bugün

bireyin kendisinden üstün gördüğü kişilerin beklentisi yönünde davranması.
Ovidius tarafından anlatılan Pigmalion mitosu, kendini gerçekleştiren kehanet olgusunu aydınlatmak için kullanılmaktadır. Öyküye göre Pigmalion, Kıbrıslı bir heykeltıraştır. Kötü anıları nedeniyle kadınlardan nefret eden Pigmalion, ölünceye kadar evlenmemeye yemin etmiştir.

Günlerden bir gün, bir kadın heykeli yapmaya karar verir. Büyük emekler sonunda, fildişinden o zamana kadar yapılmış, en güzel kadın heykelini yapar. Heykel bakmaya doyulamayacak kadar güzel olmuştur ve Pigmalion sürekli heykelini seyreder, onu okşar, onunla oynar, konuşur ve nihayet heykeline aşık olur. Aşk tanrıçası Venüs'e yalvarır; heykeline can vermesini diler. Ve bir gün evine dönüp heykelini öptüğünde heykelinin canlandığını görür.

Bu öykü, daha sonraları, pek çok roman, tiyatro ve sinema eserine konu olmuştur. Pygmalion mitosu, insanların gerçekleşmesini arzu ettikleri veya gerçek olarak algıladıkları bir şeyin, er veya geç gerçekleşeceğini belirten bir mitostur.

Psikolojide daha ziyade benlik ya da kimlik oluşumunun kişiler arası etkileşime bağlılığı çerçevesinde kullanılan bu terim, belirli bir öngörünün, salt ortaya atılmış olması dolayısıyla gerçekleşmesini ifade etmektedir.

Pigmalion Etkisi, bir diğer kişi hakkında hatalı görüşleri bulunan bir kişinin, kendi hatalı görüşlerini doğrulayacak şekilde davranması ve hedef kişinin de buna uygun davranışlar göstermesi şeklinde de tanımlanabilir; önce algılayan,- hedef bir kişinin özellikleri hakkında bir takım beklentiler oluşturmakta, ardından bu beklentilere göre davranmakta ve nihayet hedef, algılayanın davranışlarına göre ve onun ilk beklentilerini doğrulayacak şekilde kendi davranışlarını ayarlamaktadır.

Burada, bir şey hakkındaki imaj ve temsillerimizin, bizzat o şeyi algılamada etkili olduğu ve bir süre sonra o şeyin algıladığımız haliyle gerçeklik kazandığı şeklinde devresel bir nedensellik örgüsü söz konusudur.

Örneğin kendisi hakkında negatif bir benlik imajına sahip olan bir genç kız, kendisinin sıkıcı bir insan olduğunu, hiç kimsenin ondan hoşlanmadığını, vb. düşündüğünde, bu düşüncelerine uygun davranışlar ortaya koymakta, diğerlerine asık suratla karşılık vermekte ve bu nedenle de diğerleri tarafından aranılıp sorulmamaktadır. Burada genç kızın diğerlerinden ilgi görmemesi, kendisinin bizatihi özelliklerinden ziyade, kendi hakkındaki imajı ve düşünceleridir.

Bu olgunun bir başka örneğini, diğerlerinin bizim hakkımızdaki beklentilerine uygun davranma eğilimi göstermemizde de bulmak mümkündür. Bir diğer örnek stereotipler alanından verilebilir. Gruplar arası ilişkiler yakından incelendiğinde, grupların birbiri hakkındaki önyargı ve stereotiplerinin, objektif bir gerçekliğe tekabül etmediği, diğer grubun davranışlarındaki bazı olumsuzlukların da, bir bakıma, bizzat bu stereotiplerin sonucu olduğu söylenebilir. Bu tür durumlarda stereotipler, kendi gerçekliklerini yaratmaktadırlar.

Sosyolojik literatürde 'kendi kendini gerçekleştiren kehanet' olarak adlandırılan
bu mekanizma, sosyal olguların, insanlardan bağımsız ya da objektif bir gerçekliğinin bulunup bulunmadığı tartışmalarında anahtar bir kavram niteliği taşımaktadır.

