bugün

kedisever uludağ sözlük yazarlarının bulup paylaşması gereken fotoğraflardır.
malum burası bir kedi sözlük olduğu için, kedileri her yönüyle ele almamız lazım.

ilk ben paylaşıyorum,
1800'lü yılların sonundan bir kedi;
görsel

"aman ya, ne sikime tarihi kedi fotoğrafı bulucam, instagramda falan bir ton var koyar oradan yürür akar giderim" diyorsanız o başka. o zaman samimi bir kedi sever değilsiniz demektir.
Kral birinci tekirin tek varisi.
görsel
görsel
sabriye halam ve kedisi pertev.
görsel

pertev aslında sabriye halam'ın ilk aşkı olan tıbbiyeli bir gençmiş.
lakin pertev'in annesi ile rahmetli dedem bir dönem yasak aşk yaşamışlar.
bu yüzden bizimkiler pertev'e soğuk bakmışlar, sabriye halama da pertevi neden istemediklerini açıklayamamışlar.
sonra sabriye halamın yaşı geldiğinde onu görücü usulüyle taşradan zengin bir tüccar olan feramuş efendi ile evlendirdiler.
feramuş efendi bir fransız firmasının mümessilliğini yapıyordu ama aslında tefeciydi.
sabriye halam bu feramuş efendi'yi hiç sevememişti, feramuş efendi de halam sevinsin diye ona bu kediyi hediye etmişti.
neyse, sabriye halam bu kediyi çok sevmiş, adını da pertev koymuş işte.
gel zaman git zaman, pertev aşağı, pertev yukarı sabriye halam sürekli pertev beyin ismini ana ana hep aşk acısı içinde depreşip durmuş, en sonunda da ince hastalığa yakalanıp hakkın rahmetine kavuşmuş.

tabi bu halamın hikayesi pertev bey'in de kulağına gitmiş.
"ah pertev, vah pertev, yazıklar olsun sana be pertev" diyerek o da sarayburnundan kendini denize atarak halamın ardından canına kıymış.

işte böyle, bir başka tarihi kedide görüşmek üzre hoşçakalın.
meyhaneci arap basri'nin kedisi urkiye...
görsel

urkiye çok arsız bir kediydi.
meyhaneci arap basri abi, urkiye'yi yavruyken sokakta bulmuş, onu dükkana almış, beslemiş büyütmüştü.
ama bir hayli şımarık büyütmüştü.
meyhanenin gedikli müşterileri de severdi urkiye'yi.
dedik ya urkiye çok arsızdı.
işte böyle masalara falan çıkar, milletin içkisine, mezesine salça olurdu.

bu fotoğrafta da urkiye, gülcemal vapurunun emekli çarkçıbaşısı server amca'nın birasına salça olmuş. server amca herhalde biraz fazla kaçırmış o gün, masada uyuyor.
urkiye de fırsattan istifade demleniyor.

afiyet olsun...
lozan mübadili hüseyin avni bey ve kedisi eleni...
görsel

hüseyin avni bey, selanik'ten babannemlerin komşusuydu.
uzaktan da akrabalardı.
kendisi selanik ve havalisinin meşhur ailelerinden "kapancılar"dandı.

her neyse, bir gün ben daha çocuğum, bu hüseyin avni'nin kedisi bizim bahçeye girmiş, birden önüme çıkıp miyavvv deyince ben korktum ve buna tekme attım.
hüseyin avni amca da bana kızdı, "vre giritlinin piçi niye vurursun hayvancağıza, o benim elenimu, bilmoor musun?" diye bağırdıydı.
ben de gidip onu babanneme şikayet ettim "bana piç dedi" diye. meğer iyi anlamda "piç" demiş bana.
"giritlinin piçi" derken dedemin torunu olduğumu ima etmiş.
neyse ben çocuğum tabi, üstelemedim fazla, babanneme sordum, "yahu bu adam manyak mı kedinin adını eleni koymuş" dedim.
evet bir kedi, adı eleni, hayır git tekir koy, yumak koy, mırnav koy, topaç koy adını değil mi? eleni nedir yahu?

