bugün
- karadeniz bölgesinde yaşamak10
- anın görüntüsü16
- türklerin çok kolay devlet kurması8
- iyi bir insan olmak için ne yapmam lazım16
- türklerin ingilizce konuşamama nedenleri9
- 15 mayıs 2024 türkiye japonya voleybol maçı11
- en obez özelliğiniz17
- mauro icardi'nin karısı9
- nişanlı kalmanın saçma olması11
- larisalisa'nın parayla şukulatması9
- namuslu erkek bulmanın çok zor olması16
- herkesin merak ettiği o piç erkeğim soru alayım18
- 13 yaşındaki kıza tecavüz eden 28 kişi29
- sütyen takmaktaki inanılmaz mantık hatası19
- icardi190511
- şampiyonluk için yanak okşatmak52
- gençler iş beğenmiyor8
- sevdiğiniz sözlük yazarları16
- kızılcık şerbeti dizisi12
- iki adım atınca kan ter içinde kalmak8
- öpüşme ile bulaşan hastalıklar8
- en nefret edilen yazarlar9
- hangi sözlük yazarı ile uyumak isterdin14
- kaç yaşındaki insan evde kalmıştır14
- larisalisa18
- sözlük erkeklerinin bugünkü kombinleri16
- aç karnına poğaça yemek11
- karşı cinse giyim önerileri11
- otoyol ve köprü geçiş ücretlerinin zamlanması19
- jose mourinho29
- en dindar özelliğiniz12
- chat sitesi kurmak9
- yaz aşkı varda kış aşkı neden yok11
- embesil yazarlar9
- 19 mayıs 2024 galatasaray fenerbahçe maçı21
- doğum gününde hatırlanmamak11
- en taşaklı kızların bizim sözlükte bulunması16
- en havalı erkek meslekleri16
- her erkeğin unutamadığı bir kadın vardır10
- burçlara inanmak9
- kezo dili ve edebiyatı8
- zall beceremiyorsan bırak git12
- sözlüğe yeni gelen masum erkek12
- bugün hangi kadın yazara ne diksem15
- hayatınızda kaç kere reddedildiniz19
- kahverengi gözlü olmanın hiç bir işe yaramaması14
- sözlük erkeklerini evire çevire pataklamak8
- şort diken müzisyen motorcu uzun boylu yazar11
- icardi1905 ile jakuziye girmek10
- kimsenin okumadığı sözlükte yazar olmak17
d.t.'yi benim gibi the gallery'den önce the mind's i ile tanıyanlar için sanırım daha da özel bir albüm olması kaçınılmaz oluyormuş. tdk boş kasede çekip, walkman'e tutkalla yapıştırdığım günleri anımsadığımda aklımda kalan tek şey ''heyydon heydonn hedon'' diye sol kulaktan, sağa geçen bir kaç fısıltı ve o güne dek dinlememiş olduğum bir müziğin ve melodinin fazla karizmatik ve öğretici yanıydı. kendi adıma söyleyebilirim ki, felsefe denen şeyi platon, nietsche yada sartre'den değil de niklas sundin ve mikael stanne'dan tecrübe etmek çok daha keyifliydi. fonda ilk kez duyulan bi* garip melodilerin eşliğinde sunulan bir dersti bu. 46 dakikalık süresi boyunca daha önce de yürüdüğünüz bir yere doğru yürüyerek dinleyin; oraya vardığınızda aslında daha önce aynı yerde hiç olmadığınızı haykırma gibi bir yan etkisi olduğu görülmüştür.
