bugün

brendın gözünü açtığında ıslak bir tahta parçasının üzerinde olduğunu gördü. etrafına baktığında ise açık bir denizin tam ortasında olduğunu. kendisi gayet rahat bir insan olduğu için gözünü kapayarak horlayıp uyumaya devam etti. sabah olduğunda ıssız bir ada'ya düşeceğini biliyordu sanki. öyle'de oldu. güneş doğduğunda kendisini ıssız bir ada'nın sahilinde buluvermişti. "kendi kendine laa bu lost olmasın olm" dedi. brendın 3 sezonu 1 hafta'da bitirmiş rüyasında kate ile sevişir olmuştu. ada'nın içinde ağaçtan bir ev görmüştü. koşar adımlarla ev'e doğru ilerlerken bir ara yalpalayarak yere düştü. hawaii gömleği kirlenmişti. hawaii gömleği'nin kirlendiğini görünce kendisine birinin hawaii gömleği giydirdiğinin farkına'da varmış oldu. "ulan biri benle fena daşşak geçio ama hayırlısı" deyip yoluna devam etti. evin yanına geldiğinde içerden tıkırtılar geliyordu..
içerde vahşi bir hayvan olma ihtimalinden korkan brendın götü sağlama alma maksatlı her an topuklamaya hazır beklemekteydi. ses daha da belirginleşmişti. bir yandan evi dinlerken, diğer yandan ağaçta gördüğü hindistan cevizleriyle kesişiyordu.. evdeki tıkırtılar kulağını tırmalamaya devam ediyordu..
derken Bir göktaşı oracığa düştü ve dünya üzerindeki tüm canlı hayatı sona erdi.
ama bir dakika... sanki hala bir kıpırtı vardı.
(bkz: kedidir kedi)
brendın'ın yürek kıpırtısıydı bu.
kıpırtı brendin'ın uzaktan kestiği hindistan cevizlerinden geliyordu. hepsi patır patır yere düşmüştü. iyi oldu dedi brendın toplamaya üşeniyordum zaten..
derken 2. göktaşı 'daha ölmediniz mi amoğagoyen' dercesine yine oracığa düştü.
kıpırtı brendın ın yürek kıpırtısı değilse brendın da ölmüş olmalıydı. iyi ama bir ölü hindistan cevizlerinden gelen kıpırtılar hakkında nasıl yorum yapabilirdi? hayır hayır. bu işte bir terslik vardı...
hi! o da ne, hindistan cevizinden anadan doğma, yüzüne bakmaa doyamayacağın bir kız doğdu...
gökten gök taşları patır patır yağsada brendin'ı etkilemiyordu bir türlü. ada'nın mına koymuş olsada.
"mınıza korum sizin gök taşları ve hatta kar taneleri dedi" brendın. sigarasından bir nefes çekti. ufka baktı...
brendın ev'in içine bir türlü girememiş, gök yüzünden gök taşları düştükçe kayan yıldız misali dilek tutuyorken bulmuştu kendisini, salak bir biçimde.
sigara paketine baktı göz ucuyla. son 5 dalı kalmıştı. haa züktür dedi. artık mısır eker püskülünü sarar içerim diye kendini teselli ediyordu. bir nefes daha aldı. bu diyerlerinden daha uzun ve daha derindi.
o da ne, bir ucak. birden heyecanlandı, umut doldu yuregıne fakat kanatları yoktu. bir garipti bu ucak. El kol hareketlerı ıle yerını bellı etme cabasına gırdı. Fakat uzakda pılot yoktu ve gittikce yaklasıyordu...
hava yavaş yavaş kararıyordu. brendın gökyüzünde ne olduğunu anlayamadığı bir ışık gördü ve heyecanlandı. bir süre sonra arkasındaki çalılıklardan gelen sesle irkildi. arkasını dönüp baktığında muhtarın kızı asiye'nin yavaşça kendisine geldiğini gördü.
