bugün

hani.. nasıl anlatsam lan...

çok samimiyetsiz tipler ve tripler vardır ya, bakar bakmaz anlayıp notunu verirsiniz, hassiktir yarram dersiniz. aha bu trip de onlardan biridir işte. hiçbir şekilde inandırıcı değildir ve fakat sürekli olarak karşılaşırsınız, her zaman her yerde vardır bu tip ve tripten.

baştan ayağa elektronik, teknolojik, romantik, didaktik, epik, lirik, gotik ve de sikik şehir ortamlarında, boğazına kadar modernizme batmış alakasız adamlar/kadınlar, feci derecede samimiyetsiz bir şekilde köy hayatından bahsederler. bir dağ evi yaptırıp, her şeyden ve herkesten uzak, orada yaşamak istediklerini, bunun için her şeyi yapabileceklerini söylerler. fakat bu sırada son model cep telefonlarını falan kurcalarlar.

bugün ofiste böyle bir muhabbete denk geldim de, ordan şey ettim, demincek aklıma düştü, sinirlendim ben yine...

kadınlı erkekli oturmuş bizim zirzoplar, köy hayatına olan sanal özlemlerinden, ve bu özlemi giderme hususundaki tarifsiz tutkularından bahsediyorlar birbirlerine.
aralarında köyde doğmuş ya da köyde büyümüş bir allahın kulu yok. sadece çocukken yaz tatillerinde gidip, bal kaymak yiyip, eşşeğe falan binmiş tipler işte.

bir tanesinin köyden bir akrabası, feybukta birkaç fotoğraf paylaşmış da, bunlar da toplanmışlar bilgisayarın başına, kendilerinden geçiyorlar.

-yhaaaa kuzular felan çhok tatlııııı
+dimi yaa, gürül gürül dereler, yemyeşil ağaçlar
*yaaa bir de tertemiz, misss gibi bir havaa oooohhhh
/sabahları horoz sesiyle uyanmak...
=kümesten taze yumurta toplamak bi de dimi?
-aaaayyyyy çok güsel yhaaaaa

lan amına koduklarım madem bu kadar köy delisisiniz, siktirin gidin, nedir bu yersiz; kedi yavrusu gören ergen kız coşkusu?
nedir bu samimiyetsizlik ibnetorlar?
her şeyi bırakıp köye yerleşecekmiş de, dağ evi yaptıracakmış da, tüm teknolojiden uzaklaşıp doğayla iç içe olacakmış da... siktir ordan!

köyde 2 gün kalsan, 3. günü soluk soluğa kaçarsın amk. blackberry'siz, laptopsuz, starbucks'sız yapamazsın yavrum sen. zarıl zarıl ağlarsın. ayrıca köy sadece kuzulardan, horoz seslerinden, taze süt ve yumurtadan, temiz havadan, şırıl şırıl sulardan ibaret bir yer değildir. bunun tarlası tapanı var, bağı bahçesi var, ayvası var narı var, kent var marlboro var.. sabahın beşinde keyfinden kalkmıyor o köyün insanı, bir sürü iş var yarram işş!

o ojeli tırnaklarını götüne sokarlar vallaha.

-yhaaaa çhok tatlı kuzucuuuuk
+yavrum bırak guzuyu muzuyu da, şu suyu ıramazan emmining bahçesinden bizimkine çevir haydi bagiiim
-yha ama kuzuuuu
+vallaha tırpanı gafana içiririm ha!

ben eskiden beri dayanamam bu samimiyetsizliğe. yani ne bileyim, çocukluğumdan beri hırsım vardır bu hususta. hani o yeşilçam filmlerinde falan, zengin, sosyete züppeleri/kokanaları vardır, hasbelkader bir köye düştüklerinde, bariz bir müstehzi tavır sergilerler. ama bir yandan da o ortama uyum sağlama derdindedirler.
kafalarının yarısını bile kapatmayan bir eşarpla, uyduruk bir fistan geçirdiler mi 'olduk' sayarlar kendilerini.

o sahneler falan gelip gidiyor gözümün önüne. ama bir türlü tam olarak anlatamıyorum işte...

lan ben köy çocuğuyum arkadaş, köyde doğdum, 6-7 yaşına kadar köyde yaşadım. şehre yerleştikten sonra da her fırsatta koşup gitim köyüme, köy manyağı bir adamım. fakat biraz önce sayılan o güzelliklerin yanında, tüm zorluklarının da farkında olan biriyim. o zorluklarını da severim ben köyümün. buna rağmen şehir hayatına alışmış bir kimsenin, o alışkanlığı edindikten sonra köyde yapamayacağını da gayet iyi biliyorum.

