bugün

Bu aralar taktım galiba bu Masumiyet, temiz yüreklilik, naiflik olayına. Uzunca bir yazı olacak galiba. Küfür yok, polemik yok, kavga yok, gürültü yok bu yazıda...

Benim bi tane ali berber im vardı küçükken ben. Ona giderdik babamla. Babamla adamın muhabbeti iyiydi. Konuyu ben hiç anlamazdım ama babam konuşuyor diye dikkatlice dinler, sonra yine hiç bir şey anlamazdım. Bu ali berber yaşlıca bi amcaydı. Sonradan vefat etti allah rahmet eylesin.

Bu ali berber in yüzünde bi "et beni" vardı. Küçükken ben o "et beni"ni sadece kötü insanlarda oluyor sanırdım. Zamanında mahallemizde iki tane cinayet işlenmişti. Birisi deli Hayrettin in annesinin kafasını balta ile kesmesi idi. Kanlıdere tarafına asla gidemedim çocukken bu yüzden.

Diğer cinayet ise okulun aşağısındaki sarı bi evin adamının öldürülmesi idi. 3 4 arkadaş içmiş, sonra tartışmışlar. Birisi çekip vurmuş bu adamı. Oğlu bizim iki sınıf büyüğümüz hasan abiydi. Şimdi o hasan abi Ostim de -reklamlar- atiker sıralı Sistem ustası olmuş. Evvelsi gün gördüm kendisini.

Ben bu bizim ali berberi hep kötü bir insan olarak bildim. Yüzünde ben vardı lan. O da kesin anasını babasını falan kesmişti. Hep o gözle baktım o adama.

Yine mahallemizde Sivaslı bi fatma vardı. Benim ilk okulda sıra arkadaşımdı. Bunun abisi vardı bir de: ömer... Kendini bir kız için yakmıştı. Ama ölmemişti. Sonradan bu ömer abi sazcı oldu. Tavernalarda falan çalıyor şimdi rüzgarlı da... mahlası da yanık ömer. (Şakaysa hiç komik değil gerçekse çok komik derler ya, al sana metaforun babası. Ironi yok adamda valla.)

Sonra mehmet diye bi cocuk vardı. Benden bir yaş büyüktü. Mahallenin camisinde ezan falan okurdu. Dindar maskotu buydu mahallenin. Dörtyol mevkiinde araba çarptı öldü. Allah rahmet eylesin.

Sonra yine bi tane fatih vardı. Annesi ölmüştü. Annesi annemle cumaları yasin tebareke falan okurdu. Bizim eve gelirdi kadın. Kansermiş. Vefat ettiğinde fatih 7 ye gidiyordu. Allah rahmet eylesin. Sonra Fatih babasını da kaybetti 19 20 yaşlarında.

Bu kadar boktan detayı neden verdim, oraya bağlayalım meseleyi. ipsiz sapsız bir mahallede büyüdüm. Bu yazdıklarım da hep ben oradayken yaşanan şeylerdi. Zaten güvercin çalma, taklacı kaçırma, kanat çekme muhabbetleri yüzünden iki güne bir kanlı bıçaklı kavga kesin çıkardı.

Açıklama yapmam gerekir (çünkü konuyla biraz ilgisi var)

*güvercin çalma: kümesten paçalı kuş çalma eylemi.

*taklacı kaçırma: çalınacak kuş sahibi tarafından uçurulurken değerli taklacı kuşun ilgisini çekecek başka bir kuş havaya salınır. Taklacı bi yere çekilip "ağlanır". Sonra satılır.

*kanat Çekme: en pis detay bunda belki. Kuşçular bilir, paçalı kuşların kanadında -hatırladığım kadarıyla- 17 tüy olur. 17 tüyü olan bir paçalı kuşun kaçması muhtemeldir. Bundan dolayı sahibi kendi kuşunun alttan 3 4 kanadını koparır ki kuş fazla uçamasın kaçmaya kalksa bile... Bu zulmün ne olduğunu,  o "göde" nin gözlerini nasıl fıldır fıldır acıdan döndürdüğünü görmeden bilemezsiniz bence.

Kavgaya sebebiyet verecek kanat çekme olayı ise biraz değişiktir. Sevilmeyen kuşçu nun kuşunu başka bir kuşla bir yere çekerler. Sonra yakalayıp 4 5 kanadını çekerler. Zaten 3 4 kanadını en baştan kaybetmiş bir kuş, 4 5 kanat daha kaybedince hiç uçamaz hale gelir. Çalınsa bulunur belki ama kanadı çekilen kuş bulunsa bile bi işe yaramaz. Kanat çekeni bulmak da zordur. Acayip feci kavgalar çıkar bu yüzden. Ben elinde bildiğimiz "balta" ile 2 3 saat mahalle mahalle kanat çekeni arayan kuşçu bilirim. Öldürmek için arıyordu elbette...

