikte bazense kotulukte birbirimizle yarisan bizler, aslinda cok iyi birer sanatci olabiliriz.
yeter ki, yasam denen sanatin insanlik icin oldugunu kabul edelim!
değercesine ve gerektiği gibi hakkını vererek yaşamak, bir sanattır.
hakkını vermeden yapıldığında ise, sadece zamanı anlamadan geçirmek, ömrü tüketmektir ve bu yeteneği ziyan etmektir.
yaşama hakkının bir yetenek olduğunu düşünelim, kimi bu yeteneğinin farkına varır ve yeteneğini her fırsatta geliştirerek, yaşamayı bir sanata çevirir.
kimisi ise hayatı garanti ve elde edilmiş bir şey olarak kabul edip, ne yeni bir güne uyanmanın mucizesinin, ne yatakta doyasıya gerinmenin muhteşemliğinin, ne balkonda rüzgarı hissederek içilen kahvenin tadının üzerinde durmaz. uyanır gerinmeden kalkar, lezzetini bile hissetmeden iki lokma yer beş karış suratla evden çıkar..
yaşamanın güzelliğini bilmeyen ve değerlendiremeyen insanlar, kendisi gibi işe gitmekte olan komşusunun yüzündeki ışıltıya ve tebebbsüme de bir anlam veremez. coşkulu cıvıl cıvıl günaydınına bezgince ağzının içinden cevap verir. hayatındaki kısırlığın farkında olmadığından, komşusunun kendisinin sahip olmadığı şeylere sahip olduğunu zanneder. böylelerinin gözleri etraftadır o yuzden, başkalarının hayatları ve enerjileri ile beslenirler. mutluluklarına kıskançlıkla karışık imrenme, mutsuzluklarına oooh iyi olduyla karışık sahte üzüntü gösterirler...
bunlar hayatı seyirci koltuğunda yaşarlar. bu gruptakiler kendi içlerindeki mutsuzlukları göre ön sıralardan arkalara göre sıralanmış olarak otururlar..

yaşamanın sanat olduğunu bilenler ise, sahnededir. onlar gerçekten yaşarlar. hayatlarında bir giz vardır o seyirciyi çeken. neden yüzleri ışıl ışıl bunların diye sorduran.
sabah uyandıklarında yatağın yumuşaklığını nevresimdeki yumuşatıcının hoş kokusunu gerinirken sevdiğine değen ayağının ürpertisini, gerinmenin vücutta yarattığı rahatlatıcılığı hissederler. sevdiğinin kokusunu içine çekip yeni bir güne uyanmanın mutluluğu ile sarkıtırlar ayaklararını yataktan..

panjurları ve perdeleri açıp sabah güneşine günaydın der, pencereyi açıp rüzgarla buluşurlar. rüzgarı azıcık teninde hissetmek için üzerlerine sabahlık bile almazlar.
bu evlerin mutfağından gelen tıngırtılar bile melodiktir. kızarmış ekmek kokusu, demlenmiş çay kokusu, çocuğunun uyku kokusu hepsi ayrı tadlardır onlar için..
öpe koklaya uyandırırlar evlatlarını, kara gözlerindeki geç kalıcam telaşını bile severler..
yaşarlar aslında, sadece yaşarlar. ama farkına vararak.
işe giderken aldıkları bir demet laleden bir hafta mutlu olurlar. ofisin kapısını açarken masadaki laleler gelir akıllarına sevinirler. günün ik kahvesini içmeden hiç bir işe başlamazlar ve o kahve için mutluku zaman yaratırlar..

en sıkıcı buldukları işleri bile yaparken kendilerine ödülller verirler. şu kadar süre bir kahve molası sonra yine işe devam..
yitik zamanları değerlendirirler. bankada sıra beklerken alışveriş listesi yaparlar, yapılacak iş listesi yaparlar. zamanlarını verimli kullanırlar.
hafta sonu tatillerinde olabildiğince ev işi yapmazlar. miskinlikse miskinlik, dışarı ise dışarı, okuma, izleme vs her ne ise yapmayı istedikleri olabildiğince onlar..
hobileri vardır bu insanların, onlara haz veren, kafa dağıttıkları mutlu oldukları hobiler.. hayatlarının içinde mutlaka bir alan ayrılmıştır bu faliyete..
ataol behramoğlunun şiirini düstur edinmişlerdir.
yaşadın mı yoğunluğuna yaşayacaksın
çiçeği koklarken çiçek olurlar, martıları izlerken martı, denize bakarken dalga...

bunları bu kadar uzatmaya da gerek yok aslında.
sadece hayatın armağan olduğunu farketmek lazım. ilk sorumluluğumuzun yaşama hakkımıza karşı olduğunu unutmadan, ölüm varsa ve ne zaman geleceği bilinmese de, geleceğinin kesin olduğunu unutmadan tadını çıkararak ve elimizdekilerin kıymetini bilerek yaşamak..
yaşama sanatını bilenler kendi oyunlarını yazar ve oynarlar.
bilmeyenler ise bilet alıp onları izlerler.
aradaki fark bu kadardır. bir grup yaşar ve oynar, diğer grup ise sadece izler.. haa bir de oyuncuların kritiğini yaparlar..

seç bakalım oyuncu mu olmak istersin seyirci mi? seçim de bu kadar basit aslında..
(#1304163)
(#1343089) kendinize yalanlar söylemekten vazgeçin ki, hayal ettiğiniz doğru sözcükler bulsun sizi..
ayrıca sanat altın bir bilezik olduğu için de yaşamak altın bilezik olmuş oluyor.
--spoiler--
"insanlar..."dedim fısıldayarak."taşırlar insanları.
kundaktayken, tabuttayken. hep taşıyacak birileri olur. bazıları
dostluktan, bazıları cepteki paradan, bazıları da içinde bulundukları sistem
bir gün onlara da taşınma sırasının geleceğini söylediği için, taşırlar insanı
--spoiler--
yavaş yavaş, hissede hissede ve kendini akıntıya kaptırmadan yaşamaktır sanat olan. yaşadığını anlayarak. gece yatağına huzurla uzanabilmektir, tüm günü güzel anabilmektir. onca şeye rağmen keşke dememektir sanat olan. onca şeye rağmen iyi ki li cümleler kurabilmektir.