bugün

Ağla, ağlaki kalmasın içinde hiçbir şey...Acıların çıksın dışarı.Ağla,ağlaki mutluluğun kalsın geriye. Gülebilesin özgürce.Ağla, ağlaki zehrin boşalsın...Canını yakamasın daha fazla içindekiler...Kendine uğraş bul; mutlu olacağın, seni güldürebilecek...Bul ki; aklın gitmesin ,kaymasın birden kötüye,acılara..Meşgul et kendini güzellikler düşün ...Hayaller kur ama, ama sakın kapılıp gitme hayallere... Olamayacağıda aklında bulunsun ki...Bir kez daha kırılmasın o güzel gönlün...Sev seni seveni ,sevmeyeni Sev.Ama aklının kenarında bulunsun yine seni her an üzebilecegi...Bulunsun ki beklemiyordum deme, kırılma yine...Hatalarını kabul et, düzelt, hata yapmaktanda korkma. Hatasız kul olmaz bunu da sakın unutma...Olduğu gibi kabul edebilmeyi öğren insanları... Değişebilecekse uyar değişemeyecekse kabullen...Sendede kusur var çünkü, sende de hata var...Sana nasıl bakılmasını istiyorsan öyle bak insanlara...Ama yine söylüyorum onların seni üzebileceğini sakın unutma, unutmaki kırılma...Fazla beklentili olma, insanlara karşı, hayata karşı, olma ki kırılma yıkılma...Güzel bir şey olduğu zaman sevinirsin yine ama kötü birşey olduğu zaman beklentinin verdiği o büyük kırgınlığa uğramazsın... Hayat güzel hemde çok güzel üzgün olduğunda varamazsın belki farkına, ama umutlu ol, umutlu ol ki mutlluluk yakın olsun sana...Her an her saniye geçmekte bunu unutma...Değerini bil zamanın ,elindekilerin kıymetini bil... Bil ki yaşlandığında pişman olma bunları yapmadığına... Gülümse , hayata ,insanlara,herşeye gülümse..Gülümse ki çiçekler açsın o güzel yüzünde...
(bkz: orhun yazıtları)

okudukca okuyasim geliyor uzerlerinde yazanlari. adamlar yazmis amk.
(bkz: alın yazısı)*
olayların seni değiştirmesine izin ver, iyi olanı unut, deneylerini sev (çirkin bir çocuğun olursa, onu seveceğin gibi), kazaların değerini bil (yanlış cevap, farklı bir soruyu arayan doğru cevaptır),kendini olayların akışına bırak,senden başka birisinin lider olmasına izin ver, yavaşlayarak, hıza dönüşmeyi öğren (zamanın standart akışının dışına çık),kendi iyiliğine karşı bir tutuculuğa dönüşecekse, "cool" olma,aptalca sorular sor,geç saatlere kadar ayakta kal,kendini tekrarla,birisinin omuzlarında dur (yukarıdan bakınca manzara daha güzel),masanı toplama,yeni kelimeler üret,minimum malzemeyle yaratıcı olmayı dene,planlı yaşayarak kendine özgürlük alanları aç,kimseden borç alma,gezilere çık (ekranların ve pencerelerin ötesini de gör),daha hızlı hata yap,kır, bük, eğ, ez, çatlat, katla (hem malzemeler hem de ilişkiler için geçerlidir), mesafeli durduğun ya da reddettiğin insanlara en az bir tane açık kapı bırak,gül,etrafındaki insanlara pozitif enerji ver ve (buraya yeni bir prensip yaz)
iKi YARIMI TOPLAYINCA BiR ETMiYOR...

Asıl eksiklik, eksik olduğumuzu düşünmekti.

Asıl eksiklik, çareyi başkasında aramaktı. Hayatın matematiği farklı;

iki yarımı toplayınca bir etmiyor. insan tek başına mutsuzsa başka biriyle de
mutlu olamıyor.

Önce yalnızdık.

9 ay boyunca karanlık bir yerde dışarı çıkmayı bekledik ve dünyaya ağlayarak
geldik.

