bugün

palindromes filminin yönetmeni.
Palindromes (2004)
Storytelling (2001)
Happiness (1998)
Welcome to the Dollhouse (1995)
Fear, Anxiety & Depression (1989)
Schatt's Last Shot (1985)

gibi hayatı zindana çeviren filmlerin yönetmeni. sanırım kendi ruhunun çektiği eziyeti bu şekilde dışa vuruyor.

*bu yorum, henüz 2 filmini izleyip fikir sahibi oldum tandansıyla yazılmıştır.
amerikan orta sınıfının bencil, ikiyüzlü ve kendisine ve çevresine yabancı tavrını filmlerinde hicivsel bir şekilde eleştiren todd solondz, mutluluk’tan (happiness, 1998) 11 yıl sonra çektiği savaş sırasında yaşam’da eleştirel tavrını farklı meselelerle de geliştirme ve daha geniş bir alana yayma imkânı buluyor.

filmlerinde yerleşik değerlere, aile bireylerinin tiyatrovari yaşantılarına, sözde ahlakçılara, cinsel istismara ve sağ/sol ayrımı yapmaksızın yerdiği amerika’nın politikalarına değinen solondz, son filminde 11 eylül sonrası amerika’nın haletiruhiyesine de vurguda bulunarak; karakterlerinin kişisel olarak yaşadığı affetme/unutma ikilemini kolektif bir bilinç düzeyine taşıyor. bu sayede, amerika’nın savaşlar nedeniyle dünyada yol açtığı yıkımlar üzerine de önemli tespitlerde bulunuyor.
her ne kadar savaş sırasında yaşam, mutluluk’un devam filmi olarak ifade edilse de, yönetmen filmini, önceki filminin devamından çok bir döngünün yeni bir halkası olarak yorumluyor. bencilliklerinden dolayı mutluluğu bir türlü bulamayan farklı yaş gruplarından karakterlerin yaşadıklarını ekrana getiren mutluluk; sözde mutlulukların ve yalnızlığını saklayarak rol yapmaya çalışan, baskı altında kalmış çaresiz insanların hikâyesini anlatıyordu. filmde, yönetmen sadece kazananların ayakta kaldığı bir sistemi eleştirerek, sistemin bireylere dikte ettiği değerlerin altını oymaya gayret ediyordu. bu şekilde, sisteme uyum sağlamış gibi görünen ama aslında rol yapmaktan öteye geçemeyen sözde mutlu insanların da bir parodisini sunuyordu. üç kuşak amerikalının yaşamlarından kesitler aktararak, amerikan hayat tarzının bireyler üzerinde bıraktığı etkilere değinen solondz, böylece “sıradanlaşma” ve “normal olma” eğiliminin kökenlerine inme imkânı yakalıyordu. savaş sırasında yaşam’da ise, bu eğilimin nedenlerinden çok sonuçlarını görüyoruz. daha doğrusu solondz’un şimdiye kadar ki filmlerinde araştırdığı, tartıştığı ve eleştirdiği meseleleri 11 eylül sonrası toplumsal yaşama sinen paranoyayla birleştirerek, bir harman yaptığına tanık oluyoruz. yönetmenin kariyerini ve tavrını ifade etmesi bakımından bir özet niteliği taşıyan film, ayrıca bundan önceki filmlerinde kullandığı temaların daha genel bir söyleme de aracılık etmesi sebebiyle daha katmanlı bir yapıya sahip.

affetme/unutma ikilemi

mutluluk’ta sistemin dayatmacı tutumu nedeniyle sürekli “dışarıda kalma” korkusu yaşayan, kendini ifade etmekte zorluk çeken ve sürekli bir içsel çatışma yaşayan karakterlerin mutluluk arayışlarının sonuçlarına şahit olduğumuz savaş sırasında yaşam, bu nedenle bireylerin kendilerine ve çevrelerine verdikleri zararların da boyutlarını gösteriyor. eski sevgilisi intihar eden joy’un sürekli onun hayaletini görmesi ve ondan af dilemeye çalışması, eski kocası küçük çocuklara tecavüz etmekten dolayı hapiste yatan trish’in kocasını çocuklarına unutturmaya çalışması, helen’in ailesini yok sayması ve küçük timmy’nin pedofili hastası olan babasının öyle olmadığına dair inkar çabaları bizlere mutluluk arayışının sonuçlanmadığını, tersine yeni sorunlarla devam ettiğini de göstermiş oluyor.
bu açıdan bakıldığında, film karamsar bir tablo çiziyor olsa da, filmin karamsarlığı esasında karakterlerin kendi çevrelerine ördükleri duvarları yıkmadıkça yüzleşmenin gerçekleşemeyeceğini ifşa etmesinden kaynaklanıyor. af dileyen karakterler unutmayı tercih ederek, sorunlarını bilinçaltına atıyor. bu davranışın yansımalarıysa her karakter özelinde farklı sorunlara yol açıyor. joy intihar eden eski sevgilisinden bilinçaltında bile af dilemekten çekinirken, onun bu sorunla yüzleşmeyerek kendini affettirmek için ölen sevgilisine benzer insanlara yardım etmeye çalışması aynı olayın tekrar etmesini ve joy’un büyük bir çıkmazın içinde kalmasına sebep oluyor. helen’e baktığımızdaysa, onun ailesini unutma çabasının aidiyet sorununa, yabancılaşmaya ve ikiyüzlülüğe neden olduğunu görüyoruz.
affetmekle unutmak arasındaki ikilemin yaşanmasının önemli nedenlerinden biri, affetmenin bir kabul, unutmanın ise bir reddi içinde barındırmasıdır. af dilemek ve affetmek bir huzuru, unutmak ve unutturmaya çalışmak ise beraberinde yeni çatışmaları getirir. bu çatışmaların ortasında sıkışan karakterlerin özelinde bunların farklı anlamları olsa da, yönetmen bu ikilemin yol açtığı çatışma üzerinden “savaş zamanında” amerika’ya da göndermede bulunur. film süresince diyaloglar ve televizyon haberleri aracılığıyla amerika’nın neden olduğu savaşları hatırlatan ve bu şekilde ülkenin bilinçaltına gizlediği şeyleri yüzeye çıkarmaya çalışan yönetmen, bireylerin sadece içsel dünyalarında değil, dış dünyalarında da aynı çatışmayı yaşadığını ortaya koyar. kendisiyle yüzleşmesi gereken sadece bireyler değil, aynı zamanda ülkenin kendisidir de. amerika’nın dışında, çok aleni bir şekilde belirtilmese de, örtük olarak yahudilik üzerinden avrupa da bu yüzleşme meselesine dâhil olur.

