bugün

Bin katır tepse dayanırdı naçiz bedenim
Ne çare ki midemi katır değil,
Doktor tepti benim !

Neyzen Tevfik.
"Ben mi, bense; babamı zalim bir avcı gibi içimde taşıyor, karanlıklarımda sinsice saklanmış izliyor ve beni ele geçirmek için ne zaman harekete geçeceğini merak ediyordum.

Ama onun beni ele geçirdiğini hiç sezemeyecektim, bilemeyecek. O, içimin düzlüklerinde sinsice dolaşıp duracak, artık onu unuttuğumu sandığım bir anda ise karşıma dikilip yaşadığın ânın tüm güzelliğini, eğer o an bir gülümsemeyse yüzümden, bir sözse dilimden, bir bakışsa gözümden söküp alacak, yokluğu kadar var olacaktı bir bakıma. Bu yokluk ki, onu olmadığı kadar değerli, sevecen, munis ve belki de ilk kez bir baba olarak yeniden yaratacaktı. Belki sesime sinecekti bu yolla, tenime, ellerime, duruşuma, belki de yürüyüşüme ama sessizliğime dokunamayacaktı, çünkü onu herkesten saklamıştım, bir ayıp gibi, bir sır gibi. En çok da kendim gibi."

(avcısını taşıyan ceylan // erkan aslan)
görsel
Meine kampf.
Yani biyolojik zaviyede namus, daha iyiye doğru tasfiye yapan bir seleksiyon hareketinin insana verdiği yüksek bir tercih duygusu, bayağılıktan sakınma duygusudur.
Daha çok anlat dedim.

-hoşuna gidiyor mu?

+çok.

+elimden gelse seninle sekiz yüz elli iki bin kilometre
hiç durmadan konuşurdum.

-bu kadar yola nasıl benzin yetiştiririz?

+gider gibi yaparız.

(bkz: şeker portakalı)
"Cehennem nedir? Sevginin artık imkansız olduğuna dair çekilen bir acıdır."
(bkz: dostoyevski)
---

sensizlikte kayboldukça bir lamba daha sönüyor bu yabancı sokakta. korktuğum karanlığa doğru gidiyorum. sen uğramamışsın hiç bu sokaklara. kaldırımlar seni anlatmıyor. karanlık bile bir başka. başka hüzünler var burada.

---
Yazılacak bir şey kalmayınca insan kaleme küsermiş, fazla değer ise başı yere eğermiş. Bir gidişi ise asla tek kişi hazırlamaz biri iter diğeri de gidermiş.. -Kendi Kitabımdan.
Geçmişi pişmanlıkla anmak tekrar ahlaklı bir hayata başlamak için tek yoldur!
budala - dostoyevski.
Kötü biri olamamak bir yana, herhangi bir şey olmayı da beceremedim: Ne kötü ne iyi, ne alçak ne namuslu, ne kahraman ne de haşerenin biriyim. Şimdi bir yandan köşemde pinekliyor, bir yandan da acı, faydasız bir teselliyle avunuyorum: Zeki insanlar asla bir baltaya sap olamaz, olanlar yalnız aptallardır. Evet efemdim, on dokuzuncu yüzyıl adamı en başta karaktersiz olmalı, böyle olmaya manen mecburdur; karakter sahibi, çalışkan bir insansa oldukça dar kafalıdır. Kırk yıllık bir ömürden sonra bu inanca vardım. Kırk yaşındayım artık, şaka değil; kırk yıllık koca bir ömür, ihtiyarlığın ta kendisi. Kırk yaşından fazla yaşamak ayıptır; bayağılık, hatta ahlaksızlıktır! Tüm samimiyetinizle, dürüstçe söyleyin, kırk yaşını kim geçer? Ben söyleyeyim size: Aptallarla namussuzlar. Bunu tüm ihtiyarlara, o saygıdeğer, ak saçlı, mis kokulu ihtiyarların yüzüne de söylerim! Tüm dünyanın yüzüne de söylerim! Buna hakkım var, çünkü bende altmış yaşına kadar yaşayacağım. Hatta yetmişe kadar! Seksenimi bulacağım!.. Durun! Müsaade edin de biraz soluk alayım.
'' Cahilliğin mutluluk getirdiği bir dünyada düşünebilmek başa beladır. ''

Metropol Dervişi / Cem Özüak
Zerdüşt'e inandığınızı mı söylüyorsunuz? Peki zerdüşt'ün ne önemi var? Bana inananlarsınız ama ne önemi var ki inananların?

Daha kendinizi aramamışken beni buldunuz. Tüm inananlar böyle yapar zaten, bu yüzden inancın anlamı çok az şey ifade eder.

Şimdi size beni yitirmenizi ve kendinizi bulmanızı buyuruyorum; işte beni yadsıdığınız gün size döneceğim.

Friedrich Nietzsche - ecco homo.
---

bu gökyüzü bizim olmalı. bulutlar bizi seyrediyor. ellerimiz birbirine değdiği zaman mutluluk göz yaşı akıtıyorlar.

bu sokaklar bizim olmalı. her cadde bizi anlatan bir tuval gibi. tertemiz bez üzerine mutlu geleceğimiz resmedilmiş.