Pişman gibiydik. Ya da mecburen gelmiş gibi.

Biraz büyüdükten sonra, kendimizi bildiğimiz anda, içimizi kemiren, kalbimizi
kurcalayan o tuhaf duyguyu hissettik: Bir yerde bir eksik var dedik.

Korktuk.

Bunun sebebi ne diye sorduk kendimize. Cevabı yapıştırdık:

Demek ki sahip olmadığımız bir şeyler var.

O yüzden eksiklik hissediyoruz. Peki, neye sahip olmamız gerekiyor?

Çocukken yaşımız küçük diye düşündük. Her istediğimizi yapamıyoruz.

Kurallar, yasaklar var. Büyüyünce her şey yoluna girecek.

Büyüdükçe bir şey değişmedi.

Yine huzursuzduk. içimizden bir ses aynı sözcükleri fısıldıyordu:

Bir eksik var. Kafamız karıştı. Nasıl kurtulacağız bu iğrenç duygudan?

Nasıl geçecek bu?

Aklımıza yeni cevaplar geldi: Okulu bitirince geçecek. işe girince geçecek.
Para kazanınca geçecek. Tatile gidince geçecek. Okulu bitirdik. Diploma aldık.

işe girdik. Kartvizit aldık. Çalıştık. Para kazandık. Taşındık. Araba aldık.
Çalıştık. Eve yeni eşyalar aldık. Tatile gittik. Dans ettik. Terfi ettik.
Kartviziti değiştirdik.

Daha çok çalıştık. Daha çok para kazandık. Çalıştık. Çalıştık.

Geçmedi.Bir yerde bir eksik var hissi, hala orada duruyordu.

Bu sefer de Sevgilimiz olunca geçecek dedik. Yalnızlığımız sona erince bu
illetten kurtulacağız.

Beklemeye başladık.

Derken, biri çıktı karşımıza aşık olduk. Ve anında başka biri olduk.

Daha güçlü, daha güzel, daha akıllı biri. Hesap cüzdanları, kartvizitler bile böyle hissetmemizi sağlamamıştı.

Sevgilimizin gözlerinde, daha önce bize verilmemiş kadar büyük sevgi ve
hayranlık gördük.

Işığı gördük.Tünelin ucundaki ışık bu olmalı diye düşündükkurtulduk

Sonra bir gün, daha dün bize deli gibi aşık olan insan çekip gidiverdi.

Ya da artık eskisi gibi sevmediğini söyledi. Ya da başka birine aşık olduğunu
söyledi.

Ya da daha kötüsü, başka birine aşık oldu ama söylemedi.

Telefonu açmamasından, elimizi tutmamasından anladık, bir
terslik olduğunu.

Belki de sevmekten vazgeçen veya terk eden sevgilimiz değildi, bizdik.

Fark etmez. Sonuçta aşk bitti.

Şimdi her yer bomboş. Şimdi tekrar yalnızız. Başladığımız yere döndük.

Yıllarca uğraştık, eksiğin ne olduğunu bulamadık. Halbuki her şeyi denedik, her
yere baktık.

Öyle mi? Bakmadığımız bir yer kaldı.

içimize bakmadık.

Eksik parçayı dışarıda aradık ama içimizde saklı olabileceğini akıl etmedik.

Birilerini sevdik, birileri bizi sevsin diye uğraştık ama kendimizi sevmedik.

Şaşıracak bir şey yok, tabii ki sevmedik.

Kendimizi sevsek bu kadar koşturur muyduk? Canımız yanmasın diye duvarların
ardına saklanır mıydık?

Kendimizi boş sanıp doldurmaya uğraşır mıydık? Terk edilmekten korkar mıydık?

Asıl eksiklik, eksik olduğumuzu düşünmekti.

Asıl eksiklik, çareyi başkasında aramaktı.

Hayatın matematiği farklı; iki yarımı toplayınca bir etmiyor.

insan tek başına mutsuzsa başka biriyle de mutlu olamıyor.

