bugün

ani girişle başlayan hikaye türü. hayatın bir anının alınıp yazılmasıdır.
ölüme nefesler kala ,
başında birikmiş insanlar ,
yatan maktülün azraille can pazarını seyrediyor ,
yok mu diyor elinden tutup takasa girmiş adam azraile;
bir gün daha yaşamak için izin yok mu ?
gülümsüyor azrail ;
bu kadar ikiyüzlülük arasından, tek senin yüzünü seçtim,
gelmeni istiyorum , çok mu ?
Servet Afşar
Kapının eşiğinde eline bir liste sıkıştırıp
bakkala gönderdiği küçük kızına ;
Aşık olmadan dön ! Hayallerini kırarım , dedi.
Küçük kızın yere kadar uzanan eteği önce oturduğu evin sokağını süpürdü ,
sonra diğer sokağı , sonra diğerini ,
küçük kız , eve hiç dönmedi .
Önce bakkalın çırağı sorguya alındı , sonra kızın annesi , sonra sokak sakinleri
ama ,
kimse Aşk'tan şüphelenmedi(!) ...
Servet Afşar
Ayakkabısını boyatırken küçük çocuğa ,
birden üzerine bastığı tabureyi tekmeledi(!)
Çocuk ; Abi ne yapıyorsun , ekmek teknem o benim , dedi.
Adam ; Üzgünüm dedi,
(içimdeki aşk)'ın film şeridi boğazımda düğümlendi yağlı bir ilmek gibi,
ve ben tabureni tekmeleyerek O'nu astım dedi ve gitti.
Çocuk , kimse bir daha içindeki Aşk'ı asmasın diye tahtadan taburesini kırıp yaktı...
Servet Afşar
Her evin arka bahçesinde iki ceset ,
soğukkanlılıkla işlenmiş cinayetler
ve suç aleti hepsinde de aynıydı ,
eskici , eskiler alıp yerine mandal ve çamaşır ipi veriyordu ,
elibiselerini kurutmak için kadınlar ,
ağaçları boğarak öldürüyordu ...
Servet Afşar
Ağır adımlarla, başını hiç kaldırmadan götürüldü infaz yerine
ve dar ağacı çoktan kurulmuştu.
infaz memuru son isteğini sordu ;
Adam; Birazdan boynuma geçecek bu kalın ipten , bu dar ağacına bir salıncak kurun ,
çocukluğumu yaşayıp , öyle ölmek istiyorum , dedi.
infaz memurunun gözleri doldu , emir verdi ; Sallanmayın ! Dediğini yapın ve O'nu sallayın!
ve ölene kadar salladılar , çocuklar gibi şen öldü , adam!
Servet Afşar
şehrin bütün sokaklarında dolaşıp
her gördüğü kadına soruyordu; Gördünüz mü? Tanıyormusunuz!
herkes başını öne eğip susuyordu
kimsenin ağzını bıçak açmıyor, hızlı adımlarla uzaklaşıyordu
bağırdı adam;
Durun! Herkes dursun!
bütün kadınlar durdu, başını kaldırıp adama baktı
adam;
aranızda Aşk'ı kirletmeyen beni kalbimden vursun!
ve kadınlar birbirlerinin yüzlerine bakıp bir an, yürüdü ve karanlığa büründü.
Servet Afşar
Uçan bir kusu hic bu kadar yakindan gormemisti...'Kanat cirpislari ne kadar estetik,ne kadar dogal' ...
RÜzgar hiç bu kadar deniz kokmamıştı burnuna ve saclarini bu kadar karistirmamisti bir vuruşta..
Bulutlar daha yakın şimdi..bedeni daha hafif ;ruhu ise arkasında kalmış sanki..önünde masmavi bir kucak, kollarini açmış mutluluklar dilemekte.
Ayakkabilarinin bagciklari çözülmüş...
Bedeni tüy kadar hafif ve kuşlar geçiyor önünden..
Arkasini donuyor ve bu hic zor olmadi..Arkasindaki gökyüzü ne kadar da büyülü ve büyükmüş; bulutlar ise ufacık..Güneş parlak ve güçlü,herseye doğal rengini tattıracak tepeliğinde ..
ve tekrar dönüyor önünü gerçeğe..
Gözünü kapıyor mutluluğa...derin bi nefes çekiyor, üstüne bir nefes daha.Ve acIyor gÖzlerini deniz denen koca mavilige , 5-10 metre ancak kalmis amacına..
Son kez bakiyor martıya; gagasında bir parça ekmek ,gözünde bir damla yaş ..işte ancak o an bir pişmanlık çöker içine. ''ama artık cok gec' diye düşünür; 'çok geç' diye mırıldanırken, mutluluk hissinden bir yudum daha alır icine..
Ve kucaklaşır derin mavinin sert yüzüyle..Dışarıyı göremeyecek kadar batmadan hemen önce, asma köprüsünü son defa görür yasadığı şehrin...
Derinlerde bir yerde, bir baligin süslü pullarina verir son nefesini..
son gordugu canli, 3 saniye hatirlayacaktır oysa onu..
ve bir kavanoza koyup kalbini saklamıştı,
yetişemeyeceği mutfak rafının en uç noktasına,
bir daha sakın! diye bağırarak küçük oğluna;
Ne zaman tat'san aşk duygusunu, düşlerin çürüyor!
ve diz çöküp yanağını okşadı çocuğun ağlayarak;
şikayetci değilim, yoruldum artık yaralarını sarmaktan ,
haklısın dedi çocuk cebinden umutlarını boşaltıp;
bende yoruldum anne, kadınlara sen diye, senin gibi sever diye sarılmaktan.
Servet Afşar.
ayağa kalktı, ardından şöyle seslendi: sen bana bakma ben senin baktığın yönde olurum.
en kısa hikayedir. sen ve ben gibi.
ne halin varsa gör...
karşı apartmandaki aşık olunan kızla aramdaki gibi.