Yine başka bir çocukluk garabeti olarak "kaçak kömürcüler" aklımda hafızamda yer etmiştir. Ankara da eskiden belko kömür ve bi de kaçak kömür vardı. Belko belediyenin işletmesiydi. Kaçak kömürle de belediye feci mücadele ederdi. Belko belediyenin olduğu için tabiki...

Zabıtalar ara sokaklarda bu kaçak kömür kamyonlarını kovalardı. Kaçakçılar ölümüne kaçarlardı Zabıtadan. Mesela biz mahallede oynarken birden aşağı dönemeçten kaçak kömür kamyonu beliriverirdi. Kendimizi yolun kıyısına zor atardık. Bir keresinde abime çarpmıştı mesela o kamyonlardan birisi.

Velhasıl, kötü bir semtte büyüdüm. Insanların belki de %90 ının eninde sonunda "siteler"de keresteci olacağı bir yerde büyüdüm diyim, siz Anlayın ana noktasını olayın...

Naiflik diyecektim değil mi. Evet Naiflik. Küçük ve masum bir dünyaya sahip olmak. Temiz yürekli olmak. Iyilik yapmayı ekstra Bir şey olarak değil de fıtrat olarak kazanmış birisi olmak. Evet bunların hepsi bizim mahallemizde vardı lan.

Herkes birbirini bilirdi. Mahalleye yeni taşınan birisi 500 metre ötedeki evden bile muhakkak bi "hoşgeldiniz" ziyareti alırdı. Insanlar radyolarının sesini son ayara verip tüm mahalleye oyun havası dinletirdi de kimse de "yha çk ses yapiyosuoonn" tribine girmezdi. En fazla: "recep emmi çekti yine kafayı" derdi annem mutfağın penceresinden kafayı uzatıp. Annemin muhatabı ise karşı balkonda elişi ören yosma teyze, göt kadar yere fasulye ekip, sonra da biz basıp ezmeyelim diye elinde sopayla bahçe başı bekleyen Aysel teyze, deli ali amca'ya varan dul gülüzar teyze olurdu. Gecenin 11 inde halen altlı üstlü çapraz kur ile dedikodu döner, bazen hakır hukur bir kadın kahkahası gelirdi.

Hep böyle miydi peki? Hayır tabiki. bazen de melike nin annesini babası döverdi. Taksiciydi adam. Semiha yengeyi haftada bir döverdi genelde. O zaman da annem falan dahil tüm mahalle kadınları onun evinde toplanır, moral verirlerdi. Bazen mahallenin teyzeleri ip atlardı akşam üzeri mahallede. Sonra hepsi "herife yimek itmek" için apar topar koştururlardı evlerine "ay gıız giç kaldık bugün giç" diye Hayıflanarak...

Veli toplantısına mahalleden sadece bir iki kadın girer, tüm bebelerin durumunu öğrenir gelirdi. Biz o mahallenin çocukları olarak aslında tüm evlerin çocuğuyduk bi nevi. Her ev bizimdi. Ben çok hatırlıyorum sıkıştığım zaman en yakındaki evin tuvaletine girebildiğim günleri.

Anneme komşudan un, mayalamalık yoğurt, oklava, elişi modeli, pakmaya, kahve, deterjan veya kuru tarhana falan getirdiğim günleri çok net hatırlıyorum. Hatta bazen annemin gönderdiği evde istediği malzeme olmaz, kafama göre başka bi evden gider isterdim ne ise annemin o anda eline lazım olan şey.

Bunlar çok güzel şeylerdi. Yine mesela binni teyze'nin evinin çatısı, 99 depreminde evin içine inmişti de mahallenin adamları ve gençleri toplanıp halletmişlerdi o işi bi akşam. Sokak lambalarının altında şimdiki gibi serseri bebeler değil, koca koca adamlar otururdu. Karanlık yerlerde iş yapılmazdı pek.

Yine mesela bir kadın hasta olduğu zaman annemin ben okuldan gelince benden o hasta kadının evine bir tencere yemek yolladığı günleri çok iyi hatırlıyorum. Bunları şimdi yapan aile grupları iyice azaldı. Ya bir iki aile birbirine bunu yapıyordur ya da o bile yoktur koskoca binalarda. Yapanlar da gıpta edilerek anlatılır değil mi yani. Halbuki eskiden bu mutat bir şeydi bizim nesil için.

Babam aşağı mahallede bi adama "başımızın gözümüzün sadakasını" gönderirdi abimle birlikte benden. Beraber giderdik, evinin kapısının altından gazeteye sarılı parayı atar kaçardık. Çelik kapılar da yoktu lan o zamanlar.

Hatta bi keresinde adam para koyduğumuzu görsün diye camına taş atıp kaçmak geldi abimle birlikte aklımıza. Cama abim bi koydu taşı, cam indi aşağı. Adamı sadakamızla fakirleştirmiştik o gün.

Diyeceğim o dur ki, Komşuluk iyiydi yani. Insanlar birbirini tanıyor,  biliyor, hissediyordu.