Herkes beni sevsin diye uğraşınca kimse gerçekten sevmiyor, herkes sevgisine
şart koyuyor, sınır koyuyor.

Oysa kendime duyduğum sevgi bana yeter diye düşününce, kendimizi olduğumuz
gibi kabullenince yarım tamamlanıyor.

Her şey bir oluyor. işte o zaman perde aralanıyor.

Acı diniyor.

işte o zaman başka biri bir araya gelerek, hesabın kitabın, korkunun kaygının
hüküm sürdüğü sahte bir sevgi yerine, gerçek bir sevgi yaratılabiliyor..

CAN DÜNDAR..
Hayatın bize çizdiği yol, özgürlük ve güzelliklerle dolu olabilir, ama biz bu yolu yitirdik. Hırs insanların ruhunu zehirledi, dünyayı bir nefret çemberine aldı. Hepimizi kaz adımlarıyla sefaletin ve savaşların içine sürükledi. Hızımızı artırdık, ama bunun tutsağı olduk. Bolluk getiren makineleşme bizi yoksul kıldı. Edindiğimiz bilgiler bizi çıkarcı yaptı, zekamızı da katı ve acımasız. Çok düşünüyoruz, ama az hissediyoruz. Makineleşmeden çok insanlığa, zekadan çok iyilik ve anlayışa gereksinmemiz var. insancıl değerlerimizi koruyamazsak hayat korkunç olur, hep yitiririz. Siz insanlar güçlüsünüz. Makineleri yapacak güç sizdedir. Bu hayatı olağanüstü bir mutluluk serüvenine çevirecek olan yine sizlersiniz. Öyleyse, insanlık ve demokrasi adına bu gücü kullanalım ve milliyetçilik hastalığına karşı birleştirelim. Din, dil, ulus ayrımcılığı olmayan yeni bir dünya yaratalım.
Bilmelisin ki...
Duvarda asılı diplomalar insanı insan yapmaya yetmez.

Bilmelisin ki...
Aşk kelimesi ne kadar çok kullanılırsa,anlam yükü o kadar azalır.

Bilmelisin ki...
Karşındakini kırmamak ve inançlarını savunmak arasında çizginin nerden geçtiğini bulmak zor.

Bilmelisin ki...
Gerçek arkadaşlar arasına mesafe girmez.Gerçek aşkların da!

Bilmelisin ki...
Tecrübenin kaç yaşgünü partisi yaşadığınızla ilgisi yok,ne tür deneyimler yaşadığınızla var.

Bilmelisin ki...
Aile hep insanın yanında olmuyor.Akrabanız olmayan insanlardan ilgi,sevgi ve güven öğrenebiliyorsunuz.Aile her zaman biyolojik değil.

Bilmelisin ki...
Ne kadar yakın olursa olsunlar en iyi arkadaşlar da ara sıra üzebilir.Onları affetmek gerekir.

Bilmelisin ki...
Bazen başkalarını affetmek yetmiyor.Bazen insanın kendini affedebilmesi gerekiyor.

Bilmelisin ki...
Yüreğiniz ne kadar kan ağlarsa ağlasın dünya sizin için dönmesini durdurmuyor.

Bilmelisin ki...
Şartlar ve olaylar,kim olduğumuzu etkilemiş olabilir.Ama ne olduğumuzdan kendimiz sorumluyuz.

Bilmelisin ki...
iki kişi münakaşa ediyorsa,bu birbirlerini sevmedikleri anlamına gelmez.Etmemeleri de sevdikleri anlamına gelmez.

Bilmelisin ki...
Her problem kendi içinde fırsat saklar.Ve problem, fırsatın yanında cüce kalır.

