bugün

yaşadığı durgunluk dönemi sonrası tekrar hayata dönme kıvılcımları saçan yedinci sanat.

Geçtiğimiz günlerde vizyona giren 'ölümlü dünya 2' filmini 21.30 seansında kapalı gişe izledim. insanlar güldü, eğlendi, harika bir geceydi. Sinemanın büyüsünü anlamak için de harika bir geceydi.

Tüm bunlar yaşanırken aklıma 1990'lı yıllarda yaşanan durgunluk döneminin 'yavuz Turgul'un eşkıya filmiyle bozulduğu aklıma geldi.

Bir benzerini yıllar sonra 'ölümlü dünya' filmi için konuşabiliriz gibime geliyor. Bir milyonu ilk iki haftasında geçmişti.

filmler tabletlerde ve televizyonlarda değil, sinemada izlenir.
Filmlerin beyaz perdeye yansıtılması suretiyle ve ses sistemleri bakımından desteklenerek bir salona kurulan seyir zevki yüksek video izleme alanı.
Sevemiyorum.
vertov'a göre, sinemayı kendi üzerine kapatmak, yeni ve farklı bir üretim tarzını yerleşik "ticari" ve "sanatsal" biçimlere kurban etmektir. "ticari bir etkinlik olarak algılanan gerçek sinema ya da bir sanat dalı olarak tasarlanan sinema ve yaptığımız şey arasında ortak hiçbir şey yoktur."
çok uzun zamandır gitmediğim bir yerdir ve gitmediğime pek de pişman değilim zira sinemalar kurguyla yapılıyor. sinemalar gerçgerçek olmadığı için sinema izlemeyi düşünmüyorum. herhalde en son 7. sınıfta gitmiştim.
filmleri izlemenin en keyif verdiği yerdir.
sevdiğinle, arkadaşınla veya tek başına izlediğin o filmler kadar zevk veren bir şey var mı bilemem. filme girerken alınan kola ile cheddar peyniri soslu nachos keyfini her yerde yapamamakla birlikte gördüğünüz yerde paraya kıyıp almalısınız. yaz aylarına özel bazı salonlar buzlu içecek satıyorlar, onlardan alırsanız film bitene kadar bitirmekle uğraşabilir ve filmi takip edemeyebilirsiniz.

sinema salonları içinde ise ayrı bir rahatsızlık veren oluşum var. yakınlaşan sevgililer değil, koltuğun arkasına ayağını vurup duranlar..
dijital platformlar nedeniyle yavaş yavaş miadını doldurmaktadır.
sanat yapacaksan elindeki telefon ile de yapabilirsin ama para kazanacaksan sinema yapmayacaksın.
sanat kısmı ölmekte. çok vasat işler doldu her yer.
"Sinema, insanlığa hiçbir şey öğretemez. Çünkü insanlık, hiçbir şey öğrenemeyeceğini son dört bin yılda yeteri kadar ispatlamıştır."
- Andrey Tarkovsky
açıldıya olum.
Salonların pandemi döneminde sinek avladığı aktivite.
görsel
güvenç kıraç ı 1998 yılında gemide filminde pesevenk, 2006 yılında takva filminde sofu bir hoca olarak görmektir. ve daha da güzeli bunu aynı günde iki saat aralıklarla yaşayabilirsiniz.
dışarı çıkıp da "ne yapsam acaba" şeklinde bir boşluğa düşünce gidilen yerlerden birisidir.
fransızca cinématographe kelimesinden türetilmiş. cinématographe ise, fransızca hareketli görüntü kaydı sözcüğünün kısaltması.

ilk sinematografik gösteri ise 22 mart 1895 yılında, Rennes sokağının 44 numaralı binasında yapılmış. gösterilen ilk film: lumiére fabrikası işçilerin çıkışı.

Ardından 1 haziran 1895 yılında, lyon'da ise lumiére kardeşler 7 film daha gösterdi. Diğer filmlerin adları ise: Lyon'da borsa meydanı, bir perende dersi, demirciler, Balık avlayan çocuk, bir yangın, kendi kendini sulayan bahçıvan ve çocuğun kahvaltısı idi. Aynı filmler 16 kasım 1895'de sorbonne'da gösterildi.

28 aralık 1895'de ise, capucines bulvarı 14 numarada, grand cafe'nin alt katında ilk kez meraklı kişiler para ödeyerek film izlediler. Sinema başlamıştı.
son zamanlarda çok fazla sinemaya gitmek istiyorum.
hobsbawm katastof çağının bir büyük sinema ekranları çağı olduğunu söylemiş. özellikle 1929 depresyonu derinleştikçe işsiz kitlelerin daha fazla vakit geçirdiği yerler haline geliyormuş sinemalar.
işlevi tam olarak: birkaç fotoğraf karesini birleştirerek bir fikir üretmektir.
en son aykut enişte filmini izlediğim aktivite. bu arada benim de eniştem olur musun cem. :( severek takip ediyorum seni.beni ağız dolusu güldürdüğün için teşekkür ederim
Filmlerin seanslar halinde oynatıldığı, çoğu güzel anıya yer sahipliği etmiş, stadyum tarzında koltukları olan ve filmin ışığı harici ışığın olmadığı film izlenen güzel yer.
Alıntıdır.

Sinemanın tarihsel gelişimi:

Lumiere kardeşler.

Sinema dendiğinde çoğumuzun aklına gelen ilk şey, ardı ardına akan ve birçok kareden oluşan farklı kategorilerde işlenmiş görüntülerin bir araya gelmesidir. Bunu ilk olarak gerçekleştiren Lumière kardeşler, Auguste Marie Louis Nicolas (19 Ekim 1862, Besançon, Fransa – 10 Nisan 1954, Lyon) ile Louis Jean’dir (5 Ekim 1864, Besançon, Fransa – 6 Haziran 1948, Bandol)

Amerika ve diğer Avrupa ülkelerinde sinema için araştırmalar sürerken bu onur Fransız iki kardeşin ellerine düştü. Louise ve Auguste Lumiere kardeşler, 13 Şubat 1895’de sinematografı icat etti.