şimdi kalkıp bu albümü mevcut d.t. başyapıtları içinde bir yere sokmaya çalışırken niteleyeceğim, projector ve the gallery için sarfettiğim mantığa uygun gelen ''eşsizlik'' sıfatını, ilk gözağrısı olmanın verdiği bağlılıkla amacının dışında, tanımlamak için değil de duygusallıkla karıştırabilirim mi?'' diye endişe ediyorum. bu yüzden de the gallery ile projector arasında tam ortaya koyuyorum; sağa sola kaydırıyorum. lakin, önlerine de geçiremiyorum. iki nokta arasında gezinen bir bilye olarak kalması, kronik açıdan da duygusal açıdan da doğru olacak sanırım.
the gallery'de ve the mind's i'da döktüren vokalistimiz sara svensson ve gitarist Fredrik Johansson'u bu albümden sonra dinleyebilme fırsatımız olmadı. Johansson, gitarı Martin Henriksson'a bırakmıştı. the gallery'den projector'e gelene dek grup zaten gitar tonlarını yavaş yavaş ağırlaştırmıştı bu yüzden gitar saundu olarak bi* değişiklik olduğunu söylemek zor olur. ama o bildik d.t. saundunun the gallery'den farklı olarak oturduğu albüm de the mind's i'dır.
ayrıca parçaları konusunda d.t'nin kendine has bir özelliği vardır benim için . bir punsih my heaven, the emptiness from which i fed yada lethe diyince ben the gallery ile farklı bir d.t. algılarım. auctioned, day to end yada there in ise mevzu(ki derindir harbiden mevzu) başka bir albümünün bana çağrıştırmadığı bir d.t. söz konusudur. bu benim için bu albümde de geçerli damage done'da da. lakin, diğerleri için kimse kusura bakmasın böyle bir ayrım yapamıyorum.
müzikal değişikliklerin kritiğini yapmayı, albümü bi yere koymayı felan bi* yere bırakırsak; yeni dönemde gelen character ve fiction albümlerinin manyağı olan arkadaşların the mind's i gibi gerçekten dopdolu (ki bana göre felsefi yönden the gallery ve projector'den daha karmaşıktır) bir albümü dinlerken karşılaşacakları stanne vokallerini ve nispeten kirli saundunu yadırgamalarını normal karşılayabilirim. sonuçta ben ve benim gibiler d.t. yi sert melonkolikliğinin yanında bambaşka bir şey ile seviyoruz. bilmiyorum bi* şey vardı fazladan ruha değen. belki de bizim gibi dinazorların müzikten inanılmaz zevk aldığı bir dönemde sunulmasından dolayı ve kendi adıma artık o hazzı alamamamın verdiği eksiklik yüzünden bu haldeyim de bu grubu ne yapsa eskiler kadar mükemmel bulamıyorum; bilemedim. zaten aldım yürüdüm infected mushroom fanı oldum çıktım da. ama ne zaman hedon, tidal tantrum, zodijackyl light, the mind's eye, insanity's crescendo yada constant dinlese şu kulaklar dikilir, astrale bağlanan beden metafiziğin ve günlük dünyanın arasında bi* yerden gelen melodilere bağlanır. ortamda hedon çalarken kafa kıyak ağlayarak kafa salladığım caravan yıllarından geriye bi* şey kalmadı. ben daha bi* hedonist daha bi* nihilist oldum; bu adamlar daha bir ünlü daha bir mükemmel çalmaya başladılar; dünya değişti be diil mi?
son olarak şunu söylemeliyim ki bu grubun bütün görüntülerini silin atın kafanızdan ve hedon klibini açın bakın bakalım yeryüzünde hangi filozof ve rockstar bu denli karizma olabilmeyi becermiş? sanki başka bir tanrının başka bir oyununda olduğumuzu söyleyen ulakları gibi diiller mi? *
şimdi kalkıp bu albümü mevcut d.t. başyapıtları içinde bir yere sokmaya çalışırken niteleyeceğim, projector ve the gallery için sarfettiğim mantığa uygun gelen ''eşsizlik'' sıfatını, ilk gözağrısı olmanın verdiği bağlılıkla amacının dışında, tanımlamak için değil de duygusallıkla karıştırabilirim mi?'' diye endişe ediyorum. bu yüzden de the gallery ile projector arasında tam ortaya koyuyorum; sağa sola kaydırıyorum. lakin, önlerine de geçiremiyorum. iki nokta arasında gezinen bir bilye olarak kalması, kronik açıdan da duygusal açıdan da doğru olacak sanırım.