Bilmelisin ki...
Sevgiyi çabuk kaybediyorsun,pişmanlığın uzun yıllar sürüyor.
Can Yücel
iNTiHAR RESiMLERi

önce kelimeler terketti
kocaman bir boşluğu
kapatır oldu dudaklarım
şimdi peltek bir yalnızlık
anlaşılır bir suskunluk tadıyor dilim

"bir kıyı kenti gibi yaşamak istiyordum
kıyıda bir kent gibi yaşamak düştü avuçlarıma
hep eksik yağdı yağmurlar
yüzümü ıslatmak gözyaşlarıma düştü
aksanı bozuk çiçek demetlerinden umduğum medet
ellerimden kora düştü"

ya bir devrik cümle gibi
yanlış anlaşılmaya müsait yaşadım
ya bir dipnot gibi hep
çizgi altında kaldı hayatım

"kanamalı yara olup sızdı içime gün
eksik kalmış düş ortalarına uyandırıldım
kalabalıkta yitik çocuk endişesiyle
arayışın tedirginliği, büyüttü gözlerimi"

kirpiklerimde bulutların en karası
değdirdim ve bir şimşeğin alazında
tutuştu dünya

yüreğimde intihar resimleri
bittim ve gittim
kibritçi kız’dan
ödünç alınmış masalın
son sayfası gibi
kapandı gözlerim

iNTiHAR RESiMLERi (1)

önce kelimeler terketti
silinmiş bir sözlüğün
yazısız yaprakları gibi
yazgısız açıldı günler

anlam boşluğunda
vurulmuş bir kartal gibi
kanat çırpamadan
düşüvermeler toprağa
böyle başladı

önce kelimeler terketti
güneş ay ve yıldızlar
konacak gökyüzü içimde
mevsimler dönenecek
yeryüzü bulamadığı için
acı
umuda yenilmişliğinden
umut
halsiz kalmışlığından gitti
aşk kendine yer bulamadığından
vuslat bulunamayan o yerde
gereksiz kaldığından...
o gitti
onlar gitti
en kalabalık kafileydin itiraf edeyim
sen?; gitti

gidişler bir esmer hüzündü
kurşuna çevirdi geceyi
tenimde şehrin lekeleriyle
bir mezar derinliğinde
ölümsüz suskunluklar bıraktı ardında

iNTiHAR RESiMLERi (2)

önce kelimeler terketti
böyle başladı susamak sözlere
göz çukurlarında
tuzlu su birikintisiyle uyuyup
sapanda gerili taşlar gibi
fırlayarak geceden
çölde uyanmalar böyle başladı

kilidine uymayan anahtar gibi
başlayan hayatımla
damarlarında duman olup
tüttüm şehirlerin
sessiz ve içten
sokuldum koynuna gecelerin
kimse yadırgamadı kabul görmeyişimi
ve kendimin izini sürüşüm
bir çıkmaz sokakta son buldu
karanlıkta parlayan
keskinliğe doğru uzanırken boynum
göğsümde pimi çekilmiş bir gece
kalakaldım ortasında hayatın öylece

iNTiHAR RESiMLERi (3)

önce kelimeler terketti
dilimin ardında mapus
kalmak istemeyen
böyle başladı göç mevsimi içimden
tel örgülerle dokuyup ipliğini zamanın
usul usul dizi dizi
kimi küskün kimi üzgün
bezgin terketti kimi
ardından senin için ey hayat
özenle kurduğum
bütün cümlelerim
tanımlarım yorumlarım

böyle başladı
hergün anlaşılmadan ölen
bir şairin yerine doğmanın
bildik sonucunu yaşamak
ve böyle başladı
gözbebeğimde döndürülen bıçakların
acısına banmak ekmeği
suskunluğun bir eylem oluşu
kayıt dışı kalışı sözlerimin zihinlerde
böyle başladı ağlayışı bulutların ve
öylesine bir sağanaktı ki
sıkılsa gömleğim
hüzün renginde sancıya kesmiş
yalnızlıklar sulardı toprağı
aldırma dedim ya
ki aldanmayasın
gözlerimi güzel gösteren
nakış gibi işlenmişliğidir acının

iNTiHAR RESiMLERi (4)