o yüzden bu tip insanları görünce, o samimiyetsiz taraflarını fark edince dayanamıyorum, uyuz oluyorum.
kasket takıp halkçı olduğunu sanarlar.
aslında bu çoğu insanın içinde kalan bir ukte. insan yaşadığı ortama ayak uydurabilen bir canlı. şehirde yaşayabiliyorsa, köyde de çok rahat yaşayabilir. zaten, hadi 20'li 30'lu yaşlarımı köyde ırgatlık yaparak geçireyim diye kimse hayal etmez. emekli olunur, torun torba sahibi olunur, deniz kenarında doğa harikası bir köyde* *, denizi gören bir tepede kendine uygun bahçeli bir ev yapılır. bahçe düzenlemesi yapılır, birazda bostan için yer ayrılır. kendisine yetecek biçimde sebze ekilir. onlarla zaman geçirilir. bahçede asmaların içinde kahvaltı yapılır, bahar ve yaz aylarında bahçedeki hamakta uyunur. köyün patika yollarından sahile inilir. haftanın 1-2 günü sahilde herhangi bir mekanda yemek yenir. av tüfeğin ve can dostu bir köpeğin olur. ara sıra ava çıkarsın. oltan olur, ufak motorlu bir kayığın, balığa çıkmak için sabırsızlanırsın. bunları ve daha fazlasını yapabilmek için artık yıllık izne gerek duymazsın. çocuklarının, torunlarının seni zevkle ziyaret ettiklerini gördüğünde de dünyanın en mutlu insanı olursun.
Köyden kente göçen, ne şehirli ne de köylü olmayan hilkat garibesi insanların, asla anlayamayacakları pastoral sevgidir.

Hoş manhattan'ın göbeğindeki adam da bu hilkat garibelerinin, şehiri yaşayamasalar bile neden şehir hayatına özendiklerini anlayamaz... Sonuçta klüp, tiyatro, konser, sergi ve şehir hayatının daha sayamadığım hiçbir artılarını yaşamaya bu hilkat garibeleri.
Betonların arasında dolaşarak her çalıya, duvara işeyerek, ana arterlerden koşarak geçerek kimi zaman da çarpılarak, yaşayıp gitmektedirler... apachi ve arabesk kültürünün yegane destekçileridir de...

Çok sevmişlerdir şehiri...
çok yerinde güzel bir tespittir.vardır böyle etrafta daha geçen çocuklar duymasın adlı dizide bir tipleme vardı mustafa ali mi ne öyle birşey herneyse...adam diyorki işte ''ben sizin gibi yemiyorum çok doğal besleniyorum bahçeden domates salatalık tavuklar yumurtluyor bilmem ne sikim'' karşılarındakilerde ona özeniyor ''aa ne güzel olurdu keşke bizde öyle yaşayabilsek falan filan'' özeniyormuş gibi hal hareketler..bi siktirin ya o doğal yiyeceklerin ömrünüzü uzatacağını bilseniz yine durmazsınız o ortamda..nasıl bir yapmacıklık bu.millet kanmıyor bunlara artık.
(bkz: ünlüler çiftliği)
ülkemizde şehir var sanan saf insanların söylemi dir, köy hayatına özenen samimiyetsiz deyimi. hele ki istanbul gibi dünya nın en büyük köyünde yaşayan ve her yanı vandalizm kokan bu bok çukuru yeri şehir sanan insanlar, başını kumdan çıkarıp dünya ya baksınlar.

örn; köyde eşşeğinizi bağladığınız tahta arabayı yolun ortasına bıraktığınızda, hayvana korna çalınca yan tarafa çekilir, sizinle kavga etmez. siz hafta sonu balkonda kahvaltı eder iken, üst kattan halıyı başınıza silkelemezler. dere içine ev yaptığınızda sizi uyarırlar. sabah işe kalktığınızda tarlaya gider iken arabası ile yanınıza gelen biri sizi alır. vs. vs. vs.

türkiye de şehir varmı ki? ya da şehircilik üzerine tez yazmız-doktora yapmış bir akademisyen belediye başkanı mı var?
hayatında köyde yaşam sürmemiş ama tatillerde ege köyleri veya erzincen da kayınbabasının köyüne gittiğinde insanlığını hatırlayan biri olarak ülkemizde şehir yok ki diyorum.
bir gün internetsiz kalınca çıldıracak tiplerin tripleridir.

gerçi artık köylerde de internet var ama lan...
gübre kokusunu hi hesaba katmıyan insanlardır.
gübre kokusunu hiç hesaba katmıyan insanlardır.
köy yumurtasıyla tavuklu mantarlı krep yapmak istemesi muhtemeldir.
gübre kokusu, insan bokundan daha iyi kokar. çağrıştırdığı natural esintiyi unutmayalım.
köyü yeşil manzaralardan, güzel çiçek kokularından ve sessizlikten ibaret sanan, dünyadan haberi olmayan şehirlilerin davranışlarıdır.
özentisi köyde fiber internet olmadığını öğrenince geçer.
en samimi şehirlidir. bıkmıştır kalabalıktan, sahte insanlardan, sahte yiyeceklerden. kaçıp kurtulmak ister.