bugün

Ayrılık ne biliyormusun?
Ne araya yolların girmesi,
ne kapanan kapılar,
ne yıldız kayması gecede,
ne ceplerde tren tarifesi,
ne de turna katarı gökte.

insanın içini dökmekten vazgeçmesi ayrılık!

ipi kopmuş boncuklar gibi yollara döktüğü gözlerini,
birer damla düş kırıklığı olarak toplaması içine.
Ardında dünyalar ışıyan camlar dururken,
duvarlara dalıp dalıp gitmesi.
Türküsünü söylecek kimsesi kalmamak ayrılık.
Saçına rüzgar, sesine ışık düşürememek kimsenin.
Çiçekçilerden uzağa düşmesi insanın yolunun.
Güneşin bir ceza gibi doğması dünyaya.
iki adımdan biri insanın, sevincin kundakçısı,
hüznün arması ayrılık.

O küçük ölüm!

Usta dokunuşlarla bizi büyük ölüme hazırlayan.

Ayrılık, o köpüklü öpüşlerin ardından gidip ağzını yıkadığında başlamıştı.
Ben bulutları gösterirken,
"bulmacanın beş harfli yemek sorusuna" yanıt aramanla halkalanmış,
"Aşkın şarabının ağzını açtım, yar yüzünden içti murt bende kaldı"
türküsü tenimde düğümlenirken, odadan çıkışınla yolunu tutmuş,
Dağlarda öldürülen çocukların fotoğraflarını bir kenara itip,
"bu eteğin üstüne bu bluz yakıştı mı?"
diye sorduğunda varacağı yere varmıştı çoktan.

Şimdi anlıyormusun gidişinin neden ayrılık olmadığını,
bir yaprağın düşmesi kadar ancak, acısı ve ağırlığı olduğunu.
Bir toplama işleminin sonucunu yazmak gibi bir değer taşıdığını.
Boşluğa bir boşluk katmadığını, kar yağdırmadığını yaz ortasında.

Ne mi yapacağım bundan sonra?

Ayak izlerimi silmek için sana gelen bütün yolları tersinden yürüyeceğim önce.
Şiir yazmayacağım bir süre,
Fotoğraflarını güneşe koyacağım, bir an önce sararsınlar diye.
Hediyelik eşya satan dükkanların önünden geçmeyeceğim.
Senin için biriktirdiğim yağmur suyunu, bir gül ağacının dibine dökeceğim.
Falcı kadınlara inanmayacağım artık.
Trafik polislerine adres sormayacağım,
Geleceğe ışık düşüren bir gülüşle gülmeyeceğim kimseye.

Ne yapacağımı sanıyorsun ki?

Tenin tenime bu kadar sinmişken,
ömrüm azala azala önümden akarken,
gittiğin gerçek bu kadar herkese benzerken..
Senin korkularını, benim inceliğimi doldurup yüreğime,
bıraktığın boşluğu yonta yonta binlerce heykelini yapacağım.
*
olağanüstü bir şiiridir...

Tenin tenime bu kadar sinmişken,
ömrüm azala azala önümden akarken,
gittiğin gerçek bu kadar herkese benzerken

acıyan cana tuzdur.. bolca ekilmelidir...
sözlük sayesinde okuduğum şahane şiir. şükrü erbaş'ın diğer şiirleride çok güzelmiş gerçekten.
http://m.youtube.com/watch?v=o35-9KTaR88

insanın içine dokunan şiirdir.
Adamın kendini bulduğu şiir.
gelecege isik düsüren bir gülüsle gülmeyecegim kimseye.
şükrü erbaş' ın kendi sesinden dinlenilmesi farz olan şiiri. Telefonumda durur arada açıp hüzünlenirim, sesine ayrı satırlarına ayrı...

En çok da şiirin başlığı yakar canımı; inceliğimin karşılığı, düşündükçe ince ince sızlatır içimi.

https://youtu.be/o35-9KTaR88

Ne güzel tanımlamış ! Keşke bir kapıyı çarpıp gitmek olsa ayrılık, gitmemek halen güven veren bir kelime olarak kalsa..

" Ayrılık, o köpüklü öpüşlerin ardından
kalkıp ağzını yıkadığında başlamıştı.
Ben bulutları gösterirken,
'Bulmacanın beş harfli bir yemek sorusuna'
yanıt aramanla halkalanmış,
'Aşkın şarabının ağzını açtım,
yar yüzünden içti murt bende kaldı'
Türküsü tenimde düğümlenirken,
odadan çıkışınla yolunu tutmuş,
Dağlarda öldürülen çocukların
fotoğraflarını kenara itip,
'Bu eteğin üstüne bu bluz yakıştı mı?'
Dediğinde varacağı yere varmıştı çoktan."