önce kelimeler terketti
böyle başladı
kesilmiş umutlardan
boşalan kanda boğulmalar
ve böyle başladı
ıssız çölde uçsuz yolculuklar
çünkü
aştığım her tepeye
öncesinde yazdığım
adımı bulamadım
fırtına sonrası

adımın bir rüzgarlık ömrü olduğunu
ve hiçbir zaman
suya dönüşmediğini kumun
burada öğrendim
arttı bilgeliğim artmasına da
öğrenemedim alınyazımı okumayı bir
bir de okumayı canıma
işte bu yüzden soluyorum şimdi
bir kadının sırtından ve
gözlerinden bir çocuğun tüten dumanı.

önce kelimeler terketti
önce kelimeler...
önce...

Cafer PETEK.
AYDINLIK NEYiN OLUYOR SENiN?

aydınlık neyin oluyor senin
gökyüzü akraban filan mı
beni bulur bulmaz gözlerin
şimşek çakıyorum yalan mı
yüzünde yalazını gezdirdiğin
saçlarından tutuşmuş orman mı
akla ziyan bir şey elektriğin

ayışığı mavisi dudaklarından mı
o ışık zenginliği mi giyindiğin
uzay tozları mı yıldızlardan mı
elime dokunduğu an elin
güneşler açıyorum sahi ondan mı
aydınlık neyin oluyor senin

attila ilhan.
Yanarak Sevmek Seni...

Beni bir dag basinda böyle yapayalniz kodular,
rüzgârlara, kuslara, bulutlara yakin,
senin etinden, tirnagindan ayri,
senin kokundan uzak.

Benim güzelim,
benim ceylan bakislim,
benim kafamin atesi,
yüregimdeki.
Mümkün mü su anda rüzgâr olmak, kus olmak,
su anda üç dört portakal almak, getirmek sana,
sana tuzlu badem,
kabakçekirdegi.

Su anda hiçbir sey mümkün degil.
Su anda her seyden ayri, her seyden uzagim ben.
Su anda sadece yalnizlik ve kahir.

Hayir, güzelim,
hayir, ceylan bakislim,
hayir, kafamin atesi, hayir,
hayir, yüregimdeki.
Su anda mümkün ve güzel olan tek bir sey var:
Yanarak sevmek seni.

A.KADiR.
aşk mönüsü

Sen sabahlar ve şafaklar kadar güzelsin
sen ülkemin yaz geceleri gibisin
saadetten haber getiren atlı kapını çaldığında
beni unutma
ah! saklı gülüm

sen hem zor hem güzelsin şiirlerimin ılıklığında açılmalısın
sana burada veriyorum hayata ayrılan buseyi
sen memleketim kadar güzelsin
ve güzel kal.

nazım hikmet ran.
alin yazisi.
emrah serbes kağıda yemek tarifi yazsa okurum sözlükcüğüm.
PAZAR GÜNLERi
Kadınlardan konuşur, arabadan indiklerinde bacaklarını dikizler, geceleri sevişen bir çift izlemek ümidi ile pencerelerden içeri bakardık. Bir kez olsun izleyemedik ama. Bir keresinde yatakta bir çift gördük, adam kadının üstüne çıkmıştı ve nihayet, diye geçirmiştik içimizden ama kadın adamı üstünden itip, “bu gece canım çekmiyor/’ dedikten sonra adama sırtını dönmüştü. Adam bir sigara yakmış, biz de başka pencereler aramak üzere yürümeye başlamıştık.
“Nasıl iş bu, benim kadınım bana hayatta sırtını dönemez!”
“Benimki de! Ne biçim erkekti bu?”
Üçümüzdük. Ben, Keltoş ve Jimmy. Büyük günümüz pazardı. Pazar günleri Keltoş’un evinde buluşup tramvaya atlar, Main sokağına giderdik. Tramvay bileti yedi sentti.
iki striptiz kulübü vardı o günlerde, Follies ve Burbank. Burbank’deki striptizcilere aşıktık ve espriler daha kaliteliydi. Burbank’ı yeğlerdik bu yüzden. Pornografik filmler oynatan sinemaları da denemiştik ama filmler pornografik değillerdi, senaryo ise hep aynıydı. iki herif saf bir kızı sarhoş eder, kız başına ne geldiğini bile anlayamadan kendini kapısının önünde denizcilerle kamburların.

