bugün

uykulardan uyanmak kolay değil o kadar; dünyaya gün gözüyle bakabilmek cesaret isterken muzır bir çocuğun aykırılıklarını çekecek ebeveyn anlayışı kalmadı gayrı, ilgisiz kalmalara aşırı hassas bir ürkeklik sergiliyor bu büyümemiş ruhun günahkar tohumları...

uyuşmak... kelimesi kelimesine anlatılacak birşey olsaydı özündeki manayı kaybederdi esasında, lakin oyle bir gaflettir ki hakikati örtmek isteyene; zehir zemberek uğultular tırmalamaz kulakları, diller iflah olmaz kavurucu kasırgasını esirger dost bildiğinden, gözler yanılsamalarlarla süslenmiş manzaraların estetik sanat hayranıdır sadece, düşünceler yüzeysellikten ibarettir...

yazdıklarım anlaşılmıyorsa uyuyorum demektir, bakmayın saçmaladığıma; lakin varsa anlayanı; uyanmışım, vay halime...
düşünmeden yazmak istiyorum çoğu zaman; müziğin akışkanlığı ile yazılarımı yoğurup içirmek istiyorum sevdiklerimle sevmediklerime; olduğu gibi, kendince, doğasınca yazılmış kutsal vadinin berrak ırmaklarında yıkanmak istiyorum; her gecenin uykusuna yenik düşmeden önce "herşey daha güzel olacak" yanılsamalı ümidlerimi rüyalarıma aktardıktan sonra -ki hayal kırıklığı yaratan kabusların ardından, yeni günün ışıklarıyla yükselmek istiyorum yukarıya; yukarıya olması şart değil hatta, rüzgarın esip esmediği, dervişin gezip gezmediği herhangi bir toprak parçasına ya da yeni atlantise, güneş ülkesine yükselmek istiyorum, daha da ötesi kaf dağı ise...

düşünmeden yazınca böyle oluyor işte...
uzatmadan söylemek isterdim aslında söylemek istediklerimi, anlamsız olurdu...
anlam arayışı içersine girmekti belkide bütün hatam, inatçılık bu ya, yürüdükçe yürüdüm büsbütün hatalarımın üzerine, kazıdıkça kazıdım zihnimin duvarlarını; kanadı, oluk oluk kanadı hem de, alkol bile uyuşturamadı yarayı...

tam da kabuk bağlamışken; iz bırakmadan iyileşiyorken yakıştı mı şimdi?

yakıştı mı çocuk gibi, kabuğu kaşımak...

işin yoksa bir de koparılan kabuğa anlam yüklemeye çalış...

öyle ya; anlamlı bir dünya da yaşıyoruz topyekün...

topyekün bir yara hem de...
bir güzellik yap benim için;
sen!
körpe güzel...
taze kalbini ver bana!
sessizce gideyim;
kan akıtmadan, olay çıkarmadan toprağa...

gayrı senin olsun yalan dünya!
istediğin kişinin altına yat,
istediğin kişinin kalbini çal!
yeter ki kirlenmesin bakir yüreğin,
yeter ki aksın benimle uçurumlara...

"dünya kadar yüreği vardı" desinler;
"hiç bir zaman kirlenmedi..."
yeter ki bir güzellik yap benim için;
ben bu yürek için toprağa bile girerim...
-şiir değil bu-

kaç para eder bir insan hayatı
ya da kaç damladır bir ömrün gözyaşı
ya da kaç cc dir beynimizden boşalan kan
giyotinin dibinde çırpınırken
ishakın koyununun bedeni...

mutlu muyum?
nasıl mutlu olabilir ki insan?
hem kimin umurunda insan?
umursanmak için yeşil renkli tılsım olman gerek
yüzlük banknot halinde
ya da güneş gibi parlayan kanlı bir elmas
kadınsan belki güzel ve şevhetliysen
çocuksan ve gelecek vaad ediyorsan
parlak yakalı gömlek giyiyorsan
ya da elinde seni tanrı yapan revolverinle
rahatça yürüyebiliyorsan caddenin ortasında

kaç para eder bir insan hayatı?
kimin umurunda?
tanrının bile umursamadığı bu dünyada
25 kuruşluk merminin yeni yuvası
belki o kadar ucuz değil ama
kimin umurunda?

