bugün

ya şu geç cevaba gerçekten illet oluyorum.
Senelerdir her gittigim canli muzikte yasar-kumralim calinmasini istedim hic calinmamisti. Bu aksam yine istedim Hic calmayacaklar sandim ama caliyorlar suan yaa saka gibi Mucize gibi ayy resmen mutluluk. Suan ayni Mekanda olan insanlar varsa sapsal sapsal sırıtan tip benim evet.
arkadaş vasıtasıyla tanışmak/ tanıştırılmak kadar mal bir şey yok. beceren varsa helal ama ben beceremedim.
Arkamda bırakacağım mezar taşını hayal edecek kadar yalnızlaştım ve garipleştim. Hepsi olmasa da, insanların çoğu kendi senaryolarını kendileri yazarlar, en azından buna çabalarlar. Oysa ben her şeyden soyutlanmış, elini havaya kaldırmaya muktedir olamayan bir zavallı gibi hissediyorum. Hasta bir kalp, hasta bir akıl bolca zihin sancısı, bize sunulan öğün bu.
2 aydır görmediğim sevgilimi bugün yeniden gördüm, mutluyum.
aslında yanına giderken aşırı mutluydum, yanında da mutluydum ama ayrılınca bi hüzün çöktü lan. fazla da görüşemedik zaten ayak üstü biraz dolaştık ve gitti, gitmek zorundaydı çünkü.
ama olsun gülüşlerini tekrar gördüm ya o beni aylarca mutlu eder. *
Mevzu derin; Papatya kokuyor sana dokunan eller.
galatasaray puan kaybettiğinde kalbime krampon yiyorum.
Itiraf bile edemiyorum.
belki bir gun her sey guzel olacak..belki..
Itiraf ediyorum süzme salağım.
bu dönem bir kolejde ücretli öğretmenlik yapıyorum.** geçtiğimiz hafta servise bindiğimde derslerine girdiğim iki öğrenci beni görünce ayağa fırladı ve aramızda şu diyalog geçti:

öğrenci 1, öğrenci 2, ben.

ö1: ooo hocam günaydın. hocam size bişi sorcam sizin arabanız var mı?

ö2: kırmızı range rover.

b: (cevap yok, sadece gülümser ve içinden "sabah sabah şaka mısınız lan?")

ö1: (gülümsememi "yakaladınız beni" tarzında yorumlamış olsa gerek, pis pis bakarak) hocam çok kıyak araba yalnız haa.

ö2: hocam önce plakaya baktım sonra bi baktım siz forumun ordan döndünüz, geziyordunuz galiba.

b: (sabahın körü ve uykusuz olduğundan yalnızca) sağ olun gençler.

ve bugün bir öğrencim mesaj atmış hocam size bişi sorucam diye, soru şu "arabanız var mı?" ben de yapıştırdım cevabı "kırmızı range rover".

bütün okul benim olmayan range rover'ı konuşuyor şu an. okula arabayla gelmemi de "çok yakıyodur olum" diye kendileri açıklamışlardır herhalde.

ben sabah 6'da kalkıyorum üç kuruş ders ücreti için, o kadar yol gidip onlarca ergenin tüm saçmalıklarına katlanmaya çalışıyorum ve onlar range rover'ım olabileceğini düşünecek kadar hayata uzaklar.

bunlar liseli, 10. sınıf, 11. sınıf... üzülerek söylüyorum, gerçekten üzülüyorum anne-babalarının para yağdırdığı eğitimleri adına gram hedefleri yok. aklı başında öğrenci sayısı koca okulda bir elin parmaklarını geçmez. özel üniversitede okuyup babasının şirketinde çalışmak garanti nihayetinde...

