bugün

barış bıçakçı'nın yeni romanıdır.
barış bıçakçı'nın da bir oktay rifat hayranı olduğuna delalettir.
Barış bıçakcı'dan beklentisi yüksek olanların hayal kırıklığı yaşadığı çok kötu bir kapağa sahip kitap.
yazar barış bıçakçıya ait bir roman.

--spoiler--
Bir pazar sabahı Rıfat günlerin aynı kaba damlamadığını fark etti. “Günler damlıyor ama aynı kaba değil,” dedi. Gökyüzüne baktı: Boştu. Hiç bulut yoktu, aslında hiçbir şey yoktu. Çağımızın çıplak güneşi her şeyi yok etmişti, enginliği, bulutları ve kuşları… Maviyi bile yok etmişti, sonra da sırasıyla diğer renkleri, bazı sesleri, kelimeleri ve anlamları. insan bu yoklukta yeni bir şey söyleyemez, olsa olsa kendini tekrar ederdi.

Rıfat, zamanımızın bir kahramanı gibi, bir niteliksiz adam gibi, bir aylak adam, bir lüzumsuz adam gibi, bir “R.” gibi, geziyor hayatın içinde. Hayat, arada Rıfat’ın dükkânına da uğruyor. Rıfat, filmleri, kitapları, hayalleri, fikirleri, dertleri, mes’eleleri de geziyor. Ortaya sorulmuş soruları üzerine alınıyor, bazı. Neyin peşinde bu adam?

Rıfat, bir hikâyenin içinde midir, anlamaya çalışıyor, insanın bir hikâyenin içinde olduğunu anlamasının yolunu arıyor… Seyrek yağmura şemsiye açılır mı?

--spoiler--
Bizim büyük çaresizliğimiz kitabına hayran olduğum yazarın, bu kitabında resmen hayalkırıklığına uğradım.özellikle mi bu kadar kopuk kopuk parçalar,yoksa ben mi toparlayamadım anlamadığım kitap.
--spoiler--
Yine kitaplara gömüleceksin, sayfalarında ikimize rastlama ihtimalinin peşinden giderek deli gibi kitap okuyacaksın ve bu sana iyi gelecek.
--spoiler--
muhteşemliğinden sual olunmaz bir barış bıçakçı kitabı. rıfat seni çok seviyorum, keşke gerçek olsan.

--spoiler--

rıfat bir süredir çocukluğunu icat etmeye uğraşıyor. ilk denemesi epey başarılı. buna göre rıfat, sırtını büyük bir ormana dayamış tek katlı bir köy evinde doğuyor. çocukluğu bu köyde geçiyor. evlerinin biraz aşağısında bir dere var. çağıltısı hiç dinmiyor. dere: hep gidiyor ama hep orada. tam rıfat’a göre, yani hep gitmek ama hep aynı yerde kalmak. rıfat dereyi tutkuyla seviyor, dereye özeniyor. ona benzeyip benzemediğini görmek için boyu yettiği günden beri aynada kendine bakıyor. saçını derenin akış yönünde tarıyor, bakışlarına küçük girdaplar yerleştirmeye çalışıyor. sonra başı dönüyor, aynadan uzaklaşıyor.

derenin nereden, nasıl doğduğunu görmek için bağların bahçelerin ortasından, ormanın kıyısından saatlerce yürüyor, tepeleri tırmanıyor, kayalarda sekiyor. derenin doğduğu yere ulaşınca, bir taşa oturup suyun yeryüzüne çıkışını seyrediyor, çocukça bir hüzün duyuyor. az önce taşın toprağın kaygan, karanlık dilini konuşurken şimdi aydınlıkta, gözlerini kırpıştıran, durmadan dudaklarını yalayan bir bebek gibi mırıldanıyor su. aşağıya, köye doğru akarken, bulduğu kuytularda birikiyor ve üzerine eğilen canlıların yüzünü yansıtıyor.

rıfat da o günden sonra kuytularda, tenhalarda birikiyor, kendisine yaklaşan insanların imgelerini pırıl pırıl bir biçimde onlara geri vermek için sakin, durgun ve kıpırtısız olmaya çabalıyor.

--spoiler--
"...şimdi gerçekten de uyumak istiyorum. yorulduğum ya da uzun bir mücadelenin sonunda güzel bir güne kavuşmanın huzurunu hissettiğim için değil. güzel günün, güzel şeylerin geçici olduğunu unutmak için uyumak istiyorum. geçicilik duygusunun insanı hep hazır olda tutan despotluğundan kaçmak için uyumak istiyorum. böylece güzelliğin daha da küçük daha da geçici bir parçasına razı olarak uykuya dalıyorum. uyandığımda gün bitmiş oluyor, hayat azalarak sonsuza gidiyor, azalarak sonsuza gidiyor, azalarak sonsuza, azalara..."
barış bıçakçı'nın canım kitabı.

-sevgilisiyle balkonda bira içip aşk, yaşlılık, roy andersson’un filmleri ve ahmet hamdi tanpınar üzerine konuşması gerek. oysa tanpınar diyor ki: “türkiye evlatlarına kendisinden başka bir şeyle meşgul olmak imkanını vermiyor.”

-bu ülkede pazar akşamlarının bir araya gelip, bırakın yetişkin bir insanı, herhangi bir şey meydana getirebileceğine inanıyor musunuz? getirse getirse bir yenilgi meydana getirir, bir yıkıntı meydana getirir.