(kaynak: http://www.psikolojisayfam.com)
kendini gerçekleştiren kehanet ya da beklenti etkisi olarak da adlandırılan bu olgu, kişinin, bir süre sonra başkalarının ona ilişkin beklentilerine denk düşen davranışlar sergilemesidir. örnek olarak; (bkz: bir insana 40 kere deli dersen deli olur)
--spoiler--
Öğretmen-öğrenci etkileşiminde “beklenti etkisi”

Bir insanı belli bir sınıfa koyma eyleminin belirgin bilişsel sonuçları vardır. Çoğunlukla aynı sınıftan bireyler arasındaki benzerlikleri ve ayrı sınıflardan bireyler arasındaki farklılıkları abartma eğilimindeyizdir. Sınıflandırma eylemi, bireyi koyduğumuz sınıfa uygun olmadığı düşünülen niteliklerle karşılaştığımızda, bu yeni bilginin reddedilmesine ya da görmezden gelinmesine yol açar. Aynı süreç, diğerlerine ilişkin algı ve davranışlarımızın en önemli belirleyicilerindendir.
***
Öğretmen ve öğrenci etkileşiminde beklenti etkisine “kendini doğrulayan/gerçekleyen kehanet” ve “Rosenthal etkisi” bağlamında bakmak bizleri nasıl bir noktaya getirir?
“Kendini doğrulayan/gerçekleştiren kehanet”, araştırmacı beklentilerinin etkilerine ilişkin çalışmalara kadar araştırma konusu olarak pek fazla ilgi görmemiştir. Bu araştırmalar, araştırmacıların, deneklerini (insan ya da hayvan) bilinçli ya da bilinçsiz olarak, kendi beklentilerini doğrulayacak davranışlara itecek şekilde etkileyebildiklerini göstermiştir.
***
1963 yılında Rosenthal ve Fode bir “labirent öğrenme” deneyinde, araştırmacılara rastlantısal olarak bazı farelerin labirent öğrenmede çok başarılı, bazılarınınsa oldukça yetersiz olduğunu söylemişler. Araştırmacıların fareler arasındaki bu sözde ayrım hakkında bilgilendirilmelerinin ardından, çok başarılı oldukları söylenen farelerin diğer gruba oranla oldukça yüksek bir performans sergiledikleri gözlenmiştir. Bu sonuç, farelerin başarısına ilişkin beklentilerin, öncelikle araştırmacıların, daha sonra da farelerin davranışını etkilediği şeklinde yorumlanmıştır. Daha sonra aynı araştırma farelere labirent öğretme görevi öğrencilere verilerek bir yıl sonra tekrarladığında aynı sonuca ulaşılmış.
***
Kendini doğrulayan kehanet üzerine yapılan ilk araştırmalar “araştırmacı-denek etkileşimi” üzerinedir. Ancak, beklenti etkisini, bu denli önemli sosyal ve bilimsel bir olgu konumuna getiren, Rosenthal ve Jacobson’un 1968'de yürütmüş oldukları, öğretmen-öğrenci etkileşimini ele alan Pygmalion çalışmasıdır.
Bu çalışmada bir ilkokulun birden altıya kadar olan tüm sınıflarında, öğrencilere yaygın olarak kullanılan bir zeka testi uygulamış. Öğrencilerin yaklaşık 20'si rastlantısal olarak seçilmiş ve öğretmenlere, aslında sınıf arkadaşlarından herhangi bir farkı olmayan bu çocukların test sonuçlarına göre 8 ay içinde çok büyük bir “zihinsel gelişim” gösterecekleri belirtilmiştir.
Ders yılı sonunda yani 8 ay sonra aynı test aynı öğrencilere tekrar uygulanmış ve zihinsel gelişim göstereceği söylenen çocukların, gerçekten dikkate değer bir zihinsel gelişme gösterdikleri ortaya konmuştur. Rosenthal ve Jacobson’a göre, deney ve kontrol grubundaki öğrenciler arasındaki tek fark onlara ilişkin öğretmenlerin kafasındaki beklentilerdir. Öğretmenler deney grubundaki öğrencilere, geliştirmiş oldukları olumlu beklentiler doğrultusunda daha sabırlı ve yüreklendirici davranmış, beklentilerini onlara ses tonu, yüz ifadesi ve benzeri yollarla iletmişlerdir. Bu durum öğrencilerin benlik kavramlarını, kendilerine
ilişkin algılarını olumlu yönde etkileyerek onları daha fazla çalışmaya itmiştir. Böylece beklenti etkisine ilişkin “kendini doğrulayan/gerçekleyen kehanete” “Rosenthal etkisi” adı verilmiştir.
***
Bir çocuğa başarabileceğine inandığınızı belli ederseniz başarılı olma ihtimalini arttırırsınız. Yani beklenti/yi/ yönetmiş ve kehanet gerçekleştirmiş olursunuz. iyileşebilecek durumda olan bir hastaya da uzmanından aile bireylerine kadar herkes “sen hastasın ve de iyileşemezsin” derse, o hasta hayat boyu hasta gibi davranmaya devam eder.
Atalarımız boşuna “Bir insana kırk gün deli dersen deli olur” dememiş.
Siz siz olun deli demeyin “veli” deyin.
Ancak arsızlaştırmayın da!
Çünkü kadim kural bunu gerektiriyor.
--spoiler--