öğretmene saygısızlık yaptığının bile farkında olmayan bu gençlerde değil tabii bütün suç. serviste ortaokula giden bir kız var mesela 6'ya gidiyor, elinde iphone 6... ipad'i falan da var...

neyse.
Bu akşam arkadaşlarla anlaştık viski tokuşturcaktık, bilader rahatsızlandı, sorun yok ama içmicem yine de. Moral bozukken içmeyin şu zıkkımı.

peşinedit: elço senin jamiler tehlikede onlara sarabilirim. Tamam tamam içmicem zaaa.
gel hele sözlük. yanaş yamacıma.

bok gibi hissetmek nasıl bir şey lan? biriniz tarif etsin bunu bana. ben bok gibi bile hissedemiyorum. işin kötüsü ne biliyor musun sözlük ben aldığım nefesten dahi keyif almıyorum. yaşamak mı bu? belki evet sonuçta nefes alıp veriyorum, yiyorum içiyorum sıçıyorum kafama göre. iyi de bu mudur bunun şekli?

hissetmiyorum ulan! yok amına koyim ne bir heyecan, ne bir mutluluk. yok anasını satayım. olmuyor işte. bu hayata dair hiç bir nesnel şey veya yaşadığım herhangi bir atraksiyon bende zerre his yaratmıyor. canlı cenazeyim resmen. hissedemiyorum lan bu çok boktan bir durum. his yok resmen. çok tuhaf bir şey hakikaten. hani depresyon desen değil zira depresyonluk bir durumum da yok.

hay amına koyim ne lan bu. hissedememek ne kötü lan.
bazen odama yağmur yağdığını düşünüyorum. sonra diyorum, acaba ben deli miyim. hayır değilim, altıma işiyor da değilim. düşünüyorum, yanaklarımdaki ıslaklık nereden geliyor diye.



sonra nisan geliyor aklıma. en çok nisanda ağlamıştım ve yine nisan geldi. gelirken ekmek al esprimi çok severdin değil mi? sevmekten bahsetmişken, hiç sevdin mi? hiç sevmedik mi? lan neyse. bu lan neysenin sonucunda bu seferlik aşkla ilgili bi bok yazmicam demek isterdim ama lan deyince yine aklıma geldin. sana bazen lan derdim. derdim mi? sigarayı bırakamamak. böylesine bir derdin içinde boğuluyorum şimdilerde. evet, başlamamı istememiştin ama oldu bi kere, napalım. vietnama atılan napalm bombasından haberin var mı senin? sanmıyorum. zira hitler iblisinin katliamını bile benden öğrenmiştin. bu katliam kelimesinin son iki harfi benim çok dikkatimi çekiyor. konuyu değiştirelim.



kim phuc. kim phuc? vietnam savaşının fotoğrafçısı. herkes savaşırken o fotoğraf çekiyormuş, vietnam savaşının fotoğrafçısıymış. kendimi kim phuc'a benzetiyorum. dışarıda herkes birbiriyle savaşıyor, hakaretleri mermi, küfürleri bomba, eleştirileri atom bombası gibi. aslında tam tersi olması gerekir, ama öyle. bense bu savaşın içerisinde mermilerden başarıyla kaçıp arada bir bombaların üzerine zank diye basıp sürekli olarak bir ayağını kaybeden ceylan gibiyim. ceylan olamam, dört ayağı var. isminin anlamı ceylandı değil mi? neyse konumuza dönelim. kırk ayak olabilirim.



evet, insanlık savaşının kırk ayağı benim. ceylanı da sen ol. bak, burada da benden üstünsün. tamam, kırk ayağım olabilir ve zehirli bir hayvan da olabilirim, ama sen devasa boyun ve narinliğinle dışarıda olan savaşı, insanlık savaşını bitirebilecek güçtesin. eğer ben bir gün çıkıp "şu savaşı kesin lan" dersem cırt diye ezerler beni. veya bir bomba tam saklandığım ılıman toprağın üzerinde patlar. mermi gelmesi pek mümkün değil gibi şu an ama atom bombası patlarsa sağlam kalırım. eleştirilere açığım.