the gallery'de ve the mind's i'da döktüren vokalistimiz sara svensson ve gitarist Fredrik Johansson'u bu albümden sonra dinleyebilme fırsatımız olmadı. Johansson, gitarı Martin Henriksson'a bırakmıştı. the gallery'den projector'e gelene dek grup zaten gitar tonlarını yavaş yavaş ağırlaştırmıştı bu yüzden gitar saundu olarak bi* değişiklik olduğunu söylemek zor olur. ama o bildik d.t. saundunun the gallery'den farklı olarak oturduğu albüm de the mind's i'dır.
ayrıca parçaları konusunda d.t'nin kendine has bir özelliği vardır benim için . bir punsih my heaven, the emptiness from which i fed yada lethe diyince ben the gallery ile farklı bir d.t. algılarım. auctioned, day to end yada there in ise mevzu(ki derindir harbiden mevzu) başka bir albümünün bana çağrıştırmadığı bir d.t. söz konusudur. bu benim için bu albümde de geçerli damage done'da da. lakin, diğerleri için kimse kusura bakmasın böyle bir ayrım yapamıyorum.
müzikal değişikliklerin kritiğini yapmayı, albümü bi yere koymayı felan bi* yere bırakırsak; yeni dönemde gelen character ve fiction albümlerinin manyağı olan arkadaşların the mind's i gibi gerçekten dopdolu (ki bana göre felsefi yönden the gallery ve projector'den daha karmaşıktır) bir albümü dinlerken karşılaşacakları stanne vokallerini ve nispeten kirli saundunu yadırgamalarını normal karşılayabilirim. sonuçta ben ve benim gibiler d.t. yi sert melonkolikliğinin yanında bambaşka bir şey ile seviyoruz. bilmiyorum bi* şey vardı fazladan ruha değen. belki de bizim gibi dinazorların müzikten inanılmaz zevk aldığı bir dönemde sunulmasından dolayı ve kendi adıma artık o hazzı alamamamın verdiği eksiklik yüzünden bu haldeyim de bu grubu ne yapsa eskiler kadar mükemmel bulamıyorum; bilemedim. zaten aldım yürüdüm infected mushroom fanı oldum çıktım da. ama ne zaman hedon, tidal tantrum, zodijackyl light, the mind's eye, insanity's crescendo yada constant dinlese şu kulaklar dikilir, astrale bağlanan beden metafiziğin ve günlük dünyanın arasında bi* yerden gelen melodilere bağlanır. ortamda hedon çalarken kafa kıyak ağlayarak kafa salladığım caravan yıllarından geriye bi* şey kalmadı. ben daha bi* hedonist daha bi* nihilist oldum; bu adamlar daha bir ünlü daha bir mükemmel çalmaya başladılar; dünya değişti be diil mi?
son olarak şunu söylemeliyim ki bu grubun bütün görüntülerini silin atın kafanızdan ve hedon klibini açın bakın bakalım yeryüzünde hangi filozof ve rockstar bu denli karizma olabilmeyi becermiş? sanki başka bir tanrının başka bir oyununda olduğumuzu söyleyen ulakları gibi diiller mi? *
dark tranquillity'nin 1997 yılında çıkan üçün stüdyo albümü. hedon ve insanity's cresendo gibi hit şarkılar barındırmasına rağmen bence dark tranquillity'nin skydancer'dan sonra en zayıf albümüdür. dt ıslık çalsa dinlenir orası ayrı tabii.
tracklisti şöyledir:
01. dreamlore degenerate
02. zodijackyl light
03. hedon
04. scythe, rage and roses
05. constant
06. dissolution factor red
07. insanity's crescendo
08. still moving sinews
09. atom heart 243.5
10. tidal tantrum
11. tongues
12. the mind's eye
tracklisti şöyledir:
01. dreamlore degenerate
02. zodijackyl light
03. hedon
04. scythe, rage and roses
05. constant
06. dissolution factor red
07. insanity's crescendo
08. still moving sinews
09. atom heart 243.5
10. tidal tantrum
11. tongues
12. the mind's eye
grubun en başarılı albümlerindendir..
ayrıca hayatımda en çok dinlediğim albümlerdendir.
ayrıca hayatımda en çok dinlediğim albümlerdendir.
güncel Önemli Başlıklar