belki de yorgunum huysuzum ve yalnızım fazlaca
kızgın boğanın burnundayım belki
ya da namlunun ucundaki toz parçasıyım
karnımda günahlarımdan yoğrulma bir çocuk taşıyorum
kör nişanlımın mahareti
şeytanın ucuz siyaseti
insanlığın sefaleti...

mutluyum?
unut gitsin...

şiirinde içine ettim zaten...
siktir et...

22.11.2007 *
kırık kalbin aynasıdır karanlık
-ve-
batar bir güneş daha...

şafak sökmez bu gece
zahirim olur
tül benzinin nakışları..
kalkmaz örtülü gece gayrı
tarlakuşu ötmez bir daha

korkarım
ya gelmezse uçarı sevdam?

korkarım
kırık kalbin aynasına bakmaya...

11.06.2007 * *
aşık ve soğuk...

sevgilinin kokusu açar bahçemde
yorgun suları içerken bozkır toprağında
dağ taş şahlanır ab ı hayat diye
öfkem denizlerde köpürürde çöllerde durulur
sensizlikte son nefeslerim olur, saydığım saatler...

düşünceler döner durur etrafımda
halay başı sen olursun,
mendilin de sevdamın izi kalır...

sevdamın gülleri açar
kimsesiz bir çocuğun yüzünde.
bir paket mendil kalır bana da,
dindiremez kanayan yaramı.

yaram derin değildir, fışkırsın!
lakin diken benden de yaralıdır sevgili,
kanar girdikçe içime; kanar,
senden koptu diye...

*********************************************

içime bir "soğukluk" gelir oturur, son nefeslerimde.
"sen sıcaksın evlat, üşümen bendendir" der durur.
"git başımdan melun şey!
benim ateşim kendimedir,
ateşleri söndürene değil"

"O zaman" der "beni kim ısıtacak?
ben senin ateşinle ısınırım,
sen yarinin ateşini söndürdükçe!
sen yandım yare dedikçe,
onun baharına kırağı çalar her saat, her dakika"

"neden bre melun! ben severim, ben yanarım!
isterim ki yârin yüreğinde doğayım,
yükseleyim de hayat vereyim, cansız toprağına.
damarlarında akan kan olayım, derisinde kokulu misk kalayım!"

"Ahmak insan" diye bağırır yüzüme.
"Ne sende şems in aşkı var,
ne de yarinde toprağın bereketi!
ne diye eritirsin kendini,
türbede yanan mum gibi!"

"çekil başımdan melun!
benim aşkım şems i eritir, taştan mahsul çıkarır!
ne diye esersin yüreğimde poyraz gibi,
yürü git; yakarım seni, kalırsın kül gibi!"

"şahısın sen ahmakların,
lakin şems in huzmesi olamazsın!
senin ateşin kendine;
mum ancak kendini ısıtır,
ayakları da açıkta kalır.
senin sevdan kendine,
yanan yerini görürsün bir tek,
yarin yüzü karanlıktadır!
bilmezsin, ne çağlayan dökülür,
ayaklarının dibine!"

"sen şeytanın nefesisin bre melun!
yüreğime günah ekersin utanmadan,
bilmez misin, ateşim yakar tohumlarını!
kömür yapar, volkan gibi korlanır!"

"günahların benim nefesim değil ey ahmak!
onlar, senin aşkının meyveleri!
sis gibi çökerde üzerine,
kör eder gözlerini, göremezsin yârini!"

"sen ne bilirsin aşkın meyvesini,
soğuk geldin, soğuk gideceksin.
de git dağıtma ateşimi!
şeytanına söyle, onu da yakarım şems gibi!"