http://www.otoguncel.com/...esiminde-beklenti-etkisi/
Sürekli top diye dalga geçilen birinin gay olmadığı halde eşcinsel gibi hissetmeye başlamasıdır.
Beklenti etkisi. "Kendini gerçekleştiren kehanet" ya da "Pygmalion etkisi" olarak da adlandırılan bu olgu, kişinin, bir süre sonra başkalarının (özellikle herhangi bir yanıyla kendinden üstün gördüğü insanların) ona ilişkin beklentilerine denk düşen davranışlar sergilemesi şeklinde açıklanabilir.

Pygmalion Etkisi : Rosenthal ve Kendini Gerçekleştiren Kehanet

Mitolojiye göre, Pygmalion bir kadın heykeli yarattı ve ona öylesine bir sevgi gösterdi ki, Afrodit’in müdahalesi ile, heykel bir canlıya dönüştü ve onun sevgisine yanıt verdi. Kendini gerçekleştirme kehanetine göre de, neyi beklersek, onun gerçekleşme olasılığı daha yüksektir (Rosenthal ve Jacobson, 1968).

Teorinin gerçek hayattaki karşılığına bakarsak,
kendisine saygı duyulmadığını düşünen bir kişi, gerçekte böyle bir durum söz konusu olmasa da, bu algısı nedeniyle çevresindeki insanların tavırlarını düşmanca algılayacak, pek çok durumda aşırı hassas davranacak ve çevresine karşı şüpheci yaklaşacaktır. Rosenthal iletişimle ilgili yapılan araştırmalar içinde en önemlilerinden birini Sınıfta Pygmalion adlı kitabında sunmaktadır. Rosenthal ve Lenore Jacobson’ın 18 öğretmen ve 650 çocuk olan bir ilk okulda yaptıkları çalışmalarda, her sınıftan eşit sayıda öğrenci rasgele seçilmiş iki gruba ayrılmıştır. Araştırmada Rosenthal öğretmenlere, bazı öğrencilerin diğer bir grup öğrenciye göre daha yüksek potansiyel gösterdikleri belirtiyor. Gerçekte çocuklar rasgele seçilmiş bile olsalar, okulda geçirdikleri bir yılın ardından görülüyor ki: yüksek potansiyele sahip olduğu belirtilen sınıfta olan çocuklar genel zeka testlerinden ortalamanin üstünde puanlar alırken, diğer grupta yer alan çocuklar için önemli bir değişim söz konusu değil.

Rosenthal’a göre, öğretmenlerin yüksek performans beklentisi, öğrencilerine söyledikleri , yüz ifadeleri, beden dilleri gibi sözel ve sözel olmayan çeşitli yollarla iletilmiş olabilir. Bu deneyde her iki grup arasında öğretmenlerin öğrencilerle geçirdiği süre açısından bir fark bulunmamaktadır, ancak öğrencileri ile kurdukları ilişkinin niteliği daha farklıdır. Bu şekilde gruba hissettirilen olumlu beklentinin öğrencilerin benlik kavramları üzerinde etki etmiş ve motivasyonlarını, kavrama becerilerini yükseltmiş olduğu düşünülmektedir. Böylelikle gelişen olumlu beklentileri öğrenmelerini desteklemiştir.

