bugün

1978de Kontrgerillayı soruştururken öldürülen Savcı Doğan Özün oğlu. zekeriya öz'den önce ergenekon'un varlığını soruşturan ve fazla derine daldığı için hain odaklarca öldürülen cesur savcının oğlu bugün ergenekon kapsamında zekeriya öz'e doğan öz'e yapılanların aynısının yapılmak istendiğini ifade etmiş mektupta. işte o mektup!
öncelikle, (bkz: magazinel habercilik)

Halkımızın iyiliğini düşünmek babam için her zaman yolun doğru yönünü aydınlatan bir fener oldu. O; Doğan Öz, savcılığın kendine verdiği sorumluluğu, dürüst ve yürekli bir biçimde, halkımızın iyiliği için üzerine verilmiş bir görev bildi. O seçkin; halkı sevdiğini iddia edip, aslında onlardan nefret eden ve aşağı gören bir aydın zümresinden olmadı. Halkın içinde taşıdığı potansiyelin; iyiliğin potansiyelinin gelişebilmesi için tutarlı bir adalet inancına sahip oldu. O yüzden bazı şeyler şaşırtıcı değil.
Ülkeyi bir bulaşıcı hastalık gibi pençelerine alan ve bulaştığı her şeyi kirleten, kendisine benzeten Ergenekon; başka isimlerle Gladio, Kontrgerilla, onun çalışmasının odak merkezi haline geldi. Bu bulaşıcı virüsün; kendi iddiasının tersine, ulusallıktan uzak, her şeyden önemlisi insanlıktan uzak, yok edilmediği sürece gerçek ulusa, halkımıza, insanımıza gelişim hakkı tanımayan en önemli düşman olduğunu belirledi. Onlar da babamı düşman olarak belirlediler.

Her şey farklı olabilirdi. Babam zamanın ötesindeydi. Yalnızdı. Kazansaydı her şey farklı olacaktı. En azından, Susurluk olmayacaktı. Yıllarca egemen olan bir sindirme, korku salma, umutsuzluk kafalarımıza hâkim olamayacaktı.
Babamın yarım kalan davasına sahip olmak çok zor. Daha da kötüsü; babamı tanıdıklarını zannedip veya iddia edip, onların kendi kafalarında oluşturdukları babama sahip çıkmak daha zor. Çünkü onların kafalarındaki Doğan Öz ve onun ne yapıp ne yapmadığı hakkında oluşturdukları fikre karşı söylemek gereken acı şey şu; Babam yaşasaydı eğer onun uğraşısı şu an AKPnin kapatılması olmayacaktı. Ergenekon olacaktı.

Çünkü babam siyasal şeylerin siyasal, adaletle ilgili şeylerin adaletle çözülmesine inanırdı. Bunu o babanın oğlu olarak söyleyebilme cesaretinde bulunuyorum. Hukuksal bir düzene, gerçek bir demokrasiye inanan ama her şeyden önce hiç ödün vermeyen, geri adım atmayan yapısını ve o büyük geniş yüreğini bilerek söylüyorum.
Babam yaşasaydı eğer Ergenekon kaybederdi. Ergenekon kaybetseydi eğer 12 Eylül olmazdı.12 Eylül olmasa eğer, şu andaki 12 Eylül Anayasası da olmazdı, onu savunacak mahkemesi de.
Bu söylediklerime gelecek cevabı biliyorum. Önce babamın kendi kafalarındaki mirasına ihanet ettiğimi söyleyecekler. Bu da çalışmazsa babamı da karalamaya çalışacaklar...

Boş kalan yerleri ben doldurayım. 12 Eylül mahkemelerinde babamı düşünemiyorum ben. Ya onlar kazanırdı, ya da babam yargılanmalarını sağlardı o MGK denilen çetenin. Üstelik o çok tartışılan 141 ve 142den. Çünkü onlardı gerçekte Anayasayı tantan eden, bir sınıfın veya tabakanın öbürleri üzerinde tahakkümünü sağlayan.
Ve bütün yaşadığımız çirkinliklere rağmen belki başka bir paralel evrende farklı yaşandı her şey. Ve babamdı Ergenekon davasını açan ve onlar tam bir eşzamanlılık örneğiyle saldırıyorlardı babama, şimdi Zekeriya Özün kişiliğine saldırdıkları gibi. Geçmişte yürekli Adana Savcısı Sacit Kayasuyu ve Şemdinliyi soruşturan Sarıkayayı meslekten men ettikleri gibi. Ayrıntılarını bilmediğimiz onlarca yüzlerce yürekli dürüst görevliyi yaşamlarından, mesleklerinden ya da onurlarından kopardıkları gibi.