arada bir diyorum kim phuc gibi alayım elime fotoğraf makinasını, benzerlik olmasın, tam denk olalım herifle. eşit olamayız tabi, adam ölmüş gitmiş ve benden çok daha zor şartlarda yaşamış. yeniden doğma fırsatım olsa asla kim phuc olarak doğmazdım. insanlar, kadınlar, çocuklar, hatta belki benim kadınım veya çocuğum ölecek, ben oturup fotoğraf çekeceğim. para için.. amına koyayım öyle sanatın. sen doğarken kim olacağını seçme şansın olsa kim olurdun? kim basinger? jiang qing olurdun bence. hatta vietnama bile savaş açar ilk beni öldürürdün.



ben bazen seninle konuşuyorum ya da sen zannediyorum onu. sen sanki böyle zihnimdesin, beynimin içindesin de beni sen yönetiyormuşsun gibi geliyor bana. yoksa hiç evden çıkmayan, ayda yılda bir çıkıp 1-2 saat gezip gelen, paraya, yaşama ve ölüme önem vermeyen bir insan hayal etmiyordum küçükken hiç. 15 yaşındayken kurduğum hayallere göre şu an istanbulda en çok insanın bulunduğu caddelerin birinde boktan fareli ve böcekli bir evde yaşamam gerekiyordu. hoş, daha nisanın başındayız böcekler yeni çıkıyor ortaya ama olsun. en azından bir sürü fare kankam olurdu.



hayaller demişken, 18 yaşındayken kurduğum hayaller geldi aklıma. ulan evi bile seçmiştik be hatırlıyon mu? gazi mahallesinde iki katlı (üst katı kaçak) mavi panjurlu (bir gariplik olduğunu hissediyordum, halen hissediyorum) şirin mi şirin bir evdi bu. "markete de yakın" demiştin sen. "camiye de yakın" demiştim ben, "öff ezan sesi uyutmaz ki" demiştin. ne olacak ki, pencereleri pimapen yaptırırdık. panjurlar yine kalırdı. panjur demişken az önce bahsettiğim gariplik geldi aklıma, pembe panjurlu olmalıydı demi? sen olsaydın da, siyah olsaydı.



saçların siyahtı. çin siyahı. öyle bir siyah yok tabi ki ben uydurdum da filmlerde çinlilerin saçları çok siyah görünüyor. çin saçı siyahı gibiydi diyebilirim. gözlerin ne elasıydı acaba? sela? tövbe tövbe. gözlerini düşünürken bile günaha sokan sen, seninle bir ömür düşündüğümde ne kadar günaha girdiğimin farkında mısın? neyse. ellerin ten rengiydi. yok yok mordu. bak nasıl hatırlıyorum, mor eldivenlerin vardı. nisanda bile giyerdin onları, o kadar severdin. siyah yeşil çizgili kazağının yanında pek hoş görünmüyordu, zira ben yeşil rengini hiç sevmezdim, senin üzerinde sevdim ama olsun, çok sevdiğim morun yanına yakışmıyordu. çok sevdiğim senin yanına ben? sen yeşil, ben mor. bak, yakıştı şimdi.





yukarıdaki noktalardan sonra bölüm falan değişmedi, zaten bu bir kitap değil ki bölümlü olsun. yaklaşık 15 dakikadır yazdığım, tahminen 10 dakika daha sürecek, bir sosyal arkadaşlık sitesinin veritabanında yer alacak, belki diğerleri gibi bazı bloglar tarafından araklanacak ama bilgisayar çağını geçmemizle tarihin gizli ve puslu sayfalarında.. yok bu yanlış oldu, tarihin elektrikli kablolarında yok olacak bir yazı sadece. o noktaları koyarken düşündüm, sırf o noktaları koyarken düşündüğümü belli etmek için bunları yazdım ama o noktaları koyarken aklıma gelen şeyi unuttum. iyi mi?