Rosenthal’ın hazırladığı çalışmayı takip eden 20 yıl boyunca, kendini gerçekleştiren kehanet teorisinin sınırlarını araştıran pek çok araştırma yapıldı. Bugünkü görüşe göre, bir heykelin gerçeğe dönüşmeyeceğini biliyor olsak da, beklentiler sayesinde kendi performans düzeyimizi ve diğerlerinin performansını etkileyebileceğimizi biliyoruz. Kendini gerçekleştiren kehanet kavramı, bir bakıma beklentilerimizi kontrol altına almamızın, yaşamımızı kontrol altına almamız anlamına geldiğini öne sürmektedir. Beklentilerimiz davranışlarımızı yaratır ve bu nedenle başarıya ulaşabilmenin önemli bir yolu da, düşüncelerimizi ve beklentilerimizi kontrol altına almaktan geçer.

Rosenthal beklentileri ifade önemli noktalar olduğunu belirtiyor. Bu noktaları temel olarak özetlemek gerekirse,

(1) karşımızdaki kişiye kendimize güvendiğimizi ve yaptığımız iş konusunda iyi olduğumuzu göstermeliyiz: yani “Ben öğretmek konusunda pek de iyi değilimdir” diyerek, olumsuz bir beklenti yaratmak yerine, “Benimle çalışmaya devam edin – Ben kazanmanızı sağlarım” diyerek olumlu bir beklenti oluşturarak, beklentinin kendini gerçekleştirme kehanetinin vuku bulmasına olanak sağlayabilirsiniz.

(2) Karşınızdaki kişinin yeteneklerine ve becerilerine güvendiğinizi belirtin: “Bunu başarabileceğini biliyorum” cümlesinin sonrasında başarı getirme olasılığı, “Bunu başarabileceğinden emin değilim” dediğinizdeki durumdan çok daha yüksektir.

(3) Sözel olmayan iletişim önemlidir: iletişim sırasında uzaklara bakmak, kesik kesik konuşmak, kararsız ses tonu ve mesafeli duruş olumsuz beklentilere neden olurken, gülümseme, başıyla onaylama, dokunma, göz kontağı, neşeli tavır, iyimser bir enerji olumlu etkiler sağlamaktadır.

(4) Performans alanında birlikte çalıştığınız kişilere hem belirgin konularda, daha genel geniş bir boyutta geri bildirimde bulunmanız önemlidir: ancak bu geri bildirimi nasıl yaptığınız daha önemlidir. Olumlu tutum, kötü bir sonuçla karşılaşıldığında bile “Çok iyi olmuş, birkaç teknik eksikliğin ötesinde her şey çok iyi” diyen kişinin sahip olduğu tutumdur. Olumsuz beklentiler yaratan durum ise, devamlı “Her şey yanlış gidiyor” “Yeniden deneyin, ne demek istediğimi anlayacaksınız” diyen ve açıklamalardan kaçınan tutumdur.
kendisinin başarılı olduğuna inanan ve başarılı olacağına inanan kişiler gerçekten başarılı oluyor. buna pygmalion etkisi veya beklenti etkisi deniyor.
yüksek beklentilerin daha iyi performanslar getireceğine inanılan psikolojik olgu.
temel olarak, başkaları bize başarılı olacağımızı düşündüğünde iyi performans gösteririz ve başarısız olacağımızı beklediklerinde iyi performans göstermeyiz. bu fikir, 1960'ların ünlü bir çalışmasından kaynaklanmaktadır. araştırmacılar, öğretmenlere, iq testlerine dayanarak bazı öğrencilerin (rastgele seçilen) yüksek potansiyele sahip olduğunu söylediler. bu öğrenciler, öğretmenlerinin onlara olan beklentileri sayesinde gerçekten yüksek başarı elde etti.