meğer eleni bu hüseyin avni amcanın selanik'ten gençlik aşkıymış. çok güzel bir rum kızı.
hüseyin avni'nin ailesi kapancı-dönme-sabetaycı olduğu için dışarından biri ile evlenmesine müsade etmemişler, derken mübadele zamanı gelmiş, hüseyin avni ailesine karşı çıkmış gelmek istememiş, ama anası "sana sütümü helal etmem" deyince gelmek zorunda kalmış, tabi gelirken de eleni ile son bir defa buluşup vedalaşmış, işte eleni de ona bu kedinin annesini vermiş kendinden hatıra diye.
"bu kediciğin anacığı gülcemal vapuruna bindi be kızanım..." diye bitirdi babannem sözlerini.
gülcemal önemliydi, gülcemal bizi anavatana getiren kahraman gemiydi, bizim evde hep gülcemal'den bahsedilirdi...

te bu gülcemal hem dedemi girit'ten izmir'e getirmiş, hem babannemi selanik'ten şarköy'e getirmişti. arada ikisi nasıl buluştular ayrı hikaye, ama daha evlenmeden yolları farklı seferlerde bu gülcemal vapurunda kesişmişti işte...kaderin bir cilvesi...

tabi yıllar içinde eleni'nin verdiği kedi ölmüş, işte bu yavrusu kalmış yadigar, hüseyin avni bey de bu yavruya eleni adını koymuş.
biz ona deli diyorduk kediyle konuşuyor diye, meğer mazisi kalbinde bir yaraymış...

kahrolsun bu mezhepçilik, mezhep/din tabuları,
kahrolsun bağzı şeyler...
berç tombulyan efendi ve kedisi kirkor...
görsel

berç tombulyan efendi'nin babası fevkalbeşer zengin bir galata bankeri olan mıgırdıç efendiydi.
berç tombulyan babası mıgırdıç efendi'nin yanında çalışırdı ama hümanist bir insandı.
günlerden bir gün babası mıgırdıç efendi ile yan komşuları agop'u tartışırlarken gördü.
mıgırdıç efendi agop'a faizle borç vermiş, agop borcunu zamanında ödeyememiş, mıgırdıç efendi de bugün galatasaray lisesi'nin hemen karşı köşesindeki agop'un pastane dükkanına el koymaya çalışıyordu.
berç tombulyan bu duruma sessiz kalamadı, babası mıgırdıç'a ricacı oldu agop efendiye süre vermesi için, lakin mıgırdıç efendi çok acımasız bir bankerdi. agop'a acıyıp ricacı olan oğlunu da kovarak agop efendiyi sokağa atmaktan çekinmedi.

babasının kötü niyetini gören berç tombulyan vurdu kapıyı çıktı o gün.
çıkış o çıkış...

bir zaman sonra berç tombulyan yüksek kaldırımda küçük bir elektrikçi dükkanı açtı.
kendi yağıyla kavrulmaya başladı velhasılı kelam.

işte o kendi yağında kavrulduğu günlerde berç tombulyan genelevlere de gitmeye başladı.
genelevlere gidiyordu ama zevkü sefa için değil, ekmek parası için. genelevlerin elektrik tesisatlarını yapıyor, arıza tamirine gidiyordu.
allah bereket versin iyi kazanmaya da başlamıştı hani.

işte o genelevlerden biri de kirkor zabityan'ın işlettiği genelevdi.
o evde de marya adlı bir polonyalı dilber çalışmaktaydı.

berç tombulyan ile marya görüşmeye, konuşmaya başladılar netekim.
hatta bir gün berç ile marya pierre loti'ye gitmiş burada birbirlerine besledikleri halisane duyguları sözlere dökmüş, birbirlerine gönüllerini açmışlardı.