Bu insanları unutmayalım. Çünkü onlara hak ettikleri onur ve yaşam geri verilmezse, bu toplum o onur ve yaşamı da kendisinde bulamayacaktır. Bu davanın seyri ne olur bilmem. Çünkü burası Türkiye. Şuna dokunalım, ama buna dokunmayalım anlayışıyla yeterli derinliğe inmeyebilir. Epey derine inip en önemlileri atlayabilir. Ama bugün olmasa yarın, bir gün her şey çıkar ortaya ve denir ki keşke keşke... Daha önce olsaydı... Gene!
Gönül ister ki bugün çözülsün bu şey. Bir daha gerekmesin. Bu ülke bu parazitten çok çekti. Hâlâ yanlış, suni bir polarizasyondan ötürü bilinçsiz bir kesimin desteklediği bu çete, kendilerini şu an destekleyen insanların bile aile üyelerine yapmadığını bırakmadı. Durup da o geçmişteki ruhların adalet haykırışını dinleme zamanı gelmedi mi hâla?
Nasıl mümkün senin çocuğunu öldürdüğünü bildiğin haydutlarla bayrak sallamak?
Hâlâ bilinçli ya da bilinçsiz onların dezenformasyon tekniklerinin elçisi olmak.
Gönül ister ki bütün geçmişin aydınlanmamış sayfaları bu incelemeyle açığa çıksın. Bu adalet anlayışı cezai bir yaptırım isteği değil. Zaman aşımı bile önemli değil. O suçlarından dolayı ceza alıp almamalarına bakmadan sadece gerçeklerin ortaya çıkması bir toplumsal zorunluluk değil mi?

Bir geçmişi affedebilmek için bile önce bilmek şart değil mi? Affedebilmek; yani bilmek, bu toplumun geleceği için şart olan bir merhem değil mi? Nasıl yaşar insan bilemeden, bir toplumda buydu oğlumu öldüren buydu babama işkence eden diyemeden. Bilmiyorsan eğer, bütün toplum işkenceci, bütün toplum katil değil mi?
Birbirine güvenmeyen, sulh içinde yaşamayan bir toplum, bu travmayla her şeyi yalanlayarak, problemlerini inkâr ederek, nasıl sahip olabilir bir geleceğe.
AKPli, Cumhuriyetçi, eşarp takar, kalpak taşır, sağcı, solcu... Bu zıtlıklar mı hayatımızda belirleyici, yaşamı onurlu ve dürüst bir şekilde yaşamayı olanaksız kılan, yoksa; bütün bu suni çelişkileri konuşulamaz, tartışılamaz, oylanamaz hale getiren bu parazit ve bu paraziti besleyen, kendini seçkin, gerisini vasat gören anlayış mı?

Ankara Cumhuriyet Savcı Yardımcısı Doğan Öz, bundan tam 30 yıl önce 24 Mart 1978de öldürüldü. Özü öldürmek suçundan tutuklanan sanık ibrahim Çiftçi, Askeri Mahkemede yargılandı. Çiftçinin avukatı Can Özbay, mahkemeye verdiği bir dilekçede, müvekkilinin Milli Savunma Bakanlığında dosyasının olduğunu belirtti. ibrahim Çiftçi için verilen idam kararı Askeri Yargıtay tarafından dört kez bozuldu. ibrahim Çiftçi beraat etti. Öz öldürülmeden önce kontrgerilla konusunda kapsamlı bir soruşturma yürütüyordu. Savcı Öz tarafından dönemin Başbakanı Bülent Ecevite sunulan ön raporda şu ilginç tespit yer almaktaydı: Şiddet olayları, anarşik eylemler olarak nitelendirilebilecek kadar basit değildir. Amaç, demokrasi umudunu yok etmek; onun yerine faşist düzeni gündeme getirmek ve bütün unsurlarıyla yürürlüğe koymaktır... Bize göre bu sonuca ulaşmada CIA, kontrgerilla gibi gizli örgütlerin yönlendirmesi vardır. Bu örgütler devlet aygıtını geniş ölçüde kendi amaçlarına uygun şekle dönüştürerek demokrasi düşmanı akımları iktidar yapmayı öngörmüşlerdir.

http://www.taraf.com.tr/haber.asp?id=13613