Babaları Antoine Lumiere, resim öğretmeniydi. Renkleri, ışığı, yansımaları nasıl kullanacağını öğrettiği öğrencileri vardı. En çalışkan öğrencileri ise oğullarıydı. Baba Lumiere öğretmenlik yılları sona erdiğinde oğullarıyla beraber Lyon’da fotoğrafçılığa başladı. Kısa bir süre sonra işini büyüten Lumiere ailesi, günde 4000 metre fotoğraf kâğıdı üretebilecek duruma geldiler ama Lumiere kardeşler hâlâ arayış içindelerdi. Onlar bu siyah-beyaz kareleri nasıl canlandırabileceklerinin peşine düşmüşlerdi ve uzun araştırmalar sonunda bulmayı başardılar.

Baba Lumiere, Paris’e yaptığı bir gezi sırasında çocuklarının hayallerini gerçekleştirecekleri o cihazı satın aldı. Amerikalı Edison adlı mucidin icat ettiği kinetoskop, 6000 franka satın aldığı o cihaz; tek kişilik sinemaydı. Büyük bir kutunun içinde, bir lambanın ışığında oynayan 35 mm’lik kısa filmleri seyirci kutunun üstündeki bir bakaçtan izliyordu. Luise Lumiere bu cihazı gördüğünde aklında beliren görüntü netti. Bu görüntüyü yüzlerce kez büyütebilmeyi ve bir perdeye aktarmayı istemişti.

Amerika’da ve başka ülkelerde sinema üzerine araştırmalar ilerlerken, Fransa bu alanda öncü olarak ortaya çıkmaya hazırlanıyordu. XIX. Yüzyılın ikinci yarısı boyunca yoğunlaşan çalışmaların meydana getirdiği birikimi iyi kullanan Louis ve Auguste Lumiere kardeşler, 13 Şubat 1895 yılında kinetoskpotan ilham aldıkları sinematografın patentini almayı başardılar. Böylece 7. Sanat olarak da tabir edilen sinemanın tarihi başlamış oldu.

‘’Cinematographe Lumiere’’ geliştirdikleri sinematografın patent adıydı. ilk sinematograf hem alıcı hem de gösterici işlev görüyordu. Alıcının çektiği görüntülerin basımı da sinematografın içinde gerçekleşiyordu. En önemlisi de görüntüleri perdeye yansıtmak için gereken hız da kardeşler tarafından bulundu. Lumiere kardeşlerin ilk filmlerinde objektifin önünden saniyede 15 görüntü geçiyordu. Sessiz sinema 1920-1922 yılına kadar saniyede 16 görüntü, daha sonrasındaysa saniyede 18 görüntü kullanılacaktı. Sesli sinemaya geçildiğinde ise sesin görüntüye uyum sağlaması için bu hız saniyede 24 görüntüye yükseltilecekti.

Sinema tarihinin ilk filmi olan ” Arrival of a Train at La Ciotat ” (Trenin La Ciotat Garına Gelişi), 1895’te Lumiere kardeşler tarafından 55 saniye olarak kaydedildi. 28 Aralık 1895 tarihinde ise Paris’te “Grand Cafe” bodrumunda bulunan 120 kişilik bir salonda ilk sinema salonu açılarak, halka gösterim yapıldı. Ücretli bu gösteriyi 25 kişi izledi. ilk programda üç dakikadan fazla sürmeyen 10 film birden gösterilmişti. Özellikle, “Arrivee du Train en Gare de La Ciotat” (Trenin La Ciotat Garına Gelişi) büyük ilgi görmüştü. Bu gösterilerde, üstlerine doğru gelen treni görünce izleyicilerin sandalyelerin altına saklanmaya çalıştıkları söylenir. Paris’te açık hava sinemasından korkarak kaçanlar olmuştur.

Başlangıçta kardeşler bu işin geleceğinden ümitsiz oldukları için çekimlerinin yalnızca altı ay, bir yıl arasında devam ettireceklerini söylediler. 1896’da istanbul’a geldiler. Haliç’in Panoraması, Boğaziçi Kıyılarının Panoraması, Türk Topçusu, Türk Piyadesinin Geçit Töreni adlı filmler çektiler. iki yıl sonra kardeşlerin elinde 1000’e yakın film vardı. izleyenlerin ancak okuyarak ya da gezerek elde edebilecekleri bilgileri ve yöreleri, olayları beyazperde de görmelerini sağlayan yeni bir iletişim yöntemi ortaya çıkmıştı. Ayrıca bu dokümanlar, belgesel niteliği taşıyor ve tarihe ışık tutuyordu. Ve tabi görüntülerin halka ulaşmaması gereken durumlar da ortaya çıkmıştı. Lumiere kardeşler, tarih Mayıs 1896’yı gösterdiğinde, Rus Çarı II. Nikola’nın halkı selamlamasını çekerken tribün çökmüştür ve kardeşler görüntüleri an be an kayıt altına almıştır. Kayıtlara, sonrasında polis el koyar ve halka gösterilmesi engellenir. Sinema tarihi bu olayla ilk kez sansürle karşılaşmıştır.
bu hayatı çekilir kılıyor. elimde olsa yapılmış tüm filmleri izlerdim.
Popcorn pahalı olmasa daha güzel olacaktır bu sektör. Gerçekten biletten fazla para veriyoruz bu mısıra.