CHARLES BUKOWSKi
Yazarlar tarafından sevilen yazılardır. Mesela ben 'Veranda' ve 'Calibri' yi severim. Office word de hep bu yazı tiplerini kullanırım.
--spoiler--
mevsim geçer, gölge veren ağaçların dalları kurur, sabır taşar, canından saydığın yar bile bir gün el olur.. aklın şaşar... dostun düşmana dönüşür, düşman kalkar dost olur... öyle garip bir dünya... olmaz dediğin ne varsa hepsi olur... düşmem dersin düşersin, şaşmam dersin şaşarsın... en garibi de budur ya! öldüm der durur, yine de yaşarsın..
--spoiler--
yunanlısına "eros", romalısına "amor" dediler, ikisini de tanrı yaptılar aşkın başına. tanrı olmak basitti de hiç gerçek olamadılar, masal olmak da çok koydu gerçek olamayan tanrı kırıntılarına. gün bitti, değişti zaman; ne roma kaldı geriye ne de eski yunan. eros'tan "biblo" yaptılar, amor'dan "parfüm", tanrılıklarını satıp ekmeklerini kazandılar. aslında aşk "ateist"ti, çok geç anladılar.
Gülmek, "SAF" denme riskini göze almaktır.

Ağlamak ise, "DUYGUSAL" görünme riskini...

Birine yakınlaşmak, "KENDiNi KAPTIRMA" riskini,

Duygularını açmak, "KENDiNi ORTAYA KOYMA" riskini,

Hayalleri ve düşünceleri sergilemek ise,

"ONLARI BAŞKASINA KAPTIRMA" riskini göze almaktır.

Sevmek, "KARŞILIK GÖREMEME" riskini...

Yaşamak ise, "ÖLME" riskini göze almaktır.

Umutlanmak, "HAYAL KIRIKLIĞINA UĞRAMA" riskini

Çabalamak ise, "BAŞARISIZ OLMA" riskini göze almaktır...
Ama riskler yaşanmalıdır,
çünkü, hayatımızın en büyük riski hiç risk almamaktır.
Hiç risk almayan kişi, belki acı ve üzüntülerden korunabilir
ama büyüyemez, sevemez, değişemez, hissedemez, öğrenemez.
Garanti arayışlarıyla zincirlenmiş bir köle olarak yaşarken,
bedelini, özgürlüğünü kaybederek öder.
Sadece, riski göze alabilen kişi hürdür.
Eğer yeniden başlayabilseydim yaşama,
ikincisinde daha çok hata yapardım
Kusursuz olmaya çalışmaz, sırt üstü yatardım.
Neşeli olurdum ilkinde olmadığım kadar.
Çok az şeyi ciddiyetle yapardım.
Temizlik sorunum olmazdı.
Daha çok riske girerdim.
Seyahat ederdim daha fazla,
Daha çok güneş doğuşu izler,
Daha çok dağa tırmanır,
Daha çok nehirde yüzerdim.
Görmediğim birçok yere giderdim
Dondurma yerdim doyasıya,
Ve daha az bezelye.
Gerçek sorunlarım olurdu
Hayali olanların yerine.
Yaşamın her anını gerçek ve
Verimli kılan insanlardandım
Yeniden başlayabilseydim eğer,
Yalnız mutlu anlarım olurdu.
Yaşam budur zaten.
Anlar, sadece anlar.
Sizde anı yaşayın!
Hiçbir yere yanında
Termometre, su, şemsiye ve
Paraşüt olmadan gitmeyen insanlardandım ben.
Yeniden başlayabilseydim
ilkbaharda pabuçlarımı fırlatır atardım,
Ve sonbahar bitene kadar.
Yürürdüm çıplak ayaklarla
Bilinmeyen yollar keşfeder,
Güneşin tadına varır,
Çocuklarla oynardım, bir şansım olsaydı eğer.
Ama işte seksen beşimdeyim
Ve biliyorum ölüyorum...

