bugün

kendine has bir oyun, bakırköy belediye tiyatrolarında seyrediliyor son 2 yıldır. *
semih kaplanoğlu karşılaşmalar isimli köşesinde yağmurcu başlığıyla bir yazı yazmıştı kimileri bu yazıyı okuduktan sonra çocuklarına yağmur ismini koymaya karar vermiş. madem bu kadar önemli ben de yazayım bari dedim.

yağmurcu

onunla şehrimizin denize kavuşan yokuşlarından birinde, bir sabah vakti, sizler henüz uyurken bastıran bahar yağmurunun altında karşılaştım. eski, ahşap bir istanbul evinin saçak altına sığınmış, çinko yağmur oluğundan köpürerek akan suya teybini uzatmıştı. elli, ellibeş yaşlarındaki bu sarışın, sırılsıklam adamın yanından merakımı bastırıp geçip gidecekken, eliyle beni durdurdu, kıpırdamamamı işaret etti. sokakta, bir süre sağanağın oluktan fışkıran sesinden başka hiçbir tını, su birikintilerini karıştıran damlalardan başka hiçbir hareket olmadı.

gülümseyerek, teybinin stop düğmesine bastı ve bir kaç dakika ara verdirdiği; ses için dondurduğu hayatı tekrar başlattı. bir anda kargalar bağırarak uçup konmaya, yandaki evde uyuyan bebekler ağlamaya, kediler çöp bidonlarını devirmeye kaldıkları yerden devam ettiler. kimbilir nasıl bir merakla bakmış olmalıyım ki eyüp'ün daracık bir sokağında rastladığım bu sessiz, uzun adam suskunluğunda daha fazla inat etmedi ve ona eşlik etmeme bir süre için izin verdi. sokağı birlikte inmeye başladık.
''şehriniz'' dedi yabancı, '' yağmurun en derin manalarını barındıran kentlerden biri. yağmur, her sokağınıza, her semtinize, dakikanıza, sabahınıza, gecenize başka yağıyor... dün topkapı sarayı’nın bahçesinde kaydettiğim sağanağın sesinde sizin göçebe ruhunuzu buldum.aya sofianın kubbesine çarpan damlalarda tanrıyı işittim. lodoslu çiseltilerle ıslanan ezanlarda müslümanların sırrına erdim. ermeni-rum okullarının karanlık camlarına vuran damlalarda şehrinizin huzursuz çocukluk uykularını gördüm. okulu kırmış genç sevgililerin yağmur parklarındaki utangaç hallerini kem gözlerden koruyan ve onları birbirine daha da yakınlaştıran yağmurun perdesini araladım. mezarlıklarınızda ölülerinize yağan rahmetle ıslandım. genç amelelerinizin paydostan sonra doğunun ağır yağmurlarına özlem duyan yanık türkülerini de kaydettim sonra;
bıraksam devam edecekti türk yağmurlarının manalarını sıralamaya. kibarca susturdum. kimdi, meselesi neydi, bu yağmur tutkusu nasıl başlamıştı?
nazik bir şekilde yanıtladı. başlangıçta özel bir nedenim bir tutkum yoktu. on yıl önce amatör bir kamera almıştım ve diğerleri gibi eşi dostu etrafımı tatillerde seyahat ettiğim ülkeleri çekiyordum.ilk birkaç yıl böyle geçti. daha sonra, kendi kendime, kameramla neden bir günlük tutmuyorum görüntülü bir günce ilginç olur dedim. bu da beni kesmedi. tek bir konuya, temaya ağırlık vermeli diye düşündüm. yağmuru hep sevmişimdir. konu böylece yağmur oldu. özel bir nedeni yok. her neyse, yağmuru çekmeye başladım. derinleştikçe ilgim arttı. kentlerden kırlara,ülkemin yağurlarını damla damla saptadım. ya bütün dünyanınkiler ilk musonları görüntüledim. hint yağmurlarını mutlaka yaşamalısınız. sonra çöller geldi. üçyüz altmışbeş günde sadece bir gün, o da birkaç dakika yağan çöl yağmurlarını kaydettim. güney amerika, avustralya, çin, rusya, afrika dolaşıp duruyorum. son zamanlarda yağmur sesini de gördüğünüz bu hassas cihazla saptamaya başladım yani işim bu binlerce kasetlik bir görüntü ve ses arşivim var. kimin işine yarar bilmiyorum, umrumda da değil şimdi müsaade ederseniz fener patrikhanesine gideceği kusura bakmayın,işiniz yağmursa çabuk olmak zorundasınız, mevsim bahar, her an güneş açabilir, hoşçakalın yanımdan uzaklaşan adama bir şey söyleyemedim,pus içinde uyanan şehrime baktım, bir erik ağacı hemen yanı başımda çiçelerini döküyordu, küçük bir yağmur dereciği dağılan çiçek yapraklarını önüne katmış mırıltıyla akıp gidiyordu
Geri kafalı ve yobaz bir yazardır.
Asla üslubunu bozmadı. Hep karakteri güçlüydü. Saygı duyuyorum.
Mickey Rourke'un yardımcı erkek rolünde oynadığı oyun. Oyuna 10 üzerinden 10 puan verdim. Abd'nin usulsüz ve zalimce işleyen sağlık sigorta şirketlerini gün yüzüne çıkaran bir film. Senaryoyu (yani romanı) yazan John Grisham gerçek bir avukat. büyük bir ihtimalle anlattığı olaylar gerçek. Şöyle bir sözü var:
"I seriously doubt I would ever have written the first story had ı not been a lawyer. I never dreamed of being a writer. I wrote only after witnessing a trial."