halen hatırlamıyorum aklıma da gelmiyor. neyse başka bir şeyler karalayayım. sana bir söz vermiştim.. bir gün bir kitap yazarsam o kitap seninle ilgili olacaktı. sözümü tutamadım, üzgünüm. internetten o kadar çok yemek tarifi arakladım ki, o tarifleri değiştirip daha lezzetli hale getirip yapılışını da not tuttuğum için yemek kitabı yazmış oldum. senin de pek olmayan sikinde değil tabi. ben böyle olmayan sikinde değil diye yazınca ay puccaya özenmiş dersin şimdi, o aklıma geldi çünkü. (burada ay puccaya güneş sana özenmiş demek istedim ama diyemiyorum) böyle konuşuyor o karı. herkes özgürdür şudur budur evet ama ben hiç beğenmezdim o kadının yazdıklarını. sen zevkle okurdun. hayranıyım derdin. yaz o zaman yiyosa böyle şeyler derdim, mal gibi kalırdın. yazsana? puccayı boşverelim.



bana trip attığın gün sayısı muhtemelen gözlerimin içine baktığın gün sayısından kat kat azdır. hey corç gel de beni azdır. çok saçma oldu evet ama ironiyle kafiye yapmaya çalıştım. hayır bu ironi değil, başka bi şeydi. unuttum. evet lan, senin yüzünden o çok sevdiğim edebiyat/türkçe karışımı dersleri bile takip etmiyorum artık. okuduğumdan hiç bi sikim anlamıyorum. gördüğüm, duyduğum, söylediğim, yazdığım şeyler aklımda kalmıyor. bazen verdiğim sözleri bile inkâr ediyorum ama günler sonra o sözü verdiğim aklıma geliyor. hep senin yüzünden. değil tabii ki. sen bende o kadar etki yarattığını düşünüyor musun cidden? sadece bir kaç psikolojik rahatsızlığın (anksiyete, majör depresyon ve yüzde 9 paranoyak şizofreni) birleşimi ve b vitamini eksikliğinden kaynaklanan uykusuzluk, kısaca mallık hali. ne güzel tanım yaptım, doktor olmalıymışım. "beyefendi, sigarayı bırakmazsanız karınız 3 ay sonra başka bir erkeğin altına girebilir çünkü kimse ölü biriyle seks yapmak istemez" evet, hep doktor olup bu cümleyi kurabilmeyi istemiştim ama doktorluk bana göre değildi.



depresyondayım unutuldum aldatıldım. bu amına kodumun üç hastalığını (iki ve üç anksiyete ve paranoyak şizofreni değil, unutulmak ve aldatılmak) nasıl yenemiyorlar anlamış değilim. sen yendin. depresyondaydın, yendin. seni aldattım, yendin. seni unuttum, mu? neyse. unutsam da yenersin. sen beni unuttun, yendim. bu da demek oluyor ki ben de seni unuttum. bu da demek oluyor ki sen de unutulmayı yendin. çok zekiyim.



gerçekten, sen hep zeki olduğumu iddia ederdin. ben buna şüpheyle bakar ve öyle bir düşünceye asla kapılmamak için kendimi sürekli aşağılardım. çünkü zeki olduğunu iyi bilen insan karşısına kendisinden daha zeki bir insan çıkmayacağını düşünür ve bir gün mutlaka kaybeder. bu aşağılamalarım çok işe yaradı, tanıştıklarımın yüzde 10'u falan benden daha zeki oluyor genelde. bu beni aptal yapmıyor ama zeki de değilim elbette.



zeki hoca vardı bizim matematikçi. ne alemde acaba.. oğlu vardı alper. ikimizi de tanıyan biri bunu okumak gibi bir hata yapıp göndermez inşallah onlara. rezil olurum valla. neyse. bir gün ben ilkokuldayken annemle aydınlıkevlere gidiyorduk halk otobüsüyle, mavi olanlardan. zeki hocalar biniyordu otobüse, ulan dedim yarra yedik (daha üsluplu bir şey söylemiştim aslında, o zaman küfür etmiyordum), inşallah binmezler, alperin ayağı kapıya sıkışınca binmekten vazgeçtiler. o an kutsanmış olabileceğimi düşündüm ama değildim.