---
Seni sevmek göğsümde bir gökdelen jeneratörü taşımak gibiydi. (The carrie diaries)
" Biliyorum. Bana tutku verecek herangi bir şeye yada kimseye artık rastlamayacağımı biliyorum. Birisini sevmeye kalkışmak, önemli bir işe girişmek gibidir, bilirsin. Enerji, kendini veriş, körlük ister. Hatta başlangıçta bir uçurumun üzerinden sıçramanın gerektiği bir an vardır. Düşünmeye kalkarsa atlayamaz insan. Bundan böyle artık bu gerekli sıçrayışı yapamayacağımı biliyorum."
sevda hayatı olduğu gibi kabul etmektir. ne eksik ne de fazla.
Zayıfa acımak doğaya ihanettir.

Hitler - Kavgam
''Emrettiğiniz yüzbaşı geldi efendim.''
''içeri al.''
Nazır subaylara bilgi verdi:
''Az önce sözünü ettiğim talihsiz olayın faili.''
Yüzbaşı bekletmeden içeri girdi, kaygılı bakışlarla kendisini izleyen subayların arasından hızla ilerleyerek nazırın masası önünde durdu, selam verdi:
''Yüzbaşı Faruk, istanbul. Beni emretmişsiniz.''
Uzun boylu, kumral, yakışıklı, Biraz bıçkın havalı bir subaydı. Nazır önündeki bir yazıya bakarak, yumuşak bir sesle,'' Oğlum..'' dedi,''..dün akşam Beyoğlu'nda, ingiliz inzibat Subayı Teğmen Miller'i, emre rağmen selamlamamışsın. Doğru mu?''
''Evet efendim, doğru.''
Nazır dürüst subaya babacanca yol gösterdi:
''Herhalde görmediğin için selamlamadın, değil mi çocuğum?''
''Hayır efendim, gördüm.''
Nazırın canı sıkıldı:
''Niye selamlamadın öyleyse?Selamlamanız için emir verilmişti.''
''Rütbesi benden küçük olduğu için selamlamadım Paşam .Askerlik töresince , önce onun beni selamlaması gerekmez miydi?''
Ziya Paşa derin bir kederle ellerini açtı.
''Askerlik töresimi kaldı a yavrum? Adamlar galiiye haklarını kullanıyorlar. ingiliz Komutanlığı bu sabah olayı protesto etti. Mesele çıkaracak zaman değil.Hemen şu müzevir teğmeni bul da özür dile. Olayı kapatalım.''
Başıyla çıkması için izin verdi. Ama yüzbaşı yerinden kıpırdamadı:
''Paşam bir de beni dinlemenizi rica ediyorum.''
Nazır bıkkınlıkla,''Söyle bakalım'' dedi.
''Balkan Savaşı'nda teğmendim,Çanakkale'de üsteğmen, Suriye cephesinde yüzbaşı oldum.Ben bu rüteleri tek başıma savaşarak almadım. Her rütbemde binlerce şehidin ve gazinin hakkı var. Onların hakkını korumak namus borcumdur.Beni affedin, özür dileyemem.''
Harbiye Nazırı bozuldu:
''Anlamadın galiba. Harbiye Nazırı olarak emrediyorum.
Yüzbaşı sükünetle ,''Anladım efendim'' dedi, apoletlerini bir hamlede söküp nazırın masasına bıraktı:
''Artık emrinizi dinlemek zorunda değilim!''
Selam vermedn dönüp kapıya yürüdü. Oturan subayların, istanbul'u tutan birkaçı dışında, hepsi saygıyla ayağa fırladı. Hepsinin rütbesi yüzbaşından daha büyüktü. Gözleri dolarak , yüzbaşıya selam durdular.

Turgut Özakman - Şu Çılgın Türkler
görsel
Geçer elbet efendim;
Bazısı teğet geçer,bazısı deler geçer,bazısı deşer geçer,bazısı parçalar geçer.
Hasılı Velkelam elbet bir gün geçer.
her akşam lambalar göz kırpıyor gelişini haber verircesine. bunu fark ettim bugün. sen yürürken gökyüzü da yakıyor lambasını. delikanlı bulutlar köşe bucak kaçışıyordu güzelliğinin parıltısını seyredebilmek için.

cam kenarında seyrettim salına salına yürümeni. o gün karar verdim. bulut olup gizlice köşeden seyretmeliydim. ay olup ışığımla sana dokunmalıydım. sana ait bi gökyüzü olmalıydım.
O gece bir sarhoşun cesaret edebileceği türden rüyalar gördü.
Jack london
"Niçin yazılarındaki bütün insanların benzi soluk, yüreği kederli? Bu memlekette yüzü gülen, bahtiyar insan yok mu?"
Şu hakikati kendi hayatım bana öğretti: insanoğlu insanoğlunun cehennemidir. Bizi öldürecek belki yüzlerce hastalık, yüzlerce vaziyet vardır. Fakat başkasının yerini hiç biri alamaz. (bkz: Saatleri Ayarlama Enstitüsü) (bkz: ahmet hamdi tanpınar)
' Gözlerim biraz karanlık. içinde cenkler, ayinler, kesik damarlar, kapıları yumruklayışlar. cepralexler, Turgutlar, Edipler, Sezailer, siyahlar, beyazlar, uykusuzluklar, bitmeyen baş ağrıları, bildirilerin öfkesi, duvarlara uzun dalmışlıklar var. '

Bir adam girdi şehre koşarak / Tarık Tufan