Bu eğitim düzeyiyle bu başlığı çok kişi anlamadı tabii: 'Tek taraflı barış' demek.

The Daily Telegraph Gazetesi'nde 'Enver Paşa'nın savaştan çekilmek için ingilizler'den rüşvet almış olduğu' şeklinde bir saçmalık ortaya atıldı ya, tarihçilerimiz hemen tepki gösterdiler: Paşa yeteneksizdi ama namussuz değildi!

Doğrudur. Enver Paşa, rüşvet alacak adam da değildi, Almanya'ya kazık atıp, tek taraflı barış yapıp savaştan çekilecek adam da.

Paşanın ne yiyip ne içtiğini Alman ajanları da merak etmişler: Maaşı yetmiyordu ama karısı Naciye bir sultan hanımdı, Kuruçeşme'de köşkte oturuyorlardı, Laila Reina falan, işte oralar...

Fakat bu 'münferit sulh' fikri, özellikle 1917 yılında, savaş artık iyice bezdirip kazanamayacağımız da anlaşılınca uç vermeye başlamıştı.

Ortaya atan Yakup Cemil'dir, açıkça olmasa bile destekleyen de Mustafa Kemal Paşa! Yuvarlandığımız uçurumun dibini görüyorlardı. (Avusturya-Macaristan'ın yeni imparatoru Karl da -hani Zita'nın kocası canım- böyle bir çıkış yolu arayışı içindeydi)...

Sonunda münferit sulhu yapan bizim taraftan değil, karşı taraftan bir devlet, çiçeği burunda Bolşevik yönetimi oldu!... Çok büyük tavizler verip savaştan çekildiler.

Yakup Cemil, 'seçimle falan' birşey elde etmek sözkonusu olamayacağından, beş sene evvel yaptığı Babıali Baskını'nın bir ikincisini yaratmak, yani yeni bir darbeyle ipleri ele geçirmek istiyordu.

Meserret Oteli'nin hemen altında bulunan Meserret Kahvehanesi'ni 'karargah' yapmıştı. Gidip orada çok oturdum ve o günlerin havasını, Ahali sigarası içip Tanin okuyan dik bıyıklı ittihatçılar'ı zihnimde canlandırmaya çalıştım...

'Enver'i de vuracağım, Talat'ı da' diye uluorta atıp tutuyor, bu laflar da, bilardo oynar ya kahve içip gazete okur gibi yapan Teşkilat-ı Mahsusa görevlileri tarafından not edilip günü gününe Enver'e yetiştiriliyordu.

Bu bana hep, Ankara Orduevi'nde rakı içerken 'ismet'i asacağım' diye atıp tutan Albay Talat Aydemir'i hatırlatır. Kendisi de albay ve Aydemir'in sınıf arkadaşı olan amcam babama dehşet içinde şöyle demişti: 'Bu Talat delirmiş! Böyle konuşuyor, yan masalarda da hem askeri istihbarat hem de MiT not alıyor!...'

Ömer Seyfettin bir gün kahveden çıkıp Sirkeci'ye inerken Yakup Cemil'i kolundan yakalamış: 'Cancağızım,' demiş, 'böyle uluorta konuşma, yanarsın... Sen darbeni yap, merak etme, başarırsan zaten herkes arkandan gelir!'

Tutuklandı. Kağıthane'de kurşuna dizildi. Dul eşine 'hidemat-ı vataniyye tertibinden' yani vatan hizmeti fonundan ayda 33 kuruş maaş bağlandı.

Ve hakkında efsaneler üretildi: Bekirağa Bolüğü'nde tutuklu olduğu sırada bile çifte tabancalarını vermemiş de, ayakyolunda elini yıkarken arkadan bastırıp almışlar, 'oh artık rahat uyuyabilirim' demiş... idama götürülürken (temmuz 1917) hava çok sıcakmış da, yoldan geçen bir karpuz arabasını çevirmiş, kendisini kurşuna dizecek olan idam mangasına karpuz ısmarlamış: 'Asker evlatlarım karpuz yesinler!'

Eğer darbeyi yapıp Enver'i devirebilseydi, Harbiye Nazırı adayının Mustafa Kemal Paşa olduğu söylenir.

Savaştan çekilecekler, 'vatan topraklarından kurtarılabilir ne kalmışsa' elde tutmaya bakacaklardı.

Fakat ben, Mustafa Kemal Paşa'nın böyle bir maceracıyı kendine lider diye kabul edeceğini, yaşatacağını da sanmam. ilk fırsatta bertaraf etmeye bakacaktı tabii.

Başaracağını da ummuyor, sesini çıkarmadan bekliyordu. Nitekim Enver onu hiç sevmediği halde ona dokunamadı.

'Münferit sulh' fikri de alternatifi de ortadan kalkınca, Enver de hem kendi sonuna, hem imparatorluğun sonuna doğru hızla ilerlemeye, daha doğrusu kaygan zeminde yuvarlanmaya başladı.

Ama eğer Erkan Mumcu'nun başbakana verip veriştirmesi size daha ilginç geliyorsa, bu konuyla sizi sıktığım için özür dilerim.

engin ardıç