işte o gün tam haliç'e doğru bakarlarken berç tombulyan marya'nın dudaklarına bir buse kondurmak istemiş, oturdukları çalının dibinden gelen miyav sesi ile bu eylemi gerçekleştirememişti.
marya ile birlikte çalının dibine baktılar sesin geldiği yere. boz renkli bir tekir yavrusu belli ki karnı aç bir şekilde onlara doğru bakıyordu.
marya "ay ne şeker kedicik bu böyle" dedi.
berç tombulyan da kediyi aldı ve onu sevmeye başladılar. baktılar ki kedinin kimsesi yok, alıp onu da beraberlerinde götürdüler.

berç tombulyan "adı ne olsun bunun" diye sordu.
marya; "kirkor koyalım, ne de olsa patronumdur" dedi. ve o gün kirkor, berç tombulyan'ın hayatına girmiş oldu...

gel zaman git zaman birkaç sene içinde ikinci cihan harbi patlak verdi.
polonya yahudisi olan marya, alman hafiyelerden kaçmak için istanbul'u terk etti.
berç tombulyan için zorlu ve özlem dolu yıllar başlamış oldu.

derken savaşın en zorlu yıllarında hükümet "varlık vergisi" getirdi.
berç tombulyan her ne kadar kıt kanaat geçiniyor olsa da, üzerine düşen meblağı ödemek için varlık komisyonu'nun yolunu tuttu.
lakin kendi payına düşen ödemenin miktarının çok büyük bir meblağ olduğunu öğrenince şok oldu.
zira berç'in babası mıgırdıç efendi, varlık vergisinden haberdar olur olmaz sırra kadem basmış, parayı pulu zulalayarak yurtdışına kaçırmış, geride kalan taşınmaz mülkler için de tek varis olarak yıllardır konuşmadığı oğlu berç'i varis olarak bırakmıştı.

kurtuluş yoktu, bu para ödenecekti. ama berç'in bu malın mülkün vergisini ödeyecek durumu yoktu.
çaresiz diğerleri ile birlikte aşkale yolu gözüktü berç tombulyan'a.
bir başına hayatın zorluklarına göğüs gererken onun hep yanında olan kedi kirkor'u götüremezdi tabi aşkale'ye. "ne yapayım, ne edeyim" diye düşünürken dükkanın kapısının zil sesi ile kendine geldi.
içeri giren adam yıllar önce babasının yanındayken savunduğu eski komşusu agop efendiydi. oturdular bir süre, dertleştiler. berç, agop efendiye durumu anlattı, kirkor'un da durumunu anlattı.
agop efendi onun için seve seve kirkor'a bakabileceğini söyledi.

o gün agop efendi'nin kucağına teslim ettiği kirkor'a son kez baktı berç tombulyan, kirkorun gözlerinde biricik aşkı marya'yı hatırladı hemen.
gözlerinden süzülen birkaç damla yaş ile varlık komisyonunun yolunu tuttu.

bir daha ne yüksek kaldırım'ı, ne kirkor'u, ne agop efendi'yi, ne de marya'yı göremeyecekti.
aşkale'de mezar yeri bile belli olmayan biri olarak yazdı tarih berç tombulyan'ın adını.
bir de ondan geriye kalan elektrikçi dükkanında yıllar sonra yapılan tadilatta tavan arasından düşen bu fotoğraf işte...

hayırlı kediler...
bu da tarihi sayılabilir mi lütfen?

görsel
hamidiye çarkçıbaşısı muşta ismail ve kahraman kedisi binnaz...
görsel

hamidiye kruvazörünü hepiniz bilirsiniz.
rauf orbay komutasında balkan savaşı sırasında ege ve akdeniz'de fırtınalar estirmiş, halkımızın umut ışığı olmuş kahraman gemimizdi hamidiye...

balkan savaşı başladığında çanakkale boğazındaki yunan donanması ablukasından sıyrılarak ege'ye açılan hamidiye, bütün yunan donanması tarafından fellik fellik aranıyordu.