Jorge Luis Borges.
Ey Türk Gençliği!

Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.

Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin, en kıymetli hazinendir. istikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahilî ve haricî bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklâl ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerâit, çok nâmüsait bir mahiyette tezahür edebilir. istiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.

Ey Türk istikbalinin evlâdı! işte, bu ahval ve şerâit içinde dahi, vazifen; Türk istiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!



Mustafa Kemal Atatürk
20 Ekim 1927
(bkz: alın yazısı)
ne hesabını veremeyeceğim bir günüm oldu ne de vicdanımı lekeleyen bir geçmişim
ne hissettiysem onu söyledim, onu yaşadım
yaşadığım bir tek andan bile pişmanlık duymadım
asla keşkelerim olmadı
hiçbir zaman kendimle vicdan mahkemesi yapmak zorunda kalmadım
karşıma bazen gerçek yüzler, bazen sahteler çıktı ama olsun ben yine sadece hislerimle yaşadım
asla sevmediğim birine seni seviyorum demedim, ya da asla birini severken karşılığını beklemedim
dostluğuma değer biçmedim, sevgime ise hiçbir zaman sınır çizmedim
sevdiysem sonuna kadar gittim, bitirdiysem öldürse de hasreti geriye dönmedim
bazen çok kırıldım, bazen belkide kırdım. ama hata insana mahsustur dedim. affettim, af diledim
kimileri birden fazla kırdılar kalbimi ama ben onları yinede affettim
onlar belki beni saflıkla yargıladılar. belkide içten içe sinsice güldüler. ama asıl unuttukları şuydu
ben aldanmadım. aldanan her zaman kendileri oldular ama bunu anlayamadılar
bir insan kaybının ne olduğu bilemedikleri için
kaybetmek onlar için bir alışkanlık haline geldiği için
oysa ben hiç insan kaybetmedim
sadece zamanı geldiğinde vazgeçmeyi bildim o kadar.
Hiç ateşin çevresinde dans eden çocukları izledin mi?
Ya da yere vuran yağmuru, dinledin mi?
Hiç bir kelebegin uçuşunu takip ettin mi?
Ya da geceye dogru kaybolan güneşi, gözledin mi?
En iyisi yavaş ol...
Çok hızlı dans etme.
Zaman kısa ve müzik çok fazla sürmeyecek !

Kaçan her güne doğru koşuyor musun?
Nasılsın diye sorduğunda, cevabı duyuyor musun?
Günün bitiminde yatağına uzanıyor musun?
Yüzlerce yeni koro, beynine dolduğunda...
iyisi mi yavas ol...
çok hızli dans etme.
zaman kısa ve müzik çok fazla sürmeyecek !

hiç bir çocuğa o işi yarın yapalım dedin mi?
ve sen kendi acelende, onun hüznünü gördün mü?
hiç dokunma hissini kaybettin mi?
hadi ölümle iyi bir arkadaslık kuralım.
çünkü, hoşça kal demek için, hiç zamanın olmayacak.
iyisi mi yavas ol.
çok hızlı dans etme.
zaman kısa ve müzik çok fazla sürmeyecek !
bir yerlere yetişmek için, çok hızlı koştuğunda,
eğlenceyi yarı yarıya kaçırıyorsun.
endişelenip acele ettiğinde, bütün günün boyunca,
tıpkı uzaklara atılmış ve açılmamış bir hediye gibisin...
hayat bir yarış degildir.
onu daha yavasa al.
MÜZiği DUY, SARKI BiTMEDEN ÖNCE.
uefa kupası hikayeleri, avrupada bilinen tek takım galatasaraymış hikayeleri, ankaragücü ve malatyaspor hikayeleri, birde hakem hikayelerini okumaktan çok hoşlanırlar.
Eğer...
O'nu hatırladıkta başı göğe ermişçesine ya da asansör boşluğuna düşmüşçesine ürperiyorsa yüreğiniz... Ömrü saatlere sıkışmış bir kelebek telaşıyla, o hüzünden bu neşeye konup kalkıyorsanız gün boyu nedensiz ve her konduğunuzda diğerini iple çekiyorsanız bu hislerin...