kafamın içinde çok fazla gereksiz bilgi var.. mesela bu alperin olayı. kaç yaşında olduğumu hatırlamıyorum muhtemelen 7. sınıfa gidiyordum ama o dönemden hatırladığım sadece bu var. aydınlıkevlere gittiğimize eminim ama sadece bunu hatırlıyorum. aydınlıkevleri hatırlamıyorum mesela. heriflerin titanic'i nasıl yaptıklarını biliyorum lan. o kadar gereksiz bir bilgi ki. sanki oturup gemi yapıcam anasını satayım. einstein'in kafasındaki kel bile hafızamdaki çok gereksiz bir fotoğraf. en gereksiz fotoğraflar da seninkilerin. rahatsız etmiyorlar, arada aklıma bilerek getiriyorum acaba unuttum mu lan diye, hiç bir şey hissetmiyorum. otobüste gördüğüm lise üniformalı siyah çoraplı kız hakkında bile senden daha iyi şeyler düşünüyorumdur.



çok yazasım var ama yine bu kadar. zira okumaktan sıkılıyor arkadaşlarım. yine seni kattım işin içine ama seni katmayınca okunmuyor, napayım çok hitlisin (bu yalan, sadece bahane). şu an annem içeride çayımı karıştırıyor ve onunla birlikte çay içerken bu notu görmesini istemiyorum. o yüzden bu kadarını yayınlayacağım. çok istersen yazarım. aslında sadece çayı beklemiyorum. çok şey bekliyorum.

işi teslim ettim, ödeme bekliyorum.

siyazın azgınlığının geçmesini bekliyorum.

beyaz atlı prensimi bekliyorum. tamam saçmaladım.

teslim ettiğim işin ücreti geleceği günün sabahı faturası 700 lira olan elektriğin kesilmesini bekliyorum (genelde böyle oluyor)

280 lira olan internet faturamı ödeyeceğim günü bekliyorum.

ölüp babamdan hesap soracağım mahşer gününü bekliyorum.

kıyamet gününü bekliyorum. ha bundan çok umutluyum. madem bu kadar yazdım devam edeyim. keşke kıyamet ben ölmeden kopsa. o muhteşem manzarayı görebilmeyi çok isterdim. hatta en son ben ölsem de keyifle izlesem oturup. neyse fazla uzattım. nerede kalmıştık? bir şeyler bekliyordum.

nisan yağmurlarının seni getirmesini bekliyorum.
y-g-s liler uyusun artık derim ben.
biri beni silksin.
22 mart'a kadar sürecek olan bursa kitap fuari'na birlikte gidecek kimseyi bulamıyorum.

help me pls.
Tam 00.00 a bu kadar uzun yaziyi denk getirmeyi basaranin issizligini kutluyorum. * *
kafam karışık sanki.
30. Yasima girdim yaklasik 5dk once.
Ha 18 hissediyorum o ayri.
evet sözlük yarın sevdiğimin doğum günü. onun haberi yok tabi ki. ne yapacağımı bilmiyorum. sözlükten verilebilecek tavsiyelere açığım çünkü diğer arkadaşlarımla bunu konuşacak kadar yakın hissetmiyorum.
Itiraf bekletenleri ( bir zamanlar ben de yapıyordum) yani böyle 00.00 olsun da gireyim, herkes görsün falan havasında olanları okumadan eksiliyorum.
Samimi gelmiyor bana, kendim yaparken de samimi gelmedi. Gereksiz bence, yapmayın.
film izlerken hiç uyuya kalmadım. uykum varsa izlemedim çünkü.
Sigara içmem lazım.
Geçen sene yerleşip, bölümümü çok sevmeme rağmen kendimi denemek için yarın ben de sınava gireceğim. bu sınav işleri heyecanlandırıyor beni, gözüme uyku girmiyor.
güncel Önemli Başlıklar