"be ey kör adem, kör mahlukat!
elmayı yedin de,
şeytanı utandırdın pisliğinden!
bin bir oyuna getirdin asırlardır onu,
her nefesini onun üzerine yükledin!
şeytan senden geri değildir kötülükte;
lakin o önünü görür,
sen kendinden başkasını görmezsin,
çürür gidersin sevdanla birlikte!"

"bak şu meluna!
karşıma geçip utanmaz mısın?
bana şeytanı savunursun!
yürü git geldiğin yere;
tanrı nın gazabı üzerine olmasın!"

"dinle ahmak âdem, dinle!
sen görmezsin kendinden başkasını,
ben anlatayım sana işin aslını.
mum gibi yanarsın, şems e ahkam kesersin.
şeytanlık yaparsın, şeytana taş atar da,
körü, topal edersin.
yare yandım dersin, kendine yanarsın!
yarin seni gördükçe soğur gider,
buz olur, dağılır bakışları mumun gölgesinde.

bakmazsın kendi yüzünden başka yüze,
bilmezsin kendi yarandan farklısını,
görmezsin kendi derdinden başkasını!
yar dedikçe yanarsın da;
yar nedir, nerdedir bilmezsin!

seni bekler az ötende,
soğuk sular boşalır yüreğinden;
sen yanarsın, o soğur gider...
bir gün sen erirsin, onun da ömrü biter.

çünkü sen sevdanı seversin;
O ise, seni sever..."

12.01.2007 *
uzun yolculuklar yapmak isterdim hep, içimdeki yalnızlık bütün varlığıma saldırdığında. kimdeyim? neresindeyim? neden? soruları tokat gibi çaptıkça iç yüzüme, nefretlerimi toparlayıp baktığım aynalara kustum; kanlı, sancılı...
yıllardır, her adımımda çok az şeye sahip olmaya dikkat ettim, toparlanıp gitmek zor olmasın diye...

o kadar çok şeyden vazgeçtim ki, şimdi sahipsizlik gözümü kör ediyor. içine saklandığım gemiden ne kadar çok şeyi atarsam atayım, omuzlarıma binen yük ağırlaşıyor gün geçtikçe.

fırtınalar değil belki, bu ağırlık batırıyor beni hep bataklıklara.

gidemiyorum bir türlü uzaklara; gittikçe yerimde sayıyorum. anladım ki yalnızlıktan uzaklaşmak mümkün değil.

anladım ki; yüzmeyi öğrenmek gerek,

başka yolu yok...

25.10.2006 *
kar bulutlarım nerede benim;
portakal güneşim, ay çöreğim?

nereye saklandı sessiz masumluğum?
pembe yanaklarımdan akan,
çaresiz,
bin parça cam kırığı gözlerim...

saklı sevinçlerimi kim aldı?
oyuncağım olmadı mı hiç benim?

uykuya mı daldı,
yastığımın altındaki tanrı?
sahi;
deliksiz uykularıma ne oldu?

*********

evet bir hırsızım ben;
yok gizlisi saklısı...

gündüz gözüyle,
gece güneşinde;
çalıyorum hayattan
sahipsiz gördüklerimi...

çalıyorum,
hayatın benden götürdüklerini...
kapanın, ey kara bulutlar üzerime;
bugün yas günüdür!
siz! ay çöreği, portakal güneşi!
durun durduğunuz yerde,
akmasın rüzgâr sizinle birlikte,
tarlakuşu ötmesin bu sabah,
gece kuşu konmasın nar ağacına.
kılıç kınında kalsın,
ruh bedende...
"tanrı" ya kıydım bu gece,
günahım bereketli
şeytanın aptal sırıtışı yüzümdeki,
cesaretin kararlılığı değil,
taneyi eleyip samanı tutan
"tanrı" nın kalbur adaleti...*

13.01.2007 *