O'nunlayken pervaneleşen yelkovanlar, o'nsuz mıhlanıp kalıyorsa yerine, bir akrep kadar hain... Sınıfta, büroda, yolda, yatakta içiniz içinize sığmıyor, o'ndan söz edilince yüzünüz, sizden habersiz, mis kokulu bir ekmek dilimi gibi kızarıyor, mahcup somurtuyor veya muzip sırıtıyorsa ve o her durduğunuz yerde duruyor, her baktığınız yerden size bakıyor, siz keyiflendikçe gülüp, hüzünlendikçe ağlıyorsa...

Dünyanın en güzel yeri o'nun yaşadığı yer, en güzel kokusu bedenindeki ter, en dayanılmaz duygusu gözlerindeki kederse... Hayat o'nunla güzel ve onsuz müptezelse (=değersizse) ... Elmalar pembe, kiremitler pembe, gökyüzü, yeryüzü, o'nun yüzü pembeyse, kışlar ilkbaharsa, yazlar ilkbahar, güzler ilkbahar...

Her şiirde anlatılan o'ysa... Her filmin kahramanı o... Her roman o'ndan söz ediyor, her çiçek o'nu açıyorsa... Bir anlık ayrılık, bir ömür gibi geliyor ve gider gitmez özlem saç diplerinizden çekiştirip beyninizi acıtıyorsa... iştahınız kapanıyor, iştahınız açılıyor, iştahınız şaşırıyorsa, iştahınız hasret acısında bile karşı konulmaz bir tat buluyorsa...

Eliniz telefonda yaşıyor, işaret parmağınızla ha bire o'nu tuşluyor, dara düştüğünüzde kapıyı çalanın o olduğunu adınız gibi biliyorsanız... Mütemadi bir sarhoşluk halinde, her çalan telefona o diye atlıyor, vitrindeki her giysiyi o'na yakıştırıyor, konuşan birini dinlerken "keşke o anlatsa" diye iç geçiriyorsanız...

Kokusu burnunuzdan, sureti gözünüzden, sesi kulağınızdan, teni aklınızdan silinmiyorsa bir türlü... Özlemi, sol memenizin altında tek nüsha bir yasak yayın gibi taşıyorsanız gün boyu... Hem kimseler duymasın, hem cümle alem bilsin istiyorsanız...

O'nsuz geceler ıssız, sokaklar öksüzse... Ayrılık ölüme, vuslat sehere denkse... Gamze gamze tebessüm de onun içinse, alev alev öfke de; bunca tavır, onca sabır ve nihayetsiz kahır hep o'nun yüzü suyu hürmetine... Uğruna ödenmeyecek bedel, gidilmeyecek yol, vazgeçilmeyecek konfor yoksa... Dışarıda yer yerinden oynuyor ve "içeri"de bu sizi zerrece ilgilendirmiyorsa, nedensiz küsüyor, sebepsiz affediyorsanız ve bütün bu hallerinize siz bile akıl erdiremiyorsanız...

Kaybetme korkusu, kavuşma sevincinden ağır basıyorsa ve aşk, gurura baskın çıkıyorsa bu yüzden her daim... Gece yarısı kadim bir dost gibi kucaklayan tanıdık bir şarkı, bütün acı sözleri unutturmaya yetiyorsa... Her gidişte ayaklarınız "Geri dön" diye yalpalıyorsa ve siz kendinize rağmen dönüyorsanız, sınırsız, sabırsız, doyumsuz bir tutkuyla...
o halde bugün sizin gününüz!..

"Çok yaşa"yınız ve de "siz de görün"üz...

can dündar.