bugün

hakkında;
Umur Bugay (Senaryo yazarı):
Pratik bir zekası vardı. Bir çok entelektüelin zor çözeceği şeyleri çözerdi. Yüzünde hep bir tebessüm ve hınzırlık vardı. Absürdün Türkiye'deki başlangıç noktasıydı. Hak ettiği değeri bulamamış bir insan.

Kandemir Konduk (Mizah yazarı):
Nisan ayında doğup nisan ayında ölen Süavi Süalp absürd yaşamını yaptığı mizaha taşıyan, ve yaşamınca sanki hep "1 Nisan" şakası yapan bir mizahçıydı. Bir gün, senaryosunu yazdığı "Aç Koynunu ben geldim" adlı oyuna gittik. Rasim Jülide'ye (Romeo - Juliet) evlenmek istediğini söylüyor. Jülide de "Buzdolabı şu kadar para, çamaşır makinesi, mobilya, halı vs." diye sayıp duruyor ve evlenmelerinin zorluğundan sözediyordu. Sonunda Rasim göğsünü açtı ve içinden Türk bayrağı çıktı! Ve de haykırdı: "Jülide, bizi kurtarır ancak, göğsümdeki al sancak!.." Salon alkıştan yıkılıyordu. Suavi gülerek kulağıma eğilmiş "Bunu boşuna yazmadım, bizim millet ne zaman bayrak görse alkışlar," diyordu."

Oğuz Aral (Mizahçı):
Hiç kimseye yaltaklanmadan, onurlu bir şekilde kalemi ile para kazanma hatasına düşerek yaşayıp gitti Suavi Süalp. Gırgır'da birlikte çalışmayı teklif ettim. Ama ondan sonra Suavi'yi koydunsa bul yerinde. Bekle bekle Süavi gelmez. Neden sonra kapıda o güleç yüzüyle gözüktü. "Oğuz geç kaldım ama öyle espiriler buldum ki, gülmekten kırılacaksın," dedi. Ceplerini karıştırmaya başladı. Paralar filan çıktı cebinden. Neden sonra pantolonunun cebinden küçük bir kağıt buldu. Başladı bana okumaya: "Seçme saçmalar... Senin de çekilecek bir tarafın kalmadı... imza: Halat," deyip gülmeye başladı. Okumaya devam etti. "Kiralık ilanlar... Haberler... Anketler... Küçük ilanlar..." Bir aralık düşündüm, bu kadar çok şey bu küçücük kağıda sığar mı diye. Elindeki kağıdı aniden çekip aldım. Bir de gördüm ki elimdeki kağıt bomboş değil mi? Süavi Süalp o kadar espriyi doğaçtan yapmıştı...

Mesut Ekener (Karikatürist):
Yazın Hasan Mutlucan'la birlikte Küçüksu'da parasız kalmışlar. Mutlucan kıllı bir adammış. Süavi Baba "Gel senin vücuduna tutkal, kıllarına da tavuk tüyleri sürelim. Sonra da çadırın içinde uzaylı canavar diye millete parayla seyrettirelim," demiş. Mutlucan da tamam demiş. Çadırı kurup içinde Mutlucan'ı dediği gibi bir canavar haline getirmiş. Çoluk çocuk toplanmış. Bir ara çadırın içi acayip sıcak olup tutkallar kuruyunca Mutlucan'ın tüylerini germeye başlamış. Hasan Mutlucan bağırmaya başlamış, kan ter içinde çadırdan denize doğru koşmuş. Çocuklar, "Canavar kaçıyor, öldürün, taşlayın," diye başlamışlar taş atmaya.. Sonra o gür sesiyle türkü söylemeye başlayınca inanmışlar Mutlucan olduğuna.

Atilla Atalay (Mizah yazarı):
"Siyanürü zeytinyağı zanneden adam öldü" hikayesine çok gülmüştüm. Başlığın hemen altında şu satırları okursunuz: "Siyanürü zeytinyağı zanneden adam dün bir kalp krizi geçirerek öldü. 79 yaşında dünyaya veda eden Satılmış Maşa adındaki adam, çevresinde siyanürü zeytinyağı zannetmesiyle tanınıyordu. Nerde Siyanür görse "Aa, bak zeytinyağı," diyen Maşa'nın beklenmedik ölümü yakınlarını kedere boğdu." Bana göre, Süalp mizahının temelinde hep bu görünüşte sıradan ama bilinen anlamları alt üst edici, sarsıcı bir zeka var.

Gani Müjde (Mizah yazarı):
Salata dergisi beni mizaha yaklaştırdı. Hatta abim bana böyle dergileri okuyorum diye çok kızardı. Salata'da tekerlemeler, küçük ilanlar vardı. Onlara çok gülerdik, çok da etkilendik. Apolitik olarak bilinir ama aslında hikayeleri politiktir. Bugünkü mizahta çok izi vardır.

kaynak :milliyet gazetesi pazar eki.