nasıl aramasınlar ki, boğaz'ı abluka eden 4 yunan savaş gemisinin arasından sıyrılıp ege'ye açılan bu zırhlı, yunanlar'ı fevkalade endişelendiriyordu.
zira hamidiye cüssesine göre baya hızlıydı, seriydi ve tahrip gücü çok yüksek tam bir savaş makinasıydı...

bir sene önce bulgar limanlarını topa tutmuş, bulgar tarafına ağır kayıplar verdirmişti, işte yunanlar şimdi sıranın kendilerine geldiğini düşünüp endişelenmekte son derece haklılardı.

nitakim bu endişelerinde haklı da çıktılar.
hamidiye, ege denizine açıldığının 3. günü syrus adasındaki barut ve dinamit fabrikasını yok edip, yunanlara ilk ağır zaiyatını verdirmişti.

bunun üzerine yunanlar abisi ingilizlerden yardım istedi.
ingilizler güya tarafsızdı ama hamidiye'yi arama çalışmalarına 2 dretnot ile katılmakta bir beis görmediler.

bir yandan yunan donanması, bir yandan ingiliz donanması ege'de hamidiye'yi ararken, hamidiye bu sefer de bir yunan cephane vapurunu vurup ege'nin soğuk sularına gömmüştü.

bu haber yunanistan'da öyle bir çalkantıya sebep oldu ki, pire'de oturan yunanlar hamidiye gelir korkusuyla şehri terk etmeye başladılar.
nitekim rauf bey'in planı da zaten buydu.
hamidiye ile düşmanın kalbi olan pire limanı'na girip vurup dönmek...

bu planla eğriboz'un güneydoğusunda hamle eden hamidiye, gelen bir istihbarat ile yönünü doğu'ya çevirdi. geceyi venedik kayalıkları civarında sessizce geçirmeye başladı.
gecenin karanlığında ve sessizliğinde çıt çıkmıyorken çarkçıbaşı ismail'in kedisi binnaz birden huysuzlanmaya başladı.
öyle böyle değil, binnaz adeta bütün hamidiye'yi ayağa kaldırıyordu.
muşta ismail ne yaptıysa binnaz'ı sakinleştiremedi, hatta binnaz, ismail'in kollarından sıyrılarak üst katlara doğru kaçmaya başladı.
gecenin karanlığında güvertede herkes muşta ismail ve binnaz'ın kovalamacasını izliyordu.
birden binnaz geminin sancak tarafındaki korkuluğuna çıkarak durdu ve karşı tarafındaki karanlığın derinliğine doğru bakmaya başladı.
o an güvertedeki herkes binnaz'ın baktığı yöne doğru bakıyordu ki bir alev kıvılcımı farkedildi.

istirahatte olan rauf bey'e durum bildirilerek tedbir alındı.
gelen geminin ne olduğuna bakılmaksızın harekat emri verildi, hamidiye hareket etmeye başladı, iskele tarafındaki iki kayalığın arasından geçerek avına karşı pozisyonunu aldı, rauf bey'in emri ile hamidiye'nin topları ateş kusmaya başladı.
saniyeler sonra büyük bir infilak sesi ve patlama görüntüsü hamidiye güvertesinde coşkuya sebep oldu.
hamidiye yine avlanmış, bu sefer yunan donanmasının meşhur gemilerinden "macedonia" kruvazörünü vurmuştu.

dakikalar sonra macedonia, ege'nin serin sularına gömülmüşken, rauf bey kaptan köşkünde muşta ismail ve kedisi binnaz'ı ağırlıyor, bu zaferde onların payları olduğundan bahsediyordu...

işte böyle.
sen, ben, o, biz, siz, onlar kedi der geçeriz.
ama o kedi gün gelir seni kurtarır, hatta düşmanı yok etmeni sağlar.
kontes vera ve kedisi natasha...
görsel

birinci cihan harbinde savaştığımız rus çarlığı 1917'de yıkılmış ve savaştan çekilmişti.
Buna karşın rusya'da çar yanlıları general danikin, general vranger ve amiral kolçak etrafında toplanarak beyaz ordu'yu oluşturmuş ve rus iç savaşı patlak vermişti.