kız duracak düğmesine basar ve otobüsten iner.
dünya'da kalan son insan bir gün evinde oturuyordur, kapı çalar...
adamın biri yolda gidiyormuş, gidiş o gidiş.
Kırk Yıllık

Kalabalıkta yüzünü kaybettim. Sağ yanağındaki kesik izinden seçmeye çalışıyordum nereye gittiğini. Biran yüzünü görür gibi oldum “işte orada!” diye bağırdım istemsizce. Kalabalığın şaşkınlığı arasında adamı kaybetmemeye çalışıyordum. insanlara çarpa çarpa ilerliyordum. Derken protesto alanından uzaklaştım, kalabalık azaldı. Yolun kenarında gözlüklü, kısa boylu bir adam bekliyordu.
Soluk soluğa yanına yaklaştım “Sağ yanağında kesik izi olan uzun boylu bir adam gördünüz mü?”
Biraz düşündükten sonra
-”Hayır. Kimseyi görmedim”
Kahretsin! Neredeydi bu adam.
Elindeki çanta benim için çok önemli. Aslında 2 ay önce aldığım o adi çanta değil içindeki önemliydi. Babamın kırk yıl çalıştıktan sonra bana bırakabildiği tek şey o çantanın içindeydi. Yıllar boyunca muhafaza edip kolumda taşıdıktan sonra geçen hafta eve giren hırsızın endişesiyle artık bankada bir kasa kiralayıp orada saklamaya karar verdim. Saat hala çalışıyordu. Ama artık evde başına bir şey gelmesinden korkuyordum. Evin iki cadde aşağısındaki meydandan da eskiden beri müşterisi olduğum bankaya gitmeye karar vermiştim. Sabah kalkıp ilk işim banka müdürü Necdet beyi aramak oldu. Çalıştığım Hukuk bürosundan izin alıp erkenden yola koyuldum. Ama atladığım bir şey vardı. Sabahın erken saatlerinde bankanın olduğu meydanda hükümetin otobüs bilet fiyatlarına yaptığı zammı protesto etmek için üniversite öğrencileri toplanacaklardı. Olay o kalabalığın içine girip bir merakla insanları seyretmeye koyulmakla başladı. Bendeki de boş merak işte. Kahretsin nasıl bir dalgınlık içerisindeydim ki çekip aldı elimden o çantayı.
Yol kenarındaki adamın umursamaz cevabından sonra hemen bir karar vermek zorundaydım. Önümde iki seçenek vardı. Ya adamın düz devam ettiğini varsayıp yoluma devam edecektim ya da sağ köşedeki pastanenin oradan dönüp kalabalık meydana giden yola tekrar girecektim. Ben hırsız olsam tekrar kalabalığa girerdim herhalde. Bu yönde karar verip koşmaya devam ettim. Koşmaya devam ederken eski aile dostumuz tamirci Orhan usta’ya denk geldim. Her zaman ki gibi saçları arkaya taranık, yıllardır adeta imzası olmuş göbeğinden aşağı sarkan yağlı pantolonu askıyla omuzlarına tutturmuştu.
“Sedat nereye koşturuyorsun böyle?”
“Abi anlatması uzun sürer. Sen sağ yanağında yara olan elinde çantayla koşturan bir adam gördün mü? Onu söyle bana. Çantamı çaldı şerefsiz”
“Yüzünü göremedim ama bir adam koşturuyordu. Meydana doğru çıktı”