Şimdi insanlar birbirine tepki bile vermiyor. Kavga dahi etmiyorlar. Birçoğumuzun komşusu ile olan münasebeti:

*duvardan yan komşunun karı koca kavgasını dinlemekten,

*"bizim binanın önüne karşı esnafın müşterisi niye parkediyo amınahoyim" den,

*"2 numarada oturan ibne çöpü geç çıkarıyo" dan,

ibaret sanırım.

Insanlar artık arabaları ile, plakaları ile veya bina içindeki yeri ile tanınır oldu. "Kırmızı Honda nın sahibi", "camekan balkonlu yerde oturan adam" veya "saat 7 de işten dönen sarışın savaş baltası" gibi komşu tanımları var artık. isimler pek bilinmiyor.

Mesela benim eskiden devamlı yaptığım bi şey vardı. Şimdi onu yap da alnının ortasından çattadanak öpeyim, hemen o mahalleye taşınayım: bizim, hacı bakkalda veresiye hesabımız vardı. Ben ise karşı manav bozması dükkanın "keçi boynuzu" ve "kırık leblebisine" hastaydım. Manavdan istediğimi alır, gider hacı bakkala yazdırırdım. Şimdi yap yapabilirsen bunu mesela.

Yazının başında bahsettiğim üzere, bizim mahalle muhtemelen şimdi şu devirde hiç bir aile babasının gelip oturmak istemeyeceği bir muhit olarak tanımlanabilir. Ama o vahşi sanılan, gerçekten zaman zaman vahşet de barındıran mahallede bizler, ben, abim, kız kardeşim yetişti. Bir çok kişi yetişti ama en yakın örnek onları görüyorum. Yakinen tanıdığım insanlar olarak onları örnek verebiliyorum.

Bu dediğim üç kişi, onca pislik şeylerin yaşandığı, imkanları kısıtlı, fakir ve varoş mahalle bebesi olma özelliğine sahip olduğu halde, -ki bir çok toplumsal araştırmada diyorlar ki çevre koşulları, birey gelişimi için çoğönemlidir zart zurt-  şu anda kalbi iyilik dolu bir insan olabiliyorken,

*her şeyin çiçek böcek gösterildiği çocuk dizileri ile büyütülmüş,

*kıyas yapılacak olursa daha eğitimli aileler tarafından yetiştirilmiş,

*kıyasen daha erken yaşlarda daha üstün eğitim seviyesine ulaşmış bireyler olarak hayata atılmış,

*kötü örnek olabilir diyerek sigaranın, silahın, silahın patlama efektinin, içki sahnelerinin, küfürlü sahnelerin sansürlendiği bir yayın akışına tabi tutulan,

*muhtemelen refah seviyesinin daha yüksek olduğu bir ekonomik dönemde yetişmiş,

*anne babasından asla şiddet görmemiş, aklı erdiği günden itibaren anne babasının ağzına sıçan bir çocukluk dönemini yaşamış, ebeveyninden bu müsamahayı görmüş,

*öğretmenlerinin daha bilgili, daha yetenekli, sınıfların daha ideal sayılarda öğrenci barındırdığı, öğretmen tarafından öğrenciye şiddet uygulanması ihtimalinin dahi olmadığı -ki gerçekten zamanında öğretmenlerimden yediğim zopanın haddi hesabı yoktur- bir eğitim sistemine tabi tutulmuş,

Çocukların içlerinde kötülük barındıran insanlar olarak karşımıza çıktığını görmek insanı değişik düşüncelere sürüklüyor aslında.

Duyarsız, saygısız, beceriksiz, -görece- vicdansız ve boş beleş bir jenerasyon şu anda sokaklarda, okullarda, parklarda, internet mecralarında ve her yerde...

aslında gerçekten bir an evvel sormamız gerekiyor: neden, ne zaman ve nasıl böyle içi boş bir hale geldik. Biz bu kadar dolu iken, nasıl oldu da, "ergen kekolar" deyip boş beleş insanlar olmakla eleştirdiğimiz insanların ortaya çıktığı bir dünyayı onlara bıraktık?

Ben bilmiyorum abi. Bilemiyorum. Artık bişey hissedemiyorum. Zemin çok Kaygan geliyor bana artık. Sanki bu günden sonra hiç birşey yerli yerinde olamayacakmış gibi geliyor. Umudumu ve dahası, bu yeni jenerasyon içindeki kendime olan özgüvenimi kaybediyorum. Onlarla birlikte yaşamaya korkuyorum belki de. Evet evet, onlardan birisinin kapı komşum, iş arkadaşım, veli toplantısında muhatap olduğum öğretmen veya bindiğim otobüste karşılaştığım bireyler olmasından korkuyorum. Istemiyorum onları hayatımda.

Yazıyı buraya kadar okuyan her bir okura çok çok teşekkür ediyorum. Selametle kalın.

Eğlenceniz daim,
sevgiliniz kuduruk olsun.

/seriatin kestigi parmak/

11920.
okurken gözlerimin dolmasına sebep olan yazı.
zaten de duygusaldım.

verdim artını sayın yazar.

naif temiz yürekli ve masum kalmak çocuklukta mümkün olan durumdur efendim.