lakin kasım 1920'de kızıl ordu, beyaz ordu'yu yenmiş, çarlık yanlısı beyaz ruslar da kırım'a sıkışıp kalmışlardı.
işte kırım'a sıkışıp kalan çarlık yanlısı bu ruslar ingiliz ve fransızların yardımları ile buradan tahliye edilmiş, tam 200 bin rus mülteci işgal altındaki istanbul'a getirilmişti.

işte bu mültecilerden biri soylu bir aileye mensup olan kontes vera danikin idi.
vera danikin, beyaz ordu komutanı anton danikin'in bacısıydı.
savaşı kaybedince destek bulmak umuduyla ingiltere'ye sığınan anton danikin, kızkardeşini, general vranger'e emanet ederek istanbul'a göndermişti.

Fakat general vranger, emri altındaki beyaz ordu mensuplarıyla gelibolu'ya yerleştirilince, kontes vera ile pek ilgilenememişti.

işte kontes vera hanım'ın istanbul'daki ilk mültecilik döneminde yanındaki yegane dostu kedisi natasha idi.
natasha öyle sıradan bir kedi değildi, çar'ın sarayında doğmuştu ve vera hanım'ın arkadaşı olan çarın kızı tarafından ona hediye edilmişti.

kontes vera'nın ilk senesi bir hayli zor geçmişti, bu yeni şehre de alışmaya, hatta sevmeye başlamıştı.
sık sık ingilizlerin ve fransızların davet ve partilerinde boy gösteriyor, işgal kuvvetlerinin yakışıklı subayları tarafından paylaşılamıyordu kontes vera.

kontes vera bir süre sonra kendine bir iş kurmaya karar verdi.
ve tarabya sahilinde bir deniz hamamı açtı.

bu deniz hamamının ekseriyetle müşterileri işgal kuvvetleri subayları ve bu subaylarla düşüp kalkan rus dilberleriydi.
hepsi de kontes vera'yı çok sever, bütün dertlerini, sırlarını vera hanım ile paylaşırlardı.

gel zaman git zaman birkaç yıl sonra türk kurtuluş savaşı'nın kazanılması ile istanbul'daki rusların da bu yaşantısının bir sonu geldi.
istanbul'u teslim alan türk ordusu'nun verdiği ultimatom ile general vranger ve komutası altındaki rus askerler ilk olmak üzre bütün beyaz ruslar'ın türkiye'yi terk etmesi istendi.
asker olmayanlara 1927'ye kadar süre verildi.
çünkü kurtuluş savaşında bize en büyük yardım sovyetler birliği'nden gelmişti, beyaz ruslar'ı istanbul'da tutmak sovyetleri bize küstürebilirdi.

bütün beyaz ruslar yıllar içinde türkiye'yi terk ederken, birkaç istisna rus türkiye'de kalmaya devam etti.
bunlardan biri daha sonra ankara'da atatürk'ün gittiği lokanta olarak bilinen karpiç lokantasını kuran george karpotaviç, diğeri de kontes vera hanım'dı...

peki neden?
neden sovyetlerin düşmanı olan bir rus generalinin kardeşinin türkiye'de kalmasına müsade edilmişti?

bunun için tekrar istanbul'un işgal yıllarına dönelim...
vera hanım ile george karpotaviç rusya'dan tanışmaktalardı.
george karpotaviç ile vera hanım bir gün tarabya'daki deniz hamamında tesadüf ettiler, hasret giderdiler.
karpatoviç'in yanında ince uzun, pek yakışıklı bir genç vardı. genç bir osmanlı üsteğmeni edirneli salih...

kontes vera ilk görüşte akmıştı resmen teğmen salih'e.
bir sonraki görüşme, bir sonraki, daha sonraki...
ateş bacayı sarmıştı.