“Tamam Orhan amca çok sağol” deyip yola devam ettim.
Arkamdan “Polise uğra Sedat polise” diye seslendi. “Tamam” diye geçiştirip artık koşmaktan acıyan ayaklarımla meydana daldım. Kalabalık seyrekleşmişti. Adamı ararken bir taraftan “ya adamı bulamazsam?” diye kendi kendime soruyordum. Yıllar boyunca gözümden sakındığım, babamdan kalan tek hatıra ya yok olursa?
Kendime sorular sormaya devam ederken gözlerim protestocu kalabalığından faydalanıp su tezgahı açan bir adamın yanında su almaya çalışan birine takıldı. Evet! işte çantam da elinde. Çantayı benden çaldığı yerin tam karşısındaydı. Artık beni atlattığını düşünüyor olacak ki durup su almaya cesaret edebiliyor. Ne yapayım şimdi? Hızla gidip üzerine mi atılmalıydım yoksa etrafa ”yakalayın, o hırsız, çantamı çaldı” diye bağırıp adamı durdurmalarını mı istemeliydim. Bunları düşünürken zaman geçiyor. Biran önce hareket etmeliyim. Bağırmamaya, yavaşça yanına sokulup herifi enselemeye karar verdim. Tam harekete geçecektim ki oda ne! Telefon çalıyor. Kahretsin tam da zamanı.
-“Efendim Zeynep”
-“Ahmet koştururken görmüş seni. Merak ettim ne oldu?”
-“Sonra anlatırım. Şimdi kapatmam lazım”
Al işte. Adam tezgahın önünde yok. Tam adamı kaybettim derken; heh tamam az ileride elinde çantamla yürüyor. Kalabalığa tekrar karışmadan yakalamam lazım. Arkasından yaklaşıp üzerine atıldım. Etrafta meraklı gözler bizi izliyordu.
-“işte yakaladım seni piç kurusu. Ver şu çantayı”
Ben bağırdıkça yerdeki piç sessiz kalmaya devam ediyordu. Etraftaki kalabalık beni adamın üstünden almaya çalışırken, ben bizi ayırmaya gelenlere adamın hırsız olduğunu anlatmaya çalışıyordum. Yakından suratındaki yara izi daha iyi belli oluyordu. Belli ki bıçak yarasıydı. Oldukça derindi.
Kalabalık adamı tutarken bende pislenmiş siyah pantolonumu temizleyip çantayı kontrol ettim. Saat mavi kutusuyla beraber çantanın içindeydi. Kafamı kaldırıp adamın suratına uzun uzun baktım. Suratında hiçbir pişmanlık ibaresi göremedim. Daha genç biri. Üstünde eskimiş kısa kollu kareli bir gömlek, kahverengi kadife pantolon ve tabanları aşınmış eski ayakkabılar vardı.
“Neden çaldın çantamı?” diye sordum hiç ifade olmayan suratına bakarak.
Surat ifadesi hiç değişmeden Montaigne’in “Kral da, dilenci de aynı iştahla acıkır.” sözüyle cevap verdi. Bir hırsızdan bu sözleri duyunca aynı donuk yüz ifadesine ben de büründüm.
Sonuç olarak;
içinde para olduğu ümidiyle çaldığı çantada kendisi için bir çöp ama benim için dünyadaki tüm paralardan daha değerli bir şey vardı.
bağımlısı olduğum edebi tür, kısa hikaye candır.