asiye bir yandan yürürken bir yandan da memelerini sıvazlıyordu...
brendın asiye'ye şöyle bir baktı. asiye'nin vücüt hatları gayet güzeldi. ben zaten senin burda olma ihtmalini sevdim be gülüm dedi. pişmiş pişmiş güldü.
asiye de ona karşı ilgisiz değildi...
zaten ilgili olduğu memelerini sıvazlamasından belliydi...
tüm o göktaşı sanrılarının etkisinden kurtulan brendın, tüm yaşadıklarının aslında bir iç seyahat olduğunu düşündü. yıllardır yaşadığı siktiri boktan hayattan kurtulma düşüncesiyle yanıp tutuşan brendın'a beyni bir oyun oynuyordu işte. hayata ve beynine söven brendın evi gözetlemeye devam etti. hem yaşadıklarının gerçek olmadığını düşünüyor hem de evin içinden ne çıkacağını merak ediyordu. daha doğrusu beyninin evden ne çıkarıp da kendine nasıl oyun edeceğini merak ediyordu. ev, her zaman yaptığı gibi yapıp, boş boş durmaya devam etti. ama bu boş duruş brendın'a, fırtına öncesi sessizlik gibi geliyordu. her an çok farklı, acayip, terbiyesiz, ufuk açıcı, melun bir şeylerin evden çıkıp kendine doğru koşacağını ya da evin içinde peydah olacağını düşünüyordu. evin boş olması ve sonsuza kadar boş kalacak olması ihtimalini bile aklına getirmiyordu. eğer evden bir şey çıkmazsa bunu kendine yapılmış bir hakaret kabul edecek, kendini adaya taşıyan, ya da beynini bu hale getiren her şeyin aslında amaçsız olacağını anlamış olacaktı. bu bile başlı başına çekilmez, kahredici bir durumdu. nasıl olur da, hayatı, beynini bomboş bir adaya boşu boşuna gönderecek kadar boktan olurdu? bu olamazdı. tüm bu iç çelişkiler, tereddütler, ikilemler ve korku içinde sağına soluna bakınarak beklemeye devam etti.
brendın'a sıcak basmıştı. hawaii gömleğini çıkardı. yere attı. şöyle bir vücüduna baktı. gunde 1 kasa bira içmekten göt göbek sahibi olmuştu brendın. neyse dedi brendın götun göbeğin ne önemi var. ada'daki tek erkek benim. hehehee diye gülmeye devam etti.
bekleme o kadar uzun sürmüştü ki, evin içinden bir şeyler çıkacağına dair kendine telkin ettiği umut kayboluyordu. umutsuz diye düşündü, nasıl yaşarım? en kötüsü bile olsa bir şeyler çıksın, bir şeyler olsun istiyordu. brendın, hepinizin tahmin edebileceği gibi, özel sektörde, mesaili çalışıyordu.
evde ki tıkırtılara yaklastıkca brendın daha da korkuyordu, yavas adımları onu sanki ilerletmiyordu, ve sonunda evin kapısına geldi, evin kapısının kırık oldugunu gören brendın iceri adımını attı icerde kocaman bir bilgisayar vardı yanında ki bir kagıtta da bir kac sayı oldugunu fark etti, bilgisayarı actı cünkü mp3 calarının sarjı bitmisti onu sarj etmesi gerekiyordu. actıgında bos bir ekran geldi karsısına sanki bu ekranı hatırlıyordu bu losttaki * sayılarının girildigi ekrandı, icinden sıctık dedi ve serüven basladı...
derken müzik sesleri gelmeye başladı. yamyamlar olabilir miydi?yalnız değil miydi yoksa ?
brendın kendi kendine karıyı siktir et olm dedi. zaten şehirdeki hayatında tam bir playboydu kendisi. evin avlusunda duruyordu hala. eve yoğunlaştı tekrardan..