lakin teğmen salih'de vera hanım'ı sevmesine rağmen onun kalbinde tek bir aşk vardı ve başka bir aşkı düşünemiyordu.
teğmen salih'in tek aşkı vatandı...önce vatan...
vera hanım'da bunun farkına varmış, biricik aşkı salih'e kavuşabilmesinin tek yolunun vatanın kurtulması olduğunu anlamıştı.
evet, bu vatan artık kontes vera'nın da, kedisi natasha'nın da, george karpotaviç'in de vatanlarıydı. bu vatan onlar için de kutsaldı.

vera hanım deniz hamamına gelen işgal subaylarından ve rus aşuftelerden aldığı istihbarat bilgilerini george karpotaviç'e ulaştırıyor, karpotaviç'te teğmen salih'e bildiriyor, salih de karakol örgütü ile paylaşıyordu.
hatta bazen yeniköy'de salih ile buluşuyorlar, vera hanım'ın kedisi natasha vera'dan kaçıp salih'in yanına gidiyor, salih onu kucağına alıp severmiş gibi yapıyor ve natasha'nın tasmasında yazan pusulayı alıp kayboluyordu...

vera hanım'ın sağladığı istihbaratlar sayesinde ingilizlerin 2, fransızların 3 silah ve mühimmat deposu karakol örgütü tarafından basılmış, ele geçirilen silahlar deniz yoluyla inebolu'ya kaçırılmıştı...

tarih 20 ekim 1922,
zafer kazanılmış, düşman anadolu'dan sökülüp atılmış, mudanya mütarekesi imzalanmış ve ilk türk birlikleri ve komuta heyeti, barış antlaşmasından sonra istanbul'u devralmak üzre istanbul'a gelmek üzereydi.

uzaktan görünen vapur, bir önceki gün mudanya'dan hareket eden ve refet paşa'yı taşıyan gülnihal vapuruydu.

vapur rıhtıma yanaştı, refet paşa ve yanındaki yaveri kendilerini karşılayan halkın arasında iki kişiyi aradılar hemen.
bu iki kişi kontes vera hanım ve george karpotaviç idi.

refet paşa alkışlar arasında vera hanım'a yaklaştı, elini sıktı...

"başın sağolsun, yüzbaşı salih dumlupınar'da şehit oldu, vatan ona ve sizlere minnettardır, size gazi paşa'nın selamını getirdim..." dedi.

kontes vera'nın boğazı düğümlenmiş, gözleri dolmuştu.
sanki bayılacak gibiydi.
buna rağmen kendini topladı, tam bir türk kadınına yakışacak bir dik duruş ve vakar ile refet paşa'yı yanıtladı.

"vatan sağolsun paşam, siz sağolun, gazi paşamız sağolsun..."

evet, vera'nın vatanı kurtulmuş, ama uğruna hayatını, her şeyini verdiği salih'i şehit olmuştu...

işte böyle.

bu vatanın kontes vera'ya, kedisi natasha'ya, george karpotaviç'e ve onlar gibi türkiye'yi vatan belleyen birkaç rus'a minnet borcu vardı, o yüzden bu kişiler sovyetler'in baskılarına rağmen gönderilmediler, bir türk vatandaşı gibi anavatanları türkiye'de yaşamlarını sürdürdüler.

karakol cemiyetinden vera hanım'a ve kedisi natasha'ya bizler de borçluyuz.
ruhları şad olsun...
görsel

Cennet mekan gazi abdülhamid-i sani hazretlerinin kedisi ağa efendi.
görsel
Canim kedim ve kendim.
(img:#1586826)
Lenin ve kedisi. 1920'de Kremlin'de Amerikalı bir Gazeteciyle röportaj yaparken.

https://www.uludagsozluk....4%9Fraflar%C4%B1-1586829/
kirkor divarcı ve kedisi hınzıryan...
görsel

kirkor divarcı, genç ve idealist bir mühendis, aynı zamanda vatansever bir türkiye cumhuriyeti vatandaşı.
kedisi hınzıryan ise tipinden de belli olduğu üzre fevkalade hınzır bir kedi.