genel kanının aksine, kısa hikayeyi okumak roman okumaktan daha zordur; kısa hikayeyi bir oturuşta bitirmeniz gerekir oysa( çoğu zaman sıfırdan tekrar okursunuz) romanda kapat kitabı karakterler olaylar hala yerli yerinde.

konu olarak genelde toplumdan soyutlanmış kişileri anlatır ancak kısa hikayelerin genelde evrensel bir havası vardır verdikleri mesaj açısından; romandan farklı olarak kısa hikaye değişik sonuçlara ve olasılıklara daha açıktır, romanda sonu tahmin edersiniz tamam, kısa hikayede bir bakmışsın paat, dönüp dersin ki "bu neydi be şimdi?"

okur olarak dikkat etmemiz gereken kısımlar kanımca başı ve sonu, "kısa hikaye müthiş bir sonu olmadıkça bitmez."

özetle, romanda ağır ağır kafayı bulurken, kısa hikaye bir anda aklınızı başınızdan alır, şoktur o şok.
(bkz: kurzgeschichte)
Işığın kırmızıya dönmesine birkaç saniye kalmıştı.Karşıya geçmesi için.Ona ayrılmış bir zaman vardı.'ah ne muhteşem'
-En azından beni hala düşünen birileri var-
Yola adımını attığı anda direksiyndaki kırmızı adamı gördü.Kırmızı ışıktan bile kırmızı yüzündeki siyah gözlerini,gözlerine dikmişti.Anlaşılan bu son saniyeleri de kendine ait görüyordu.
-Tamam siz kazandınız bayım.Buyrun geçin hadi.Tepe tepe kullanın.Tüm dünya sizin.Merak etmeyin ben bir daha çıkmam yolunuza.Siz ve sizin ışıklarınız, sizin yollarınız. Burası sizin dünanız bayım. Bana yer yok burda. Bunu biliyorum. Bana öyle bakmanıza gerek yok. iyi yolculuklar bayım.
ana rahminden çıktık pazara ,
bir kefen aldık döndük mezara .
Sanki bir uzvunu kullanır gibi doğal yaktı purosunu Yassetrikoris,hadi dedi anlat şimdi bana bir balık nasıl olur da senin bir aylık maaşınla barbut oynar. Hadi oynadı nasıl kazanır hadi kazandı nasıl yemezler onu rakı sofrasında meze niyetine, hadi yem olmadı kimseye peki nasıl hatirlar bir balık seni derinden marizledigini?
- Diyorlar ki istanbulun olmuş tüm orostopollarinin ruhu boğaza karisirmis. işte bu yüzden balıklar barbutcu,ahtapotlar hırsız olmuş. ..
Aldığı cevapla biyiginin altina pis bir gulumseme yerleşti Yassetrikoris'in; demek dedi orospu ruhları da levreklere teneffüs etmiş...
Gün toprağa vurduğunda,kayıplar son kez yerlerine dönerler. Bir daha gün yüzü ile gorunmeleri; mezar soyguncusu Kalafakatsnis'in, tıpcilara açıktan kadavra satan Salafakatnis'in veyahut ki iflah olmaz bir nekrofili olan Talafakatnis'in çarpık arzularının insafina kalmıştır. Bu kadar ruhun iç çekip kendilerini beklediğine inanan kardeşler ayrı odalarda gizlice düş kurarken aynı şeyi dusunuyorlardi ''ben olmasam unutulup gidecekti tüm ölüler'' ...
kız çamaşır asarken mandalı yere düşürür. kediler yemek zannedip mandalın başına üşüşür.
bitti.
görsel
dünyanın sonuna geç kalmış misali uyandı..
kafa tutamadığı güneş gözlerini yakarken, yürüdü banyoya..
aynadaki soğuk yansıması karşıladı..
sonra kefenini giyer gibi giydi gömleğini üzerine, biraz yıpranmış sözleriyle..

herzamanki gibi çirkin bulduğu kahvaltısını da es geçti ve sonu gelmeyen döngüde ilerlemeye devam etti yine..