tiyatrallik ve kurmaca ilişkisi

başta pedofili olmak üzere diken üstü konuları filmlerinde anlatarak, dışarıdan “normal” gibi görünen amerikan orta sınıf ailelerinin yaşadığı yozlaşmayı açık eden todd solondz, filmlerinin sürekli bir kurmaca olduğunun da altını çizer. yönetmenin ele aldığı temaların diken üstü konumu düşünüldüğünde, bu bir gerekliliktir aynı zamanda. biri film içinde film şeklinde geçen ve kurmacaya gönderme yapan, diğeri ise şimdiki zamanda geçen ve bir orta sınıf ailenin yaşantısından bir kesitin aktarıldığı iki hikâyeden oluşan storytelling’de (2001) yönetmenin bu tavrının nedenleri daha net bir şekilde ortaya çıkar. livingston ailesinin çözülüşünün belgeselini çeken yönetmen tobey, daha sonra çekmiş olduğu belgeseli bir eğlence malzemesi olarak sunar ve livingston ailesinin yaşadıklarının bir tüketim ürününe dönüşmesini sağlar. solondz, bu sayede yaşanmış olayların kameraya alınmasıyla aslında gerçekliğin yeniden üretildiğini ve bu şekilde gerçekliğin kurgulanarak bir pazarlama aracına dönüştürüldüğünü gösterir. mutluluk filminde olduğu gibi savaş sırasında yaşam’da da bu yüzden, filmin kurmaca yanının altını çizen ve seyirciyi filme yabancılaştıran bir müzik kullanımı ve abartılı oyunculuklar vardır. yönetmen, aile yaşantısını, birlikte yenen yemekleri ve çiftlerin bir restoranda oturup konuşmalarını sık sık arka planda giderek yükselen ve diyalogları bastıran aryalarla keser ve yaşanan mizansenin tiyatralliğine vurgu yapar.
insanları kazananlar ve kaybedenler diye ikiye ayıran bir sistemde, bireylerin hayata tutunmak ve mutluluğu bulmak için çıktığı yolculuğu filmlerinde anlatan yönetmen, amerikan orta sınıfının ikiyüzlülüğünü, ailelerin bencilliğini, iletişimsizliği ve yabancılaşmayı da karakterlerinin yolculuklarında ortaya döker. didaktik bir anlatıma kaçmadan, karakterlerini iyi ve kötü diye tanımlamadan amerikan orta sınıfını hicv eder. mutluluk ve savaş sırasında yaşam’da görüldüğü gibi solondz’un dünyasında meleklere ve şeytanlara yer yoktur. kurbanlar da mağdurlar da aynı yolun yolcusudur. bir bebek sahibi olarak mutluluğu bulacağına inanan palindromes’daki (2004) aviva karakteri gibi solondz’un karakterlerinin de yaşları değişir, ten renkleri değişir, içinde bulundukları yerler değişir, ama bir şey kalıcıdır: aviva hangi isimde olursa olsun, hangi bedende karşımıza çıkarsa çıksın o sadece mutluluğu arayan bir çocuktur. tıpkı oyun evine hoşgeldiniz’in (welcome to the dollhouse, 1995) dawn wienar’ı, mutluluk’un joy’u ya da savaş sırasında yaşam’ın trish gibi… solondz filmlerinin melankolisi de belki bu mutluluk arayışının her seferinde yeni sorunlarla ağırlaşmasından kaynaklanır. savaş zamanını yaratan unsurlar onların kendilerine acı veren şeylerle yüzleşmekten kaçınmasında saklıdır. acı veren şeyler unutuldukça, karakterler de mutluluğun peşinde koşmaya devam eder. fakat yüzleşme gerçekleşmeden böylesi bir arayış nafiledir.

alıntı.