1950'li yılların sonunda bandırma'da lise öğrencileri bir kulüp kurarlar.
adı: bandırma füze kulübü'dür.

o yılların türkiyesinde kurulan bu kulübe türkiye'nin her yerinden bilime, fenne meraklı gençler ilgi gösterirler.
kirkor divarcı da bunlardan biridir.
gider füze kulübüne üye olur, fikir alış verişi yaparlar. kirkor divarcı bu vesile ile ilk yerli ve milli füzemizi geliştirmek için proje çalışmalarına başlar.
sabahlara kadar hesap, kitap, bitmeyen, bitirilemeyen projeler.

bütün bunlarla uğraşırken kirkor efendi'nin tek arkadaşı, dertleştiği tek şey kedisi hınzıryandır.

birkaç deneme yapar kirkor divarcı, fakat başarısız olur.
yaptığı projelerde sistemin kusursuz olması gerekirken, denemelerde birtakım dengesizlikler gözlemlenmektedir.

bir gece yine proje üzerinde çalışırken hınzıryan masanın üzerine zıplar ve kirkor efendi'nin kahvesini devirir. devrilen kahve masa üzerindeki hesap, kitap ekskizlerini ve projeyi berbat eder, kirkor divarcı da sinirlenir ve hınzıryan'ı tuttuğu gibi odanın diğer köşesindeki divana fırlatır.
hınzıryan fırlatıldığında havada o kadar dengeli bir şekilde gidip divanın üzerine düşer ki, kirkor'un aklında o kısacık anda hemen birtakım fikirler belirir.
hınzıryan'ı kaptığı gibi bakkal rüstem'in dükkanına giderler, bakkal rüstem'in wartburg terazisine koyar hınzıryan'ı ve tartar.
hınzıryan 1 kilo 532 gram gelir.
kirkor efendi hemen eve döner ve yeniden çalışmalara başlar.

tarih 19 eylül 1962'yi gösterirken kirkor divarcı ve bandırma füze kulübüne mensup üyeler ümraniye sırtlarında bir boş arazide toplanırlar.
yanlarında türk silahlı kuvvetlerinden iki subay da olduğu halde türkiye'nin ilk füze denemesini gerçekleştirirler.

kirkor divarcı ve arkadaşlarının yaptığı bu ilk füze denemesi başarıyla sonuçlanır.
tarihe not düşülür.
ermeni asıllı türk vatandaşı kirkor divarcı tarafından geliştirilen ve marmara-1 adı verilen ilk yerli füze'nin denemeleri başarıyla neticelenmiştir.

kirkor divarcı'nın yaptığı marmara-1 füzesi 1.33 metre boyunda ve 1 kilo 532 gram ağırlığındadır.
yani hınzıryan kadar...

işte böyle.
kirkor divarcı, kedisi hınzıryan ve marmara-1 füzesi.

kirkor efendi daha sonra marmara-2 füzesini de geliştirmiş ve bunu da başarıyla fırlatmıştır.

lakin daha sonra bilinmeyen bir sebeple kirkor divarcı'nın evinde bir yangın çıkmış, yapmış olduğu füze tasarım çalışmaları da bu yangın ile birlikte kül olup yanmıştır...

hayırlı kediler...

bonus;
(bkz: 1959 da bandırmada füze yapan lise öğrencileri/#37012130)
sultan 2. abdülhamid'in kedisi, ağa efendi.
görsel

2. abdülhamid'in kızı ayşe osmanoğlu'nun yazdığı, "babam sultan abdülhamid" adlı kitapta, abdülhamid'in kedisi ağa efendi'yi şöyle anlatıyor;

--spoiler--
Babamın gayet büyük bir tekir kedisi vardı. Pek munis, sevimli, enli bir hayvandı. Babam bu kediye 'Ağa Efendi' adını vermişti. Biz domino oynarken o da bizim aramıza oturur, dominoları karıştırır, birtakım oyunlar yapardı.
--spoiler--

ayrıca başka bir kaynakta da abdülhamid'in kedisi ağa efendi'nin çatalla